banner4
02.02.2020, 20:43

SEKÜLER DÜNYANIN İKİ YENİ DİNİ; SAĞCILIK VE SOLCULUK

Seküler dünyanın idari anlamda dayandığı iki temel dünya anlayışı söz konusudur. Biri sağ tandanslı kapitalist devlet anlayışı ve diğeri ise sol tandanslı komünist dünya anlayışı.

Bu iki dünya görüşünün alt yapısını da besleyen, gelişmelerine zemin oluşturan sekülarist yaşam kültürüdür. Günümüzde modern insanın yaşamı kapitalizmin
ideolojisi olan sağın hükümdarlığı altındadır. Halihazırda dünyada bu görüşün dışında kalıp insanlığa alternatif yol gösterecek dişe dokunur bir oluşum görünmemektedir. Bütün dinler, görüşler, kapitalist anlayışın içerisinde kalarak olay ve olgulara yaklaşmaktadırlar.

Sekülerizm, modern hayatı aklın öncüllerine göre dizayn eden, kutsayan ve tefsir eden dünyevi bir yaşam biçimidir.

Sekülerlik kavramının epistemolojik kökenini tarihin eski çağlarına kadar götürebiliriz. Hz.Adem ve Havva’nın cennetten dünyaya gönderilişinin kıssası olarak da okunabilir.

Sekülerizm, modern batı medeniyetinin yansıması olarak ortaya çıkmış bir harekettir. Reform, rönesans, hümanizm, pozitivizm düşüncesi üzerinde varlık bulmuş
ve eski dünya inançları yerine yeni dünya inançlarını ve kutsallarını icat eden bir yaşam biçimi olarak ortaya çıkmıştır.

Sekülerizm sözde geleneksel değer anlayışlarına ve onun kutsallarına karşı olma ve bu kutsalları insan hayatından saf dışı ilan ederek bireyin özgürlüğünü sağlamaya çalışan bir hareket olarak kendisini takdim ederken, zamanla yeni kutsallar icat ederek yeni bir toplum inşa etmeye çalıştığını görüyoruz. Eski kutsallara karşı yeni kutsalların inşası sadece semboller düzeyinde değil, sosyal yaşam ve bilinç düzeyinde yürütülen eğitim sistemi ile sağlanmaya çalışılmaktadır.

Her çağ ve anlayış, kendisine özgü yeni kutsallıklar icat eder. Artık dini çağrılara (Çan/Ezan) karşı; milli marşlar, kutsal bayramlara karşı; resmi tatil günleri ve milli
bayramlar, dini sembollerin (Haç/Hilal) yerine; ulusal flamalar ve bayraklar, peygamberler ve onların takipçileri (havari / sahabe) karşısında; siyası liderler ve milli kült kişiler arzı endam etmektedir.

Modernizmin hüküm sürdüğü bir yerde, eski değerlerin önemini yitirdiği ve yeni değerlerin inşa edilmeye çalışıldığı bir yerde, din hem vardır, hem de yoktur. Seküler dünyada din artık bir düşünce ve insan yaşamında bir aksiyon olarak değil retorik bir imge olarak varlığını sürdürmektedir.

Sekülerizmin olumsuz tarafları olduğu gibi birçok olumlu tarafı söz konusudur. Bireyi yerellikten ve bağnazlıktan kurtarıp, aklını kullanmasını ve dünyayı anlama yetisini kazandırması başlıca bir devrimdir.

Sekülerizmin yönetsel kaynakları olan sağ ve sol kavramları tümüyle batıya özgü kavramlardır. Katolik sağ ve ortodoks sol penceresi dışında kalarak dünyaya
baktığımızda; Sol, bir zamanlar batıda kapitalizmin putlarını yıkmak için 20.yüzyılda hayatın her alanında aktif bir ideoloji iken, bugün ise ölü bir toprak gibi her yerde yerelleşip coğrafi koordinatlara göre yeni putlar icat etmekle meşgul ölü bir cenin pozisyonundadır. Evrenselliğini yitirmiş ve kapitalizmin gönüllü kulluğuna soyunmuş ve onun bunalımına uygun reçeteler üreten bir harekete dönüşmüş haldedir Artık solun da kendisine göre ikonları, inançları sembolleri ve tartışmasız ön kabulleri olan tutucu bir ortodoks mezhebine dönüşmüş haldedir.

Sağ, değişimi ve dönüşümü içermez. Varlık gereği olarak kendisini muhafaza etmeye çalışır. Ortaya çıkış gerekçesi olarak muhafazakardır. Mevcut yapıyı kutsayıp tütsülediği için insanlığa yeni bir şeyler vermekten her zaman uzak bir hareket olarak var olagelmiştir.

