banner4
10.02.2020, 09:40

DÜNYADAKİ MEVCUT KONJONKTÜR VE TÜRKİYE 

Dünya çok ilginç bir dönemden geçiyor.

Bir taraftan ABD’nin dünyada tek süper güç oluşunu kaybetmemek için yaptığı çırpınışlar,

diğer taraftan, ben de süper güçüm diyerek ABD’yi dengelemeye çalışan Rusya’nın çabaları, 

öte yandan, Çin’in tek başına süper güç olma yolundaki ilerleyişi, ve bu ülkeler arasında adeta nerede konumlanacağını kestirmeye çalışan Almanya, İngiltere, Fransa, Japonya gibi diğer güçlü ülkeler,

bunların dışında da, kime sığınsak, nereye yamansak, kimin yancısı olsak diyen, ortada kalmış ve gel-gitler yaşayan Afrika ve Ortadoğu ağırlıklı 3’üncü dünya ülkeleri.

Bu şekildeki bir üstünlük mücadelesinde, başta bu 3 ülke (ABD, Rusya ve Çin) olmak üzere, ülkeler birbirlerini bir taraftan sıkıştırmaya çalışırlarken, diğer taraftan da yanlarına güçlü taraftar bulma çabasındalar.

2’nci dünya savaşından hemen sonraki dönemde SSCB ile birlikte dünyanın 2 süper gücünden biri olan ABD, Sovyetler Birliğinin 1990’ların başında dağılmasıyla dünyada tek süper güç olarak kalmasıyla, tek başına tüm dünyada kafasına göre racon keserken, son dönemlerde artık öyle kolayca istediğini yapabilir olmaktan çıkmıştır.

Özellikle son 15 yıllık dönemde, bir taraftan Rusya kendisini epeyce toparlamış, diğer taraftan Çin oldukça dev adımlarla büyümüş, bunlara ilaveten 2’nci dünya savaşının 2 önemli mağlubu Almanya ve Japonya da denklemde belirleyici olamasalarda hissedilir etkilere ulaşmışlardır.

Trump’ın başkanlığındaki ABD, son dönemlerde Ortadoğu’daki savaşlarda trilyon dolarlarla ölçülen maliyetleri nedeniyle askerlerini çekmeyi konuşurken, aynı zamanda dünyanın en borçlu ülkesi olarak ekonomisi kötüye gitmektedir. 

ABD, doların likidite gücünü kullanarak ve karşılıksız dolar basarak gücünü korumaya çalışmakla birlikte, Sn. Cumhurbaşkanımızın dillendirdiği ve öncülüğünü yaptığı, ülkeler arasındaki ticarette, ülkelerin kendi milli paralarının kullanılması, eğer genel kabul görüp yaygınlaştırılabilinirse, ABD’nin çöküşünün başlangıcı olacağı açıktır.

Neticede ABD bugün için inişe/ bitişe geçmiş bir devdir. Ancak filin ölümü, sineğin ölümü kadar erken ve kolay olmayacaktır.

Rusya açısından baktığımızda, bir taraftan Ermenistan gibi 1-2 ülke hariç eski peyklerinin, kendisinden adeta nefret eder politikalar izlemeleri, bir taraftan Avrupa  coğrafyası üzerinden ABD ağırlıklı NATO güçlerince yapılan askeri yığınaklarla adeta etrafının sarılması, diğer taraftan da Gürcistan, Ukrayna, Polonya ve hatta Baltık ülkeleri ile arasının gergin olması ve tüm bunlara ilaveten savaş sanayii ve enerji ihracına dayalı ekonomisinin adeta pamuk ipliğine bağlı olması dikkate alındığında, oldukça hassas dengeler içerisinde bulunduğu görülecektir. Yani Rusya bence sanıldığı kadar bir dev falan değildir.

Rusya’nın enerji ihracatının gerek yol kontrolü (boğazlar) ve gerekse Türk akımının vanaları bizim elimizde olduğu da gözardı edilmemelidir.

Son dönemin yükselen gücü olan Çin ise, muhtemelen ABD kaynaklı koronavirüs isimli biyolojik saldırı ile, adeta uyarı mesajı ile ikaz edilmiş ve bu hengamda oldukça ciddi prestij kaybı yaşamaya başlamıştır. 

