banner4
24.10.2019, 19:02

ORTADOĞUDA BİTMEYEN SAVAŞLAR, GELMEYEN HUZUR VE ARZ-I MEV’UD SAFSATASI

Günümüzde artık herkes, Ortadoğu’daki her türlü huzursuzluğun, ardı arkası gelmeyen savaşların, milyonlarca mağdur, masum, evsiz-barksız, aç ve çaresiz kalmış insanların oluşturulmasının altında yatan temel nedenin İsrailin ve yahudilerin olduğu artık herkesin malumu. Adı konamasa, açıkça dillendirilmese de malumu.

Bu konuları daha iyi anlamak için, yahudilerin ve hristiyan evanjelistlerin özellikle dini ve siyasi inanç ve anlayışlarını, bu çerçevede de nihai ideal ve amaçlarını iyi anlamak ve tahlil etmek gerekir.

Bizim, vaad edilmiş topraklar anlamına gelen Arz-ı Mev’ud olarak bildiğimiz/adlandırdığımız husus, İbranice’de Eretz Israel (İsrail’in diyarı, vatanı) denilen bir bölgedir ve Ahdi Atîk’te bu “Kenan Diyarı” olarak geçer. Ahdi Atîk ise, onların inanışına göre tanrının Musa ile yaptığı anlaşmadır. 

Hristiyanlara göre ise, son ahit, Tanrı ile İsa arasında yapılmıştır. Özetle, Eski-Ahit Tanrının Hz Musa ile Sina’da yaptığı anlaşma, Yeni-Ahit ise, İsa ile yaptığı anlaşmadır. Bazı hristiyan inanışında ise Yeni-Ahit, İsa’nın son akşam yemeğinde kendisine inanan havarileriyle yaptığı sözleşme olarak kabul edilir.

Sonradan tahrif edilen Tevrat’a göre, güya Hz İbrahime “Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat ırmağına kadar olan bölge (Tekvin: 15/8)”, “Hz Musa ve Yeşu’a yapılan vaadde “Ayak tabanlarının basacağı her yer sizin olacak (Tesniye 11/24; Yeşu,)” denildiği belirtilmektedir.

Yahudiler M.S. 70 yıllarında bu bölgelerden uzaklaştırılmışlar, ancak geri dönmek hayallerini hep içlerinde yaşatmışlardır.

Gerek tahrif edilmiş Tevrat’ta yer verilen hükümler ve gerekse yine tahrif edilerek sonradan Matta, Markos, Luka ve Yuhanna tarafından kendi isimleri de verilerek yazılan İncil’de bu konularda birçok çelişkiler vardır.

Vaad Hz İbrahime yapılmışsa ve bu bir hak doğuruyorsa, bu hak İshak a.s. soyundan gelen yahudilere olduğu kadar, İsmail a.s. soyundan gelen nesiller için de geçerli olması gerekmez mi?

Öte yandan, bu vaadin ve hakkın geçerli olması için anlaşmaya bağlı kalınması yani anlaşmanın diğer bir tarafı olan yaratıcıya (Allah’a) mutlak itaat gerekir. Kuranı Kerim’de Maide Suresinin 12. ayeti de zaten buna işaret etmektedir. 

Oysa onlar, Bakara Suresinin 61. ayetinde bildirildiği üzere, Allah’ın ayetlerini inkar etmişler ve peygamberleri öldürmüşlerdir. Çoğu kez ahidlerini bozmuşlardır (Bakara Süresi 100, Nisa Suresi 155), bu nedenle de cezalandırılmışlardır (Nisa Suresi: 156). Nihayetinde de anlaşmaları bozmaları nedeniyle lanetlenmişlerdir (Maide Suresi: 13). 

Cenab’ı Allah Enbiya Suresinin 105. Ayetinde de, “zikirden (Tevrat’tan) sonra Zebur’da, yeryüzüne kesinlikle Salih kullarımızın varis olacağını yazmıştık” buyurmuştur.

