banner4
03.02.2020, 12:52

NE İDİK, NE OLDUK?

Bu haftaki makalemde, bilinen çizgimin dışına çıkıp, farklı bir konuyu kaleme alayım dedim.

Bu kararı vermemde, maalesef, son zamanlarda TV’lerde, gazetelerde, sosyal medyada vb taciz-tecavüz, hırsızlık-yolsuzluk, cinayet, intihar, çıkarcılık-menfaatçilik, dini istismarlar, yalan-dolan, hile-hurda gibi can sıkıcı, üzücü olan, ülkeme/milletime konduramadığım ve benim ülkem ve milletim içinde böyle sapık, kişiliksiz, menfaatçi, yalancı, ahlaksız, önyargılı vs insanlar olmamalı dediğim haberler etkili oldu diyebilirim.

Bu ve benzeri tür ahlaksızlıklar-karaktersizlikler çok çok düşük oranda bile olsa, yine de bu tür olaylar hepimizi fazlasıyla üzüyor elbette.

55-60’lı veya daha üst yaşların üzerindekiler bilirler: 

Biz mahallemizde, köyümüzde, apartmanımızda herkesi tanırdık, herkes de bizi.

Evde olsak da olmasak da kapımızı kapatmazdık, aklımıza evimize hırsız mı girer diye hiç gelmezdi bile.

Mahallemizde, birisi hasta oldumu, annelerimiz ilk fırsatta elinde bir tas çorbayla orada olurdu. Düğünde-cenazede, iyi günde- kötü günde herkes hemen toplanırdı.

Evet elektriğimiz çoğu zaman yoktu, çünkü çok sık ve uzun süreli elektrik kesintileri olurdu, su da öyle. Hemen gaz lambasını yakardık. Gaz lambasında çok ders çalışmışlığımız vardır. Bunların hiç birisi rahatsızlık vermezdi bize. Çünkü evimizde de, yaşadığımız muhitimizde de bir samimiyet ve tarif edilemez bir güven ve huzur vardı.

İlkokula siyah önlüğümüz ve beyaz yakamızla giderdik. Her sabah sıra olur, andımızı söyler, ondan sonra sınıflarımıza girerdik. Hafta sonu tatilinden önceki cuma günü son dersten sonra yine okulun önünden sıra olur, İstiklal Marşımızı söyler dağılırdık. 

Öğretmenlere saygı vardı. Öğretmen birimizin kulağını çekse, anne-babamız duyacak diye korkardık. Çünkü biz değil, öğretmen haklı olurdu. Öğretmen “aferin” dediği zamanlarda da eve adeta uçarak gelirdik ve hemen anne-babamıza övünerek bu müjdeyi verirdik. Öğretmen de öğretmendi ama. Bizim 2’nci annemiz-babamızdı öğretmenimiz.

İlkokullarda yerli malı haftasından başka, her hafta 1 saat yerli malı dersimiz olurdu. “Yerli malı, yurdun malı; herkes onu kullanmalı” diye şiirler okurduk. İthal malı peşinden koşmazdık. Hiç kimse milliyetçiliği sloganlaştırmamıştı ama, herkes birbirinden daha milliyetçi idi.

Ailelerimiz pek harçlık veremese de, okulda acıkınca yemek üzere, yanımızda taşıdığımız “beslenme çantaları”mızda yiyecek ve meyve olurdu her zaman.

Evimizde bazen çayımız, yağımız, şekerimiz, tuzumuz bittimi hemen annemiz komşuya elimizde bir su bardağıyla gönderirdi. Gönül rahatlığıyla gider borç alır gelirdik. Bir de üstüne selam götürür getirirdik.

Bahçe içi evimizde, 2 haftada bir kere saç kurulur, odun ateşinde yufka ekmek, gözleme-börek pişirilir ve konu-komşuya da dağıtılırdı. 

Kimse TV’nin, sosyal medyanın, internetin esiri değildi. Bunlar da yoktu zaten. Evlerde sohbetler yapılırdı. Biz çocuklar da bir köşede oturur büyükleri keyifle ve merakla dinlerdik.

Kışın sobada yanan odunun çıkardığı “çıt çıt” sesleri en güzel müzikten daha dinlendirici ve huzur verici gelirdi bize.

İlkbahar ve yaz aylarında ise, evimizin dibindeki ağaçlarda cıvıldaşan kuş seslerinin verdiği rahatlatıcı-dinlendirici ve adeta rehabilite edici huzurlu tesiri, kelimelerle anlatmanın imkanı yoktu.

Bayramlar gelince elimizde bir poşet, kapı kapı dolaşır, bozuk para veya şeker toplardık. Önce kendi aile büyüklerimizden başlayarak, mahallemizdeki tüm büyüklerimizin evlerine gider, kapıdan ellerini öperdik diğer akranımız birkaç çocukla birlikte.

Erkek olsun, kız olsun, tüm çocuklar mahallenin çocuklarıydı. Kimsenin aklına taciz, tecavüz gelmezdi bile.

İnsanlar, namazla oruçla değil, ahlakla, terbiyeyle ölçülürdü. Çünkü herkes işin edebine de, adabına da vâkıftı. Aksi düşünülemezdi.

Kimse kimsenin eteğine de, takkesine de, kıyafetine de karışmazdı. Zaten adı konulmamış kurallar ile, örf ve âdetler gereği, her yaştan herkes nasıl giyineceğini de, nasıl davranacağını da bilirdi. 

Mahallemizde, sokağımızda, köyümüzde, apartmanımızda kim Türk, kim Kürt, kim Çerkez, kim Gürcü, kim Laz vs, kim sünni kim alevi hiç bilinmezdi ve bu tür şeyler akla bile gelmezdi. Hepimiz bir ve beraberdik. 

