banner4
02.03.2021, 14:37

ZORBANIN ZİHNİYETİ VE DİLİ

“Yeni Anayasa ilân ve tatbik mevkiine girinceye kadar bütün siyasî partilerin faaliyetini menediyorum.

Aksi hareketleri çok şiddetle cezalandıracağım.

Vatandaşlarımın verilen tebliğlere riayet etmelerini bilhassa rica ederim.”

Altında Cemal Gürsel imzası var bu metnin. 28 Mayıs 1960’da sözlü olarak tebliğ edilmiş. 30 Mayıs 1960 tarihli Resmî Gazete’de ise “Milli Birlik Komitesi’nin Siyasi Faaliyetlerin Menedilmesi Hakkında Tebliği” başlığı ile yayımlanmış.

Darbeci bir “Komite” adına yazılsa da birinci tekil bir anlatım kullanılmış. Mesela “menederim”, “cezalandıracağım”, “rica ederim” diyor. “Vatandaşların” da diyor gerçi, ama bir sürüden bahseder gibi. Sürüden ayrılanların canını yakarım der gibi…

Bu üslubun süreç boyunca devam ettiğini söylemek söz israfına girer. Fakat eksik söyledik, süreç boyunca dedik. Bu üslup, benzeri süreçler boyunca devam edip gider.

Mesela 12 Eylül 1980’de darbeci orgeneral Kenan Evren’in yaptığı açıklamaya bakalım:

“... iki yıldır her fırsattan istifade ile muhtelif defalar verdiğim beyanat ve radyo televizyon konuşmalarımda da bu hayati önemi olan konuları dile getirmiştim.”

“… Bugünden itibaren yeni hükümet ve yasama organı kuruluncaya kadar muvakkat bir zaman için yasama ve yürütme yetkileri benim başkanlığımda…”

“… Yurtta kan dökülmemesi için bütün vatandaşlarımın tahriklere kapılmaksızın sükunet içinde yayınlanacak bildiriler doğrultusunda hareket etmeleri ve ikinci bir bildiriye kadar sokağa çıkmamalarını rica ederim.”

Her ne kadar metin “mutlu ve aydınlık yarınlar dilerim” diye bitse de, dil ve üslubu oluşturan genel yapı, tek kişinin zihniyet dünyasını yansıtan tehdit ve tahditleri kapsamaktadır.

Bir kazı çalışması yapın 28 Şubat 1997 MGK Kararlarında, 27 Nisan 2007 Genelkurmay Başkanlığı Basın Açıklamasında,… karşınıza çıkar bu üslup.

Üstelik biz yazılı ana kaynaklara atıflar yaptık; bir de benzeri aktörlerin gündelik konuşmalarına, yaptıkları hitabetlere, verdikleri demeçlere bakmak lazım.

Oluşturdukları süreç itibariyle, muktedir olabildikleri ve tahakküm edebildikleri için, kabul edilmişlik istatistikleri yüksek seyir takip edebilir. Çevrelerinde oluşan her türden ıhtırıcı halenin katkısıyla bu süreç bir dem sürer.  Fakat hiçbir kesret ilanihaye değildir; “hüvel bakî” olan tektir.

Niye yazıyoruz bunları? Bir hiç için mi? Evet!

Bunu açıklamak için Marc Auge’nin Unutma Biçimleri’nde (Çev. Mehmet Sert, YKY, İst., 2020, s. 46) söylediği şu cümleye müracaat edeceğiz: “Faşist, bellekten yoksundur. Hiçbir şeyden ders almaz. Başka bir deyişle hiçbir şeyi unutmaz, kendi takıntılarının kesintisiz şimdiki zamanında yaşamaya devam eder.”

Genel bellekten, sonsuz büyük anlatılardan, ezeli ve ebedî insanlık hallerini belleğinden iptal eden “faşist”ten bahsediyor önce müellif. Akabinde, onun küçük beyninden. Oradaki “takıntılar”dan.

Bütün öfkeyle yatıp kalkmalar, destursuz atıp tutmalar, sınırsız asıp kesmeler, ölçüsüz bağırış çığırışlar, olur olmadık had bildirmeler, bitimsiz kin gütmeler…

Evrensel bellekten mahrumiyet ve şahsi doyumsuzluk, zorbayı zorba, faşisti faşist yapıyor. Maalesef insanlık tarihi bu metaforun figüratif örnekleriyle dopdolu. Sadece tarih mi? Kültür, sanat, edebiyat eserleri; tiyatrolar, şarkılar, şiirler… bu figüratif kahramanların zelil hallerinin betimlemeleriyle büyük bir külliyat halinde hizmetimizde...

Yorumlar (0)
12
az bulutlu