Şimdi bazıları diyecekler ki, iyi tamam da onlar (gününüzün hristiyanları ve Yahudileri) Kuranı Kerim’e inanmıyorlarki. Evet doğru, inanmıyorlar ama işte bu nedenle inanmıyorlar. Çünkü eğer inanırlarsa, söyledikleri ve iddia ettikleri tüm bu hususların kendilerinin uydurdukları birer yalan ve sanki Allah (c.c.) böyle buyurmuş gibi söylemeleri yani uydurmaları nedeniyle de (haşa) Allah’a attıkları bir iftira olduğu ortaya çıkacak ve bunu kabullenmiş olacaklardır. Bu durumda da, bu kadar cinayeti, fesatı, toplumları sömürmeleri, kanı, göz yaşını, tecavüzleri, maddi sömürüleri vs vs vs nasıl izah edeceklerdir? Kolaymı? Şeytan ve nefis bırakır mı?

1897’de İsviçre/Basel’de yapılan ilk siyonist kongresinde alınan kararların başında, müteakip 50 yıl içerisinde Filistin topraklarında İsrail devletinin kurulması, 100 yıl içerisinde de Büyük İsrail Devletinin kurulması var idi. Büyük İsrail devleti, günümüzde büyük Ortadoğu Projesi olarak adlandırıldı. Çünkü büyük İsrail projesi diye doğrudan ve mertçe söyleselerdi ortalık karışırdı. Onun için kuzu postuna bürünmeleri gerekiyordu ve öyle de yaptılar.

Theodor Herzl’in, 1897’de İsviçre’nin Basel şehrinde yapılan bu toplantıyı ve toplantıda alınan kararları müteakip, rahmetli Sultan Abdülhamid’e gelip Filistin’i parayla satın almak istemesi, bu sürecin başlatılması amaçlıydı. 

Osmanlı’nın devasa borçlu olduğu, aynı zamanda 7 düvelin düşman kesildiği bir dönemde rahmetli Sultan Abdülhamid’in buna hayır demesiyle, kendisine akla hayale gelmedik iftiralar attılar ve kendisine Kızıl Sultan adını taktılar, ve içimizdeki birçok (özellikle dönme) hainleri de kullanarak kendisini çok kritik bir dönemde tahttan indirdiler.

Abdülhamid Han’ın ne kadar büyük bir öngörü yani feraset sahibi olduğunu şimdilerde daha iyi anlıyoruz. 

O büyük sultan, hem biriken devasa borçları ödemek ve hem de o dönemin güçlü ülkelerine şirin gözükmek, bir de üstüne üstlük yahudilerin büyük desteklerini alabilmek için, Filistin topraklarını bedelinin çok üzerinde satabilirdi ve bu suretle daha uzun yıllar tahtta da kalabilirdi, ama Allah razı olsun ki yapmadı. 

Bunu yapsa idi, bir de günümüzde düşeceğimiz durumları düşünün: birçok iyilik yaptığımız ve Müslüman kardeşlerimiz dediğimiz tüm Arap ülkeleri daha doğrusu halkları değilse bile yöneticileri, Batılıların da tahrikleriyle bugün bu konuyu dillerine pelesenk ederek bir bahane bulmuş olmazlarmıydı? Ya Avrupa ve ABD bunu bize karşı olumsuz propaganda İçin tepe tepe kullanmazlarmıydı? 

Bu vesileyle o veli sultan Abdülhamid Han’ı bir kez daha minnet, saygı ve rahmetle anıyorum.

Bunun hemen akabinde, yahudilerin hedefe giden yolu açmak için çıkardıkları fitnelerin büyümesiyle ve 1897’deki ilk siyonist kongreden sadece 17 yıl sonra 1. Dünya Savaşı çıktı. Gerekçesi tarih kitaplarında yazdığı ve bizlere öğretildiği gibi, 28 Haziran 1914’te Avusturya-Macaristan Veliaht Prensi Franz Ferdinand’ın ve eşi Sofia’nın Saraybosna’da sırp milliyetçisi Gavrilo Princip tarafından öldürülmesimiydi? yoksa bir kıvılcım, bir bahane aranıyordu da, bu cinayet bahanesi mi oldu?

Artık anlıyoruz ki, bahane aranıyordu ve bulundu. Bunun dışında 1. Dünya savaşının çıkış nedenleri arasında sayılan, sanayi devrimi, milliyetçilik akımları, imparatorlukların yıkılması, hammadde ihtiyacı, petrol vs vs hep tali nedenlerdir bana göre. Bunlar da önemli nedenlerdir elbette ama, Asıl neden 1897 de alınan kararların hayata geçirilebilmesi amacıdır. Dolayısıyla 1 taşla birkaç kuş vurulmuştur. Özellikle petrol gelirleriyle hem savaşın giderlerini, hem de İsrail devletinin kuruluşunu finanse etmişlerdir.

