banner4
03.04.2024, 10:27

KOÇİ BEY RİSALESİ’NDEN DERSLER

Koçi Bey, 17. Yüzyılda yaşamış değerli bir şahsiyettir. Onu ilk keşfeden, Avusturyalı meşhur tarihçi Hammer’dir. Roma İmparatorluğu’nun çöküş sebeplerini yazan Montesquieu ile kıyaslayarak “Türklerin Montesquieu’sü” unvanını ona vermiştir. “Koçi Bey Risalesi”nde devletin gerileme sebepleri anlatılır. Rüşvet, liyakatsiz atamalar, kuralsızlık, keyfilik, israf, hakimlerin ve ilim sınıfının yozlaşması sonucu devletin ve toplumun nasıl bozulduğu ifade edilir.

Koçi Bey risalesinde Osmanlı’nın gerilemesini ‘dış güçler’ de değil, iç sebeplerde, insan kaynaklarında görmüştür:

“Osmanoğulları devleti bir büyük devlettir ki etrafta olan din ve devlet düşmanları hep birlik olup, her taraftan hücum etseler, Allah’ın emriyle hepsine karşı koymak kolay idi. Şimdi İslâm memleketlerinde bunca vilâyetler elden gidip, bunca zararlar olmuştur. Din düşmanları üzerine bu kadar seferler olup, hesapsız para ve hazineler telef olmuştur. Buna rağmen yine din ve devlete faydalı bir hizmetin görülmemesine sebep budur ki, 1582 târihinden beri yüksek memuriyetler rüşvet ile ehliyetsizlere verilir oldu. Harp meydanında çarpışanların hakkı olan zeâmet ve tımar, sepetlere girip, asıl sâhipleri ayaklar altına alındı.” demiştir.

“...Nihâyet iyilere, iyilikleri karşılığında riâyetler, kötülere kötülükleri için ihânet olmamakla, bilgin ve câhil ayırt edilmeyip, bilginlerin kadri bilinmemekle, yüce bilginlerin halk gözünde itibârı kalmadı. Yücelikleri ve saygıları gitti. Geçmişteki bilginler din ve diyânet sâhipleri olup, doğruluktan zerre kadar sapmayıp, Cenâb-ı Hakk’ın gazabını ve ululuğunu düşünüp, Allah’dan korktukları için bütün halk da onlardan korkarlardı. Bir iş için, (Hakk’ın emri budur) deseler herkes (Duyduk ve itâat ettik) der idi.” diyerek, toplumun gerçek ilim adamlarına saygı duyduğunu fakat bu mevkilere bilgisiz, hırslı ve açgözlü kimseler getirilince, halkın ilme ve ilim adamlarına olan saygısının da kalmadığın ifade etmiştir.

“Giderek her işe hatır karışmakla ve her işe göz yummakla, hak sâhibi olmayanlara hadden aşırı mevkiiler verilip, eski kanun bozuldu. Kazaskerler dahi az zamanda yersiz olarak azil olunmakla, işlerinde tama’ sahibi ve haris olanlar, bulunduğu mevkiyi fırsat ve fırsatı nimet bilip, memuriyetlerin çoğunu rüşvet ile ehliyetsizlere verir oldular.” demektedir.

Koçi Bey, hak ve hakikat aşığıdır, doğru bildiğini söyleyenlerin tarafındadır: “Kısa aklımın eriştiği kadar Devlet-i âliyyeye faydalı olanı söylememek elimde değil! Nasıl söylemeyeyim ki, bunca yıldır seferler olur, nice millet hâzinesi ziyana uğrar ve telef olur, reâyâ ve berâyâ ayaklar altında kalır, asker zayıf ve kudretsiz kalıp, yine bir iş görülmez. Ve bir iş tamama ermez, tüm bu olan gafletleri görüp, ciğerim kan ağlamıştır! Bütün bu zulümler, ceza gününde saâdetlû, pâdişâhımdan sorulur. Halbuki aslında pâdişâhımın haberi yoktur. O halde sorumlu olmak ne revadır? Ya bunun tedbirini almak lâzım değil midir?” diye sorar.

