banner4
14.03.2020, 14:57

HUKUK’UN HUKUK’U

Gerek devlet ve gerekse toplumun uyması gereken kurallar bütününe hukuk diyoruz. Gerek devlet ve gerekse bireyin neyi nasıl yapması ya da yapmamasını belirleyen bu emirler manzumesi, sosyal hayatın anlam, ikame ve bekası için de elzem, hayati ve anlamlı bir zorunluluktur.

Dolayısıyla mesele hukukun kendisi ya da içerdiği yasaların bizatihi kendisinden kaynaklanmamaktadır. Elbette tüm hükümler, yaptırımlar ve kurallar bakımından mutlak doğruluğu içerdiği gibi anlamsız ve komik bir iddia içerisinde değilim ve olmam zaten olacak şey değildir.

Ancak, hukuki hükümlerin en kötüsü, en berbat ve uygulanabilirlik açısından en ilkel olanı dahi hukuksuzluktan çok daha evla olması bakımından içeriği bahsi diğer bir konu olarak bir köşeye koyuyorum.

Bir normlar bütünü olan ve olması gereken hukuk, herkes ve her şeyi ihata ederken kendisini ve uygulayıcısını bu ilkelerden azade tutar mı tutabilir mi ? elbette hayır. Ve hatta kendisi ve uygulayıcısına dair takınacağı tavır, devlet ve halka oranla çok daha çizgileri belirgin, tavizsiz, ilkeli ve mukayyet olmak gibi bir zarureti barındırmaktadır.

Hukuk, kendi özü, yani felsefesi bakımından evvela kendisini kantara koymalı, içerik, ruh, hakkaniyet, uygulanabilirlik ve uygulayan bakamından kendisini en hakkaniyetli şekilde yargılamalıdır. Zira ontolojik olarak zaten bu aks üğzerinde hayat bulan ve saygınlığını da bu kriterden hareketle alan hukuk ve hukukçunun, aksi bir davranış içerisinde bulunması demek, hayatın bütün işleyişinin kaotik bir boyuta evrilmesine zemin hazırlaması demektir.

Teşbihin imamesi konumunda bulunan hukuk, bu devasa sorumluluk bilincinden bir saniye dahi gaflet içerisinde bulunamayacağı gibi, kasti bir davranış içerisine girmesi ise toplumsal bir cinayetin faili olacağı anlamını taşımaktadır.

Hukukun varlığının ana kaidesi güveni teşekkül etmek, toplumsal huzur ve barışı hâkim kılmak, düzeni ikame etmek, adaleti gerçekleştirmek gibi ana ve omurga ilkelerden müteşekkil olması hasebiyle evvela kendisine karşı sorumluluk duyan ve duyması gereken bir öz ve felsefik boyutu bulunan bir disiplindir.

Böylesi önemli, anlamlı ve hayati ilkeler bütünü olan hukuk, herkesi eşit görmekten yana, herkese aynılık ilkesinden yaklaşmaktan yana ve herkese adaletin gereğini hükmetmekten yana bir hukuki yaptırıma tabi bir disiplindir.

Bir başka deyişle hukuk ve hukukçu evvela kendisine, kendi öz ve varoluş gayesine ve daha sonra da toplumun her ferdi ve yapısına karşın ciddi bir sorumluluk, yükümlülük ve yaptırıma tabi olan, layüsel bir tavır takınma lüksünden azade olan bir disiplindir.

İşte bu öz ver felsefesi bakımından insanı, hakkı, adalet ve özgürlüğü birincil çıkış noktası belirlemiş/ belirlemesi zaruri olan hukuk, vuku bulduğu toplumu ve o toplumla birlikte kendisini değerli bir nokta da konumlandırmayı da hak etmiş bir hukuktur.

Yazılı ve ya sözlü bir çok hukuk türevleri olmasına karşın tamamının özü, varlığı ve felsefesi, yukarı da üzerine basa basa bahsettiğimiz insan, hak, adalet ve özgürlük gibi hayati kavramlar üzerinden tanımlamış ve çıkış noktasını da böyle belirlemiştir.

Bu özelliklerden bağımsız bir düzende hukuktan, hak, adalet, özgürlük ve insan gibi değerlerden bahsedilemeyeceği içindir ki düzeni gayri hukuki bir düzen diye tanımlamakta ve kategorik olarak insanilik vasfından çok ötelere taşımaktayız.

Hukuk, kendisini, mevcut maddelerinden değil, ilkeleri ve felsefesi bakımından sorumlu tutmadığı sürece, evvela ve mutlaka kendisine olan saygısı ve mecburiyet bilincine sadık kalmadığı sürece, hiçbir değer ifade edemeyeceği gibi hiçbir değer de üretemeyecektir.

