banner4
03.03.2020, 09:28

ARAPLAŞMA VE İSLAMLAŞMA

Bin dokuz yüz yetmiş dokuz da ki İran Şia devrimi büyük bir yankı uyandırmıştı. Bu devrim kendi havzasıyla beraber bir çok ülkeyi derinden etkilemiş, Humeyni’nin şahsın da önemli bir Şia hayranlığı meydana getirmişti. Ve elbette bu hayranlıktan payına düşeni almış olan Türkiye, Şia’yı Din zannetme hastalığını, Turgut Özal’ın anayasanın yüz altmış üçüncü maddesini kaldırıncaya kadar da devam etti.

Ülkeyi önemli, derin ve ciddi bir Şia ve Humeyni hayranlığı kasıp kavururken, bu durumu da dinsel bir gereklilik ve gereksinim gibi deklere eden bu sakat anlayış, Türkiye kamuoyunu ciddi şekilde etkilemiştir.

Sekülerist zümre ile sakat inanış arasında ki garip, anlamsız ve bir o kadar da komik olan bu sürtüşme, ciddi, büyük ve okkalı tartışma, kavga ve dışlamalara kadar gidiyordu. Ve dönemin aydın ve entellektüelleri  (!) de bu kavganın ön sıralarında yer almak ve yer bulmak için çıldırasıya paraladıkları zamanlardı.

Tarih 1991 ve Turgut Özal anayasanın 163. Maddesini tedavülden kaldırıyordu. Milletin tepesin de laikliğin, sekülerizmin, cari sistemin sigortası niteliği yüklenen bu madde, en az Şia devrimi kadar devrimci ve en az Şia devrimi kadar ses getirmişti. Zira sekülerizm ciddi yara almış ve laiklik hedef tahtasına konmuştu!

Değişen bu madde ile basın, yayın ve mecmua anlayış ve uygulamalarında önemli değişmeler, yumuşamalar ve yayınsal zenginleşmeler meydana gelmeye başladı. Bu zenginlik, günün modası olan İslam! ve Müslümanların ekmeğine adeta yağ sürmüştü.

Şia’laşmayı ve Humeyni sempatizanlığını İslamlaşma, huşu ve takva zanneden bilgi fukarası kesim, değişen madde ile çeşitlenen yayınlar vesilesiyle hayranlık kriterlerini ve ağırlığını Arap yarımadasına doğru yöneltmeye başladı.

Bir düşünceden bir başkasına, bir yalandan bir başka yalana bir coğrafyadan bir başka coğrafyaya doğru savrulup duran bu zümre, Kuran sabiteleri üzerinden değil sempati üzerine bina ettikleri tutarsız dinin elastiki müridleri konumundaydılar.

Ve artık İslam Araplaşmaktı ve Araplara özgü olan ne varsa güzel ya da çirkin, makul ya da değil, mantıklı ya da mantıksız, ilmi ya da ters düşüyor oluşuna bakmaksızın mal bulmuş mağribi gibi üzerine atılmaktan yana zaman da kaybetmemişti.

Arap rivayetlerinden türetilmiş Arabi kahramanlıklar, Şii kahramanlıkları altına alıyor ve çok daha özel, özgün, başka ve anlamlı yerlere iliştiriliyorlardı. Kahramanlık, özveri, samimiyet, doğruluk, sadakat, cesaret gibi değerler noktasın da Araplar, Farslıları geride bırakmış ve önü alınamaz Arap hayranlığı yediden yetmişe bütün ülkeyi kasıp kavuruyordu.

Araplar gibi olmalıydık !

Onlar gibi düşünmeli, onlar gibi giyinmeli, onlar gibi yemeli, içmeli, onlar gibi, onlar gibi ve onlar gibi…

Akıl alır gibi değildi bu savruluş. Bu gidiş ve inanışın ne kuran’i, ne akli ne bilimsel zerre kadar oturduğu bir aks olmamasına rağmen koca bir ülke teslim alınmış, teslim olmuş ve tüm hızıyla Araplaşıyor ve Araplaştırılıyordu.

Öyle ya !

Peygamber bir Arap’tı ve dolayısıyla peygambere ittiba etmek demek Arap olmayı ve Arap gibi yaşamayı gerektiriyordu. Aksi halde makbul ve muteber bir Müslüman olunması akla, mantığa, bilim ve Kuran’i verilere göre ters düşüyor olsa (!) da baz alacağımız yegane kaynak Arap rivayetleri, Arap efsaneleri, Arap hikayeleri, yalanları, dolanları ve üç kağıtçılıkları olmalıydı…

Oysa Kuran, akıl ve insanlık birikim havuzu hala canlı, hala dinamik ve hala sapasağlam şekilde önümüzde durmaktadır. Bütün bunlara sırt çevirmek, duyarsız ve umarsız davranmak evvela Allah, Kuran ve İslam’a savaş açmanın en ahmakçası olduğunu kavrayıncaya kadar Araplaşmaya, düşünceden düşünceye, coğrafyadan coğrafyaya, ütopyadan ütopyaya savrulacak zümrenin sayısız hiçbir zaman azımsanır şekilde olmayacaktır.

Kuran sapasağlam şekilde duruyorken ve bu cevheri aklı ile tefekkür edenlere selam olsun…

.

Yorumlar (2)
Hasan Duran 4 yıl önce
Kaleminize sağlık
Mehmet Yumrutepe 4 yıl önce
Kaleminize sağlık Turan Bey yine derinlere dokunan bir yazı
12
az bulutlu