Örneğin, “Önceden Şeyhülislâm olan kimseler olgunluk ve fazilet kaynağı olduktan başka çekinmeden hakikati söyleyen kimseler olup, âlemin sığınağı pâdişâh hazretlerine her vakit güzel nasihatlerden geri kalmazlardı. Din ve devletin düzenine çalışır olup, halkın ahvâli ile ilgilenirlerdi. Fetvâ makamı böyle bir adam ile şereflendikten sonra ömür boyunca azil olunmamak gerektir. İyilerin kadri bilinmek gerektir.” diyen Koçi Bey, süreç içinde değişen kültürle birlikte yalın gerçeği görür: “Bir çokları beş - onbin akçe ile memur oldu, sonra az zamanda müderris ve kadı olup, ilim sahâsı câhillerle doldu, iyi ve kötü belirsiz oldu. Çoğunlukla zulüm ve adâletsizlik yapan, bilginlerin adını kötüye çıkaran o câhiller ve yabancılar. Yoksa ilim yoluna hizmet etmiş bilginler, hâşâ hak yolundan sapmazlardı.” diyecektir.

Buna sebep ise rüşvet ve adam kayırmadır: “Bu kadar karışıklık, fitne ve fesada, reayânın ve memleketlerin harap olmasına, hâzinelerin ve malların azalmasına sebep, rüşvet kötülüğü olmuştur. Dünya yüzünden rüşvet iaşesi kaldırılmazsa, adâlet mümkün olmaz. Alemin işlerinin düzeltilmesi nasip olmaz.” demiştir.

“Devlet hâzinesini ziyana uğratıp, âlemi bu hale getirdiler. Bundan sonra yine kanâat etmeyip, rüşvet kapısını açarak sancaklara, beylerbeyilere ve diğer pâdişâh mansıblarına (makamlarına) karışmaya başladılar. Bir gurup ehliyetsiz ve hak sâhibi olmayanın, rüşvet iaşesine tamah edip, kimine beylik, kimine beylerbeylik verilip, hak sâhibi olan bir gurup iş görmüş, emektar, yararlı ve şecâatli yiğit insanlar, itibarsızlık köşesinde nam ve nişansız kalıp, fakirlik ve hiçlik içinde kaldılar.” derken, devlette ayakların baş, başların ise ayak olduğunu anlatır.

Koçi Bey, Osmanlı devletinin içten çürümeye başlamasını, en azametli diye tanıdığımız Kanûni Sultan Süleyman devrine kadar gerilere götürür. Kanûnî’den sonra ise artık şahsiyet sahibi saray adamları ve saray entrikalarının tesirinden kurtulabilen hükümdarlara az rastlanır olduğunu ifade eder. Dünyanın her yerinde olduğu gibi, her şeyi iki dudağın arasında olan bir mutlak hükümdarın etrafında dâima dalkavuklar, fırsatçılardan örülmüş bir çember teşekkül eder. Bunlar, şahsî menfaatleri uğruna baştaki otoriteyi, yanlış yollara sevk etmekten mahzur görmezler. Bu zümre, hükümdar etrafındaki çemberini daralttıkça hükümdar, halktan ve milletinden, dürüst ve yurtsever devlet adamlarından uzaklaşır.

“Bu musibet ne musibettir? Velhâsıl Osmanlı saltanatının şevket ve kudreti askeriyle, askerin ayakta durması hazine iledir. Hâzinenin geliri reâyâ iledir. Reâyânın ayakta durması adâlet iledir. Şimdi âlem harab, reâyâ perişan, hazine noksan üzere... Kılıç erbâbı bu halde... Bir taraftan İslâm memleketleri elden gitmekte, yine tedbiri görülmez, ilâcı sorulmaz. Çeşitli sefâhat eksilmez. Bu gaflet ne gaflettir?” diyerek hayıflanır.