1. Dünya Savaşı ile ilk adım atılmış ama asıl amaç bir şekilde gerçekleştirilememiş olduğundan, 2. Dünya Savaşı çıkartılmıştır. Alt yapısını hazırlamak ve zemin oluşturmak için de hitler ve mussolini gibi faşist milliyetçi deliler bulunmuş ve kullanılmıştır.

2. Dünya Savaşı sonrası, Ben Gurion 1948’de İsrail Devletini ilan ederken söylediği “Filistin’in bugünkü haritasını İngilizler çizmiştir, oysaki yahudi halkımızın, gençlerimizin, yetişkinlerimizin yeniden çizmesi gereken bir haritası vardır, ki o da Nil nehrinden Fırat nehrine kadar olan bölgeyi içine alır” sözleri, 1974 yılında dönemin İsrail Savunma Bakanı Ariel Şaron’un söylediği “Türkiye de ilgi alaka alanımız dahilindedir/içindedir” sözleri yeterince açık değilmidir?

Neticede, tam hedefleri olan, yani kastettikleri vaadedilmiş topraklar Mısırdan ve Suudi Arabistandan bir bölümü, Lübnan, Suriye ve Irak’ın tamamını, İran’ın bir bölümünü ve Türkiye’mizin de Fırat nehrine kadar olan bölümünü (ki bu kapsamda aşağı yukarı Van Diyarbakır, Gaziantep, Kilis,  Adıyaman,  Malatya, Kahramanmaraş, Osmaniye, Adana ve Hatay illerimizi tamamen veya kısmen içine alan bölgedir.) kapsamaktadır.

(Dikkat edersiniz, doğuda bu bölge dışında kalan alanlarda da Ermenistan’ın hayalleri vardı).

Peki, Yahudi olan İsrail’e, Hristiyan olan Avrupa ve ABD neden bu kadar açık bir destek vermektedir?
Bunun esasen 1 tek temel nedeni vardır: o da İncilde yapılan tahrifat ile Aziz Paulos tarafından konulan hükümdür. Yani kısaca dini inanmışlık ve idealler.

Önce bu tahrifata, sonra da günümüzdeki Evanjelist inanışına bir bakmakta yarar vardır.

M.S. İlk yıllarda (ki Hz İsa ile yaklaşık aynı zamanlarda doğduğu söylenilir) Tarsus’ta bir yahudi ailenin çocuğu olarak doğduğu ve 30 yaşlarına kadar kendisi de yahudi inancını benimsediği belirtilen, başlangıçta yahudi iken güya rüyasında İsa’yı gördüğünü söyleyerek hristiyan olan ve buradan yürüyerek zaman içinde efsaneleşen, günümüzde bile St. Paul efsanesi olarak bilinen, Aziz Paulos, özellikle  Luka tarafından yazılan incilde bir çok değişiklik yapmıştır. İşte bu adamın incile ilave ettiklerinin en başında da, ”bu topraklar İsrailoğulları’na vaadedilmiştir.” mealinde uydurup Tevrat’a derc ettiği hükümlerdir. 

Buna göre incilin sayılar 34:1-12 bölümünde, bu topraklar güneyde Mısır nehri, Zin çölü, batıda Akdeniz, kuzeyde Hor dağı, doğuda Ürdün (şeria) ırmağı ve Lut gölü ile sınırlı iken; Tekvin 15:18’de ise aynı gün Tanrı İbrahim’e “senin soyundan gelenlere Mısır nehrinden büyük nehire ve Fırat nehrine kadar uzanan toprakları veriyorum” diyerek yeni bir anlaşma yaptı der. 

İşte çok genel ve özet olarak aldığımız incilin bu hükümleri, hristiyanlarla yahudileri adeta kaynaştırır ve kader birliğine iterek dost yapar.

Şimdi mucizeye bakın ki, Aziz Paulo’sun incilde kafasına göre yaptığı bu tahrifat ve eklemelerden takriben 550-600 yıl kadar bir süre sonra peygamber efendimiz Hz Muhammed a.s.’a vahiy yoluyla gelen Kuran-ı  Kerim’de Maide Suresinin 51. Ayetinde “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları Veli/dost edinmeyin, onlar birbirinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o da onlardandır. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez” buyurmuştur. Anlayana, anlamak isteyene!..

Evanjel, Yunancada iyi haber, müjde, genel kabul görmüş kurtuluşa götürecek olan gerçek, anlamlarına gelir.

Cenab’ı Allah’ın Hz İsa peygambere Cebrail a.s. vasıtasıyla vahiy yoluyla indirdiği kutsal kitap İncil’i kafasına göre değiştirerek,Matta, Markos, Luka ve Yuhanna isimli şahıslar tarafından yazılmış ve günümüzde de bu isimlerle bilinen bu 4 adet incilin her birine, iyi haber-müjde, kurtuluşa götürecek gerçek anlamlarında “Evanjel” denir. Evanjelizm de, bu kitaplarda yer alan kural, kaide ve emirlere yönelmektir.

Evanjelizmde nihai hedef cennete gitmektir. Ancak bunun için yapılması gerekenler aşama aşama gerçekleştirilmelidir. 

İlk amaç ve aşama Filistin topraklarında bir yahudi devleti kurmak idi ve bu 2 tane dünya Savaşı neticesi gerçekleşti. 

İkinci hedef ve aşama büyük İsrail devletinin kurulmasıdır. Bu amacı gerçekleştirmek için, Büyük İsrail projesi diyemediklerinden büyük ortadoğu projesi (BOP) diyerek Ortadoğu’da projeyi uygulamak için düğmeye bastılar. Bölgedeki ülkelerden ve özellikle de Türkiye’den doğrudan savaş vb yollarla toprak alamayacaklarından, bölgede pkk gibi, deaş gibi kanlı terör örgütleri ihdas ettiler ve Kürdistan kurmak gibi güya bu bölgede yani ortadoğuda daha masum ve kabul edilebilir hedefler ortaya koyarak vekalet savaşları başlattılar.

Herkesin dikkatini çekmiştir: Suriye’ye önce deaş girdi, yaktı yıktı öldürdü ve bu şekilde ele geçirdiği bölgeyi pkk ya devretti. Çok ilginç değil mi? Bir o kadar daha ilginç olan, pkk marksist leninist ideolojiye sahip iken, deaş güya sünni Müslüman idi. Oyun ve kurgu bile oldukça sinsi ve bir o kadar da kalleşçe idi.

Öte yandan, Kürdistan kurmak için verildiği iddia edilen bu sözüm ona savaşta, hiç kimse niçin ingilizin, almanın, fransızın, hollandalının, belçikalının, çinlinin, rusun, hatta kapının vs vs vs de buraya gelip savaştığını sorgulamadı. Kimi zaman sadece paralı asker denilip geçiştirildi ama gerçek bu mu idi? Kimse öldürülen bazı teröristlerin niçin ermenistan bayrağına sarıldığını sorgulamadı; kimse niçin bölgede Ermenistan, İsrail ve ABD bayrakları ile gösteriler yapıldığını da sorgulamadı yada sorgulayamadı. Eee hani Kürdistan kurulacaktı? Bu ne yaman çelişki?

Ancak ülkemizin Fırat kalkanı, zeytin dalı, barış pınarı harekatları ile Suriye’de, ve pençe harekatı ile de Irak’ta, özellikle de son 1 ay içerisinde ilaveten hem sahada hem masada yaşanan gelişmelerden sonra tamamen hüsrana uğradılar ve sanırım kısa bir dönem için yeni fitne planları/projeleri yapmak üzere beklemeye geçtiler. Fakat kesinlikle eminimki pes etmeyecekler ve fitnelerine yeni isimler, yeni projelerle devam edeceklerdir. Çünkü sapık inançları bunu gerektirir.

Ayrıca burada yeri gelmişken, ülkemizin Güneyinde ve güneydoğusunda yani arzı mev’ud kapsamına giren bölgelerde, Batılılara ve yahudilere satılan gayrı menkullere dikkat çekmek istiyorum, bu konunun da oldukça hassas olduğuna ve bunların gizli emellerinin bir parçası olduğuna inanıyorum, en azından ciddi kuşkularım var benim. Çünkü, derler ya, şeytan ayrıntıda gizlidir.

Üçüncü hedef ve aşama, incilin tüm dünyaya “müjde”, “iyi haber”, “kurtuluşa/cennete götürecek gerçek” olarak vaaz edilmesidir. Bu husus, günümüzde her türlü süslü, sempatik ve maddi cömertlik vb gibi yollarla hristiyan misyonerlerce yerine getirilmektedir.

Dördüncüsü “türbülasyon ya da kaos dönemi” olarak adlandırılan dönemdir. Büyük bir kaos olacak, İsrail işgale uğrayacak, ancak ABD ve İngiltere başta olmak üzere, Batılılar (eski ismiyle Haçlılar yani) yardıma gelerek, İsrail’i kurtaracaklardır. Bugün, Ortadoğu’daki ABD ve diğer batı ülkelerinin askeri üslerinin kuruluş ve varlık gerekçeleri bu olabilir mi? Düşünmek lazım.

Beşinci safha, Hz İsa dünyaya inecek ve kendilerinin Armageddon diye adlandırdıkları büyük savaş başlayacak ve bu savaşın sonunda müslümanlar yenilecek, kendileri çok büyük bir zafer kazanacaktır.

Son aşamada ise, kıyamet kopacak ve evanjelistler bu süreçteki büyük gayretleri ve hizmetleri nedeniyle cennete gideceklerdir.

Baştan sona tüm bunlara dikkat edilirse, hepsinin nedeni dini inanış ve anlayışlarıdır. Oysa ki her 2 din de Allah’ın indirdiği, bildirdiği din olmayıp, insan eliyle yapılmış, çarpıtılmış, bozulmuş, tahrif edilmiş din haline getirilmiştir. Dolayısıyla gerçekleşmesi imkansızdır. Çünkü asıl plan Allah’ın planıdır ve Allah c.c. tuzak kuranların en hayırlısıdır. Ve dinini indiren de koruyacak olan da yine Cenab’ı Allah’tır.

Öte yandan, hristiyanlar da yahudiler de dini nedenlerle ve anlayışlarla herşeylerini dizayn ederlerken Ve herşeylerini buna göre kararlaştırırlarken, bizim ülkemizde din düşmanlığı sizce de çok manidar değil mi? Dinimizin sulandırılma çabaları, dinden adeta sistemli olarak uzaklaştırılmamız ve dinden bahsedilmesinin bile gericilik, cahillik, kültürsüzlük sayılması tesadüf mü? yoksa 1-2 asıra dayanan sistematik ve kasıtlı çabaların sonucu mu?

Her ne kadar bizim dinimizin de yeterince hurafelerle doldurulduğu ve kirletildiği maalesef bir gerçek olmakla birlikte ve hatta kimi çevreler veya kişilerce zaman zaman herşeye alet edildiği de yine maalesef ortada iken, baştan beri ortaya koymaya çalıştığımız hakikatler karşısında, bizim bu rehavetten uyanmamız çok acil ve elzem değil mi?

Selam, saygı ve duayla!...

Yorumlar (2)
Kenan Canıtez 5 yıl önce
Aslında tüm dünyanın ortak dini sevgi insanları sevmek hayvanları tüm canlıları ve doğayı sevmek saygı göstermek sevgiye inanarak yaşadiklarinda insanlar günah işlememiş olurlar. Zaten tüm peygamberler ve getirdikleri kitaplar sevgiyi aşılayarak emrediyor. İbadet şekilleri söylendiği gibi şekilcilik herkes yaratana yüce Allah'a yakın olmak için ibadet yapıyorlar cami kilise havra Cem evi vs vs hepsininde belirli kuralları var ancak sonuç olarak sevgiye inanmak sevdiğin için zarar verenezsin kul hakkı ortadan kalkar Allah'ın verdiği canı almak ortadan kalkar hırs olmadığı için savaşlarda kavgalarda olmaz.
Kenan Canıtez 5 yıl önce
Aslında tüm dünyanın ortak dini sevgi insanları sevmek hayvanları tüm canlıları ve doğayı sevmek saygı göstermek sevgiye inanarak yaşadiklarinda insanlar günah işlememiş olurlar. Zaten tüm peygamberler ve getirdikleri kitaplar sevgiyi aşılayarak emrediyor. İbadet şekilleri söylendiği gibi şekilcilik herkes yaratana yüce Allah'a yakın olmak için ibadet yapıyorlar cami kilise havra Cem evi vs vs hepsininde belirli kuralları var ancak sonuç olarak sevgiye inanmak sevdiğin için zarar verenezsin kul hakkı ortadan kalkar Allah'ın verdiği canı almak ortadan kalkar hırs olmadığı için savaşlarda kavgalarda olmaz.
12
az bulutlu