Çin, 15-20 yıl gibi yakın bir gelecekte, dünyanın tek süper gücü olma hayalleri kurarken ve hatta sessiz ve derinden gelerek sinsi bir şekilde epeyce de yol almışken, anlaşılan o ki, zaman zaman koronavirüs saldırısı benzeri biyolojik ve/veya teknolojik ve/veya siber saldırılara maruz kalacaktır. Bunlara vereceği cevaplar, Çin’in geleceğini tayin edecektir.

Öte yandan, Çin’e uluslararası ticarette mukayeseli üstünlük sağlayacak güzergahın en önemli ayağının Yavuz Sultan Selim Köprüsü olduğu bir gerçektir ve bu nedenle o da kısmen bize muhtaçtır.

Bu arada, kapsamlı bir savaş veya sair bir sıkıntı durumunda, Rusça ve Çin hükümranlığı altında yaşayan Türk nüfusun da bizim lehimize ve önemli bir avantaj olduğunu da unutmayalım.

Öte yandan AB’ye baktığımızda, İngiltere’nin de ayrılmasıyla eski prestijinden ve ekonomik cazibe merkezi olmaktan oldukça uzak bir şekilde, Almanya ve Fransa’nın omuzlarında yeniden varolma mücadelesi sürecine girdiğini görüyoruz.

İşte tam da böyle bir konjonktürde, kim ne derse desin ve nasıl değerlendirirse değerlendirsin ülkemizin, akıllı ve basiretli bir stratejiyle, geride kalan yıllarını gayet iyi değerlendirdiğini, akılla ve sabırla taşları ördüğünü anlıyoruz.

Nasıl mı?

Mesela savunma sanayiinde geldiğimiz aşama,

Mesela, daha düne kadar Irak’ta boş dağları taşları bombalayıp gelirken, bugün yaptığımız operasyonlar,

Mesela, birkaç ilini kontrol altında tuttuğumuz ve çok sayıda kontrol noktaları oluşturduğumuz ve bizi kimsenin oralardan söküp atmaya cesaret edemediği, Suriye’deki duruşumuz,

Mesela, düne kadar sadece bir kısım Avrupa ülkeleri, ABD, Rusya ve Çin’in dilediği gibi at koşturduğu ama bizim esamemizin bile okunmadığı Afrika’da bugün oldukça etkili bir şekilde denkleme girişimiz ve bulunuşumuz,

Mesela, düne kadar bunu sadece ABD yapabilir diyerek, bizim aklımızdan bile geçirmediğimiz 10’dan fazla ülkedeki askeri üslerimiz,

Mesela dünyanın gözü önünde ve egemen güçlere rağmen gidip Libya’da konumlanmamız.

Bunların geride kalan sadece 10 yıllık dönem içerisinde yapılabilmesi ve ordumuzun aynı anda gerekirse birden fazla cephede savaşabilecek güce ulaşması, süper güç olma yolundaki adımlar ve bu milletin aslına dönüşü değilse, nedir?

Hatay’ın Türkiye’ye katılma sürecine bir bakın. Yaklaşık 15-16 yıllık bir süreçtir o. Alt yapısı Atatürk’ün liderliğinde akılla, sabırla ve kararlılıkla oluşturulmuş ve uygun konjonktür yakalanınca da gerçekleştirilmiştir. O zamanki uygun konjonktür, 2’nci dünya savaşının hemen öncesinde dünyadaki mevcut konjonktür olmuştur.

Tarihte biraz daha geriye gidip atalarımız ne yapmışlar bir bakalım:

Atilla: “Sınırlarınızda sorun varsa, bunu gidermenin tek yolu, sınırlarınızı genişletmektir.”

Mete Han: “Ben bu kadar Çinliyi nereye gömeceğim.”

Alparslan: (Sultanım, Haçlı ordusu çok kalabalık ve bize doğru yaklaşıyorlar diyen komutanına cevaben:) “Biz de onlara doğru yaklaşıyoruz.”

Fatih Sultan Mehmet: “Ya ben İstanbul’u alırım, ya İstanbul beni.” “Söyleyin imparatorunuza, bizim gücümüzün ulaştığı yerlere, imparatorunuzun hayalleri bile ulaşamaz.”

Yavuz Sultan Selim: “Cesaret insanı zafere, kararsızlık tehlikeye, korkaklık ise ölüme götürür.” “Bu dünya 2 padişaha yetecek kadar büyük değildir.”