Devlette israf ve safahatın önü açılmıştır. Halk içinde önce gelir adaletsizliği baş göstermiş, sonra elkoyma yöntemiyle türlü türlü haksızlıklar başlamıştır: “Allah’ın rahmetine ulaşmış Sultan Süleyman Han, askerin kuvvetini, hâzinenin zenginliğini görüp, süs ve şöhreti artırdı. Vezirler dahi ona uyup, (Halk, hükümdarının dinindedir.) anlamına göre hareket edip, bütün halk süs ve şöhrete düştü. Zamanla o dereceye vardı ki, makam sahibinin geliri, ve asker taifesinin ücreti, yalnız ekmek akçesine yetişmeyip, mecburen zulüm ve tecâvüze başladılar. Zulüm ve tecâvüz ile âlem harab oldu. Bu Devlet-i âliyyedeki şöhret ve süs gibi zararı bulaşıcı bir bid’at yoktur. Şöhret âfettir demişler, hakikaten büyük âfettir. İşlerin doğrusu bu şekildedir.” diyecektir.

Koçi Bey, Dördüncü Murad’ın devrinde devletin mülkî, adli ve askerî teşkilâtın basamak basamak nasıl bozulduğunu anlatmıştır. Özellikle yeniçeri ocağının bozulması sebeplerini, tımar ve zeâmet usullerinin çığırından çıkması hususlarını, devlet adamlarının alenen rüşvet almalarını, memuriyetlerin rüşvetle satılmasını ve bu yüzden halkın çektiği sıkıntıları büyük bir açıklıkla Dördüncü Murad’a söylemiştir.

Koçi Bey, devlet içinde bazı açgözlü kimselerin, makam kapma hırsı ile haksızca tecrübe sahibi ve olgun kimseleri çeşitli yakıştırmalarla memuriyetinden ettiğine de dikkat çeker: “Can ve gönülden padişah hizmetlerine bel bağlayan ve hizmeti görülen kullan koruyup, olur olmaz suç için ziyan eylememek gerektir. Çünkü iyi ve tecrübeli, din ve devlet kayırır adam az ele girer. Yaramaz adam pek çoktur. Ve bütün yaramazlar iyilerin düşmanıdır, öyle olunca, iyi adam kibrit-i ahmer gibidir. Ona göre korumak gerektir.(...) Sebepsiz azil ve tâyine ve ham tama’ sebebi ile bir mansıbın kâh Ali’ye Kâh Veli’ye verilmesine Osmanoğulları sultanları hazretlerinden hiç birisinin râzı olmayacakları âşikârdır. Bu şekilde değiştirmek ne şeriate sığar, ne ulu kanuna uyar. Şeriatçe ve akılca çirkin olan bu çeşit yakışıksız hâli, adaletli insanların makbul ve güzel görmelerine imkân yoktur. Çünkü her mansıb ve her dirlik, ona sahip olanların geçim vasıtası olup, çoluk çocuk ve hizmetçileri ile pâdişâhın Devlet-i âliyyesinde başka geçim vasıtaları yoktur. Suçu ve günahı olmadan mansıbı elinden alınıp, başkasına verilince, o zevalimin da başka san’at elinden gelmediğine göre fakir, hor ve zelil olur. Dermandan kesilip, hesapsız borca batar. Geçim vasıtası kesilince hâli acıklı olur. Eğer o azlolunan zavallı, rüşvet verip, tekrar mansıb alsa muhakkak verdiği akçeyi çıkarmaya çalışıp, mecburen zâlim ve devlete düşman olur. Şevketlû hünkârıma mâlûm ola ki, zulüm ve rüşvet herhangi devlette meydana çıkar ve âşikâr olursa, o devlet harab ve düşkün olur. Bu çeşit haller, târih kitaplarında bu şekilde tahkik ve beyân olunmuştur. Vakıâ rüşvet hor hususta fesad kaynağı ve sapıklık tohumudur. Fakat bilginler mansıbında gayet uğursuzdur. Sonunda pişmanlık tabiîdir.

(…) Bir câhil rüşvet ile hâkim olsa yahut bir câhil, ve bâtıl iltizam ile nâib olsa, o memleketin hâli nice olur? O çeşit kimseleri hükümet makamına getirmek, rüşvet ile kadılık satmak hâşâ şer'i şerife hakaret etmek ve onu alçaltmak olur. Allah korusun, büyük zararı vardır. (…) ‘Allah size emânetleri ehline vermenizi emreder.’ İlâhi emrin gereği gibi yerine getirilmemesine sebep, rüşvettir. O kapı açılalı, mansıb erbâbı arasında azil ve tâyin, değiştirme çokluğu hadden aşırı olup, büyükler alçalıp, alçaklar mevki sahibi oldu. Dünya’nın hâli perişan oldu. Hâkimler ve valiler arasında bu çeşit çok değiştirme mecburen zulüm yapmalarına sebep olup, bu yüzden İslâm ülkeleri viran, reâyâ ve berâyâ perişan oldu.” diyecektir.

“Devletin zaptı hâkimler iledir. Şeriat hâkimi olsun, vilâyet vâlisi olsun, lâyıksız olursa ve her mansıba ulaşmanın mayası rüşvet olursa, devlet-i âliyye nasıl korunur ve muhafaza olunur? Ve halk zâlimin zulmünden ve düşman istilâsından nasıl rahat eder? Mansıpların lâyık olmayanlara verilmesinin, saadetlû yeryüzünün halifesinin ve din ve devletin sığınağı padişah hazretlerine hiçbir surette menfaati görülmeyip, belki büyük zararı olduğu meydandadır. Bu ana kadar devlet vükelâsının aldıkları rüşvetten ve nice ehliyetsizleri malına tama’ ederek, yüksek mevkilere götürmelerinden pâdişâhım hazretlerine ne faydası oldu? Ancak kendi ahiretlerini yıktılar ve İslâm memleketlerini harap ettiler. (Allah’ın gazabı üzerilerine ve onlara uyanların üzerilerine olsun!)” der.

Bu konuda önemli bir ikaz yapar: “İlmiyeye âit yüksek makamların şunun bunun aracılığı ile verilmesi doğru değildir. En bilgilisi hangisi ise ona verilmek gerektir. Kadılık yolunda vâsıta, bilgidir. Yaş ve sene, soy ve sop değildir. Medreseler dahi ilmi incelikler çıkarmaya kâdir olanlara gerektir. Bir câhilin, sırf eskidir diye, bir bilginin önüne geçirilmesi haksızlıktır. Bilgi ve diyâneti olunca, genç olsa da zarar vermez.” diyerek memuriyete almada ölçünün bilgi ve liyakat olduğuna vurgu yapar.

Sonuçta, Koçi Bey, “Bu devlet öyle bir Devlet-i âliyyedir ki, lâzım olduğu şekilde düzen bulursa, Allah’ın keremiyle asla bir korku kalmaz, yeter ki her mansıbı ve her dirliği ehillerine versinler.” demiştir. Devlette dirlik ve düzen, liyakat sahibi insanların görev alması ve sorumluluk taşımasıyla mümkün olur. Faziletli ve saadetli devletin şartını Koçi Bey bir cümleyle şöyle özetler: “Dünyadan garaz(öfke) kalkıp, rüşvetten vazgeçilse ve her makam ve mansıp, her dirlik, ehline ve lâyık olana verilse, bu büyük mutluluk değil midir?”

Kaynak: Koçi Bey Risalesi / Zuhuri Danışman/ MEB Devlet Kitapları

Yorumlar (0)
12
az bulutlu