Sol ise mevcuda itiraz ettiği için söyleyecek sözü ve manifestosu olan bir hareket olagelmiştir.
Ülkemizde ise bu durum daha karmakarışıktır. Sağ, sol olmakta, solda sağ olabilmektedir. Rahmetli Prof. Dr. İdris Küçükömer’in dediği gibi birbirleri ile yer
değiştirmiş haldedirler.

Sağ reflekstir ve gücünü karşı tarafın pozisyonuna göre belirler. Evrensel ve insani temalara göre pozisyon geliştirmez. Sol, bir şeye "ak" diyorsa sağ "kara" demeye hazırdır. Çünkü sağ, varlığı gereği olarak reaksiyoner bir yapıya sahiptir. Soğuk savaştan beri pozisyonunu sol jargona göre konumladığı için gelişme ve toplumsal yapının değişimiyle ilgili kavramlara karşı bütünü ile cephe almış durumdadır.

Sağ, yerli olmadığı gibi milli de değildir. Batıdan bize intikal eden kilise ve kraliyet yanlısı bir hareketin uzantısıdır.

Sol ise batıda yerel aristokratların, burjuvaların, kent yoksullarının (proleterya) bir hareketi olarak ortaya çıkmış bir harekettir. Mutlak kilise ve kraliyet yönetim  gücüne karşı çıkan ve ulus/devlete evrilen yolun taşıyıcısıdır sol. Bu anlamıyla ilericidir. Türkiye’de sol, hala bu ilk evrenin bir ürünü olup, bir türlü bu ergenlik psikolojisinden kurtulamamakta ve çırpınıp durmaktadır. Tarihsel evrimini bir türlü tamamlayamamaktadır. Sol onun için bizanzisttir, müdahalecidir, dini inançlar ve etnik yapılar karşısında eşit mesafede durmayıp nasyonalist tavırlara kolaylıkla bürünebilmektedir. Toplumsal olgulara yaklaşımı ve refleksi, hala Fransız ihtilalinden kalma ulus / devlet kıvamında atmaktadır.

Türkiye’de sağ veya sol hareketler daha ilk bebeklik çağlarından kalma özellikler taşımaktadır. Rijittirler, keskin inanç ve doğmalara sahiptirler ve topluma bakışları
sosyal mühendislik düzeyindedir. Bunun ana nedeni Batı toplumlarının doğu toplumlarından farklı bir tarihsel özgeçmişe sahip oluşlarıdır. Batıda aristokrasinin, burjuvazinin ve sivil toplumun sosyo-ekonomik yapısı güçlü ve köklü bir geçmişe sahip olduğu için demokrasi gelişmiştir.

Asya tipi toplumlarda millet ile devlet/iktidar arasında güçlü bir ara sınıf ol(uş)madığı için mutlak iktidarlar hep nevzuhur etmiş ve çoğulcu demokrasi
kültürü bir türlü gelişmemiştir.

Batıda krallık, kilise ve aristokratlar arasında paylaşılan bir iktidar aygıtı söz konusu iken, Doğu toplumlarında otoritenin paylaşılmayacağına dair mutlak otoriteye sahibi olan yöneticiler hep varolmuştur. İtaat ve biati farz, karşı gelenleri mürted veya siyaseten katl ve kendilerini “Yeryüzünde Tanrı’nın gölgesi” olarak tanımlamış ve tanıtmış yöneticilerin bolluğundan geçilmiyor. Bütün bu tarihsel mirasa karşılık doğu ile batıdaki din olgusu bütünü ile birbirlerinden farklı bir gelişim çizgisine sahip olagelmiştir.

Doğuda din, mutlak iktidara karşı toplumun nefes alabildiği, halkın hakkını seslendirebildiği bir alan olmuştur.

Batıda ruhbanlık sınıfı altında örgütlenen, servet ve gayrimenkullere sahip ve iktidara ortak olan bir kilise yapısı söz konusu iken, İslam’da ruhbanlık sınıfının olmayışı, caminin herhangi bir gelir getirici servete ve gayrimenkule sahip olmayışı, mevcut iktidarlara karşı halkın yanında yer alması camiyi özgül ve özerk  kılmaktadır.

Doğuda mutlak iktidara ve yöneticilere karşı halkın sığındığı tek yer camii olmuştur. Kur’an’da “Din Allah’ın oluncaya…” kadar din kisvesi altında örgütlenen yapılara karşı mücadele edilmesi fikri, İslamiyeti diğer dinlerden farklı ve orijinal kılmaktadır. Onun içincami sivildir, mutlak otoriteye karşıdır ve toplumun nefes aldığı tarihsel bir ana koridor olagelmiştir. Bu da doğuyu batıdan ayıran önemli bir ayrıntıdır. Doğu ve batıda seküler yaşamın farklı nüksetmesi de bundandır. Sekülerizm ve laiklik kavramına bir de bu açıdan bakmakta fayda vardır.

Yorumlar (0)
12
az bulutlu