Kanuni Sultan Süleyman: “Denizde savaşmadan, karada fetih olmaz.” “Kılıcın yapamadığını adalet yapar.”

Sultan Abdülhamid Han: “Milletimin kanıyla sulanmış toprakları parayla satmam. Bunların bedeli para değil kandır.” “Beni evhamlı sanıyorlardı, hayır. Ben sadece gafil değildim. Kırk yıl şu devletlerin birbirlerine düşmesini bekledim, onlar birbirlerine düştü ama şimdi de ben tahtta değilim.”

Gazi Mustafa Kemal: “Ahmaklar! Memleketi, Amerikan mandasına, İngiliz himayesine terk etmekle kurtaracağız sanıyorlar. Kendi rahatlarını sağlamak için bütün bu vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk bağımsızlığını feda ediyorlar.” “Ya İstiklal, Ya ölüm.”.

Bunlar bize ışık tutacak kadar değerlidir. Benim bir vatandaş olarak tek endişem, kendi içimizdeki adaletsizlikler gibi, çifte standartlar gibi, milli ve dini suistimaller gibi ahlaki bozulmalardır. İnancım kesin odur ki, bu millet milli-manevi ve ahlaki değerlerine sahip çıktığı ve kendi içinde birlik beraberliği devam ettiği sürece, her daim galip gelecek ve ilerleyecektir. 

Çünkü bu millet, dünyada başka bir örneği-emsali bulunmayan, asil ve fedakar bir millettir. Ordusu da, Muhammed’in ordusudur.

Bugün biz selam aleyküm diyerek Afrika’nın en ücra köşelerine ve Türkçe konuşarak da taa Doğu Türkistan’a kadar gidebilecek bir mirasa sahibiz.

Bize lazım olan, istikrarı ve kendimize güveni kaybetmeden çalışmaya ve üretmeye devam etmektir.

Bunun için de, öncelikle kendi içimizde adalete, liyakate, şeffaflığa, istişareye ve kaynaklarımızı verimli kullanmaya azami derecede önem vermek; yardımlaşmayı artırmak, fakir-fukaraya ve mazluma sahip çıkmak ve bu suretle aramızdaki güveni mümkün olan en üst noktalara taşımak zorundayız.

Biz devletimize ve devlet aklına her zaman  güvendik, güveniyoruz. 

Ve diyoruz ki, eğer bunları samimiyetle ve kalıcı olarak başarırsak, hiç hayal falan değil, 21’inci yüzyıl bizim yüzyılımız olacaktır.

Hani, zamanın ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice Ağustos 2003’te Ortadoğu’da sınırlar değişecek demişti ya, istermisiniz onların dediği ve istediği gibi değil de, bizim dediğimiz ve istediğimiz şekilde sınırları biz değiştirelim. Neden olmasın? Yani öyle olmaz, böyle olur. 

Bence hiç de hayal değil, şu anki gidişat ve konjonktür buna işaret ediyor. Zor ama imkansız değil.

Selam, sevgi ve saygıyla!..

Yorumlar (7)
Şükrü Toptaş 4 yıl önce
Bizlerin aydınlanması hususunda yazdığınız makaleler türk milleti olrak bizleri gururlandırdı inşAllah bu günler yakındır selam ve dualarimla
Ahmet Yırtar 4 yıl önce
Kalemine yüreğine sağlık sevgili Müsteşarım.Tümüne katılıyorum.Neden olmasın
ALİ YÖRÜR AYPAŞ SAAT 4 yıl önce
HOCAM SÜPEERR MÜKEMMELSİNİZ
ALİ YÖRÜR AYPAŞ SAAT 4 yıl önce
HOCAM SÜPEERR MÜKEMMELSİNİZ
Recep KOÇER. 4 yıl önce
Kaleminize ve yüreğinize sağlık; Sayın Müsteşarım. Bende bu dileklerinize katılıyor ve AMİİN diyorum. Rabbim; O günleri bizlere bir kez daha göstersin, selam ve saygılarımla; Sağlıcakla kalın.
İsmail TEMİZ 4 yıl önce
Derli toplu, genel ve gerçekçi bir analiz. Bize biz olduğumuzu hatırlatan bir makale.
12
az bulutlu