Oyunlarımız, erkekler için mahalle futbolu, kızlarımız için ip atlama türü, ya da hep birlikte saklambaç gibi basit ama sportif tür oyunlar geçerliydi. Evde kimse saatlerce oturmazdı. Negatif enerjimizi sokakta, bahçede atardık. 

Evimize misafir gelmesi veya misafirliğe gidecek olmamız, biz çocuklar için çok ayrı bir keyifti.

Büyüklerimiz birbirine borç alıp verirken öyle dolar, euro falan değil, TL verir TL alırdı. Dolar veya Mark şimdiki gibi ortalıkta yoktu zaten.

Şimdi aradan tam 55-60 sene geçti.

Hayat ve anlayış bambaşka oldu.

Eski misafirlikler kalmadı. İnsanların kimisi TV, sosyal medya, internet bağımlılığından kopmayı başarıp da misafirliğe gitmeye zaman bulamıyor; kimisi zaten zar-zor geçinirken, bir de misafirliğe gitmenin ya da misafir gelmesinin ekonomik maliyetini göze alamıyor.

Misafirliklerin (nadiren) olduğu zamanlarda ise, çocuklar ebeveynlerle birlikte oturup sohbetlere iştirak etmiyor; onlar odasında ya sosyal medyada ya da Watsapta vb kendi arkadaşlarıyla sohbet etmeyi tercih ediyor. Zaten sohbetlerin içeriği de değişti.

Kimse mahallesinde, apartmanında, sokağında, çocukları bırakınız sevmeyi, konuşmaya bile çekinir oldu. Acaba yanlış anlaşılırmı diye. Çok yazık.

İnsanlar siyasi görüşüne, dini anlayış ve icraatına, ekonomik gücüne göre değerlendirilir oldu.

Çok insan paranın, ünvanın, makamın yani dünyevi gücün esiri oldu. Tamahkarlık tavan yaptı. işimizde de paramızda da bereket kalmadı.

Milli veya dini hususlarda, en kritik konularda bile bilgi kirliliği had safhada. Bugün itibar ettiğimiz bir bilginin, 3-5 gün bile geçmeden yalan olduğuna şahit olabiliyoruz.

Milli ve manevi değerlerimizi kendi menfaatimize göre kullandık, sulandırdık, kirlettik. Kutsal dinimizden adeta insanları soğuttuk.

Gelenek-görenekler, birbirimize saygı ve sevgi, dayanışma ve yardımlaşma, kutsal değerlere saygı oldukça azaldı. Maalesef menfaat ve tüketim toplumu olma yönünde hızla ilerliyoruz. Çok acı.

Bir zamanki mağdurlar şimdi mağrur, mağrurlar da şimdi mağdur oldu. 

İnsanlar siyasi görüşüne, dini anlayışına ve hatta ekonomik gücüne göre değerlendirilir oldu. Çok yazık.

Aynı apartmanda yaşayan insanlar birbirlerini tanımadıkları gibi, asansörde selamlaşma- hatır sorma gibi insan olmanın gereği ve nezaketi tamamen unutuldu.

İnsanlar üreten toplumun bir parçası olmak yerine, kolay kazanan, lükse düşkün, şükürden aciz; para kazanırken de helalı-haramı, ayıbı-günahı, kul hakkını, topluma karşı sorumluluğu, yetimin hakkına dikkat etmeyi, fakir-fukaraya sahip çıkmayı adeta gündemlerinden de zihinlerinden de neredeyse tamamen çıkarmak üzereler.

İnsan kendine soruyor: 

Biz neden ve nasıl bu hale geldik? Böyle giderse bizlerden sonraki nesilleri nasıl bir hayat bekliyor? 

Allah korkusu, milli-manevi değerlere saygı, örf-adet, gelenek-görenek, edeb-âdâb, büyüğe saygı küçüğe sevgi olmazsa bu işin sonu nereye varır? 

Toplumun en saygın bireyleri olması gereken genel ve yerel yöneticiler, hukuk adamları, din adamları, öğretmenler ve akil insanlara karşı güven azalırsa ve saygınlığa şüphe düşerse, nasıl olacak bu işin sonu?

Eminim hepimiz, TV’siz, internetsiz, sosyal medyasız, tertemiz, saf, pür-ü pak ve tamamen organik o eski günlerimizi arıyoruzdur.

Acaba biz büyükler nerelerde nasıl hatalar yaptık? Peki bu saatten sonra bu hatalarımızı nasıl telafi edebiliriz?

Belki de bir an önce herkes kendisine düşen sorumlulukları yerine getirmeye başlayarak işe koyulmalı. Bu herkesin evinin önünü süpürmesiyle şehrin de tertemiz olacağı gibi bir durumdur. Amaann bir benim yaptığımla ne değişecek ki diyerek, yani bananecilikle bir gelişme sağlayamayız.

Belki tekrar gelir, o özlem duyduğumuz temiz ve masum günler..

Henüz kirlenmediğimiz, kendimizi ve dünyamızı kirletmediğimiz güzel ve masum günlerdi o günler.

Kendimizi ve toplumumuzu daha fazla kirletmeden, bir an önce kendimize çeki düzen vermek ümidiyle!..

Yorumlar (2)
Birsen Parla 4 yıl önce
Sayın Müsteşarım, yazdıklarınızla geçmişe hüzünlü bir yolculuk yaptım, her kelimenizde çok haklısınız. Çok güzel bir yazı, tebrik ederim.
Mehmet Ulusoy 4 yıl önce
Özümüze dönmemiz,silkinip kendimize gelmemiz gerek sayın Müsteşarım.Çok güzel bir yazı.Ellerinize sağlık.
12
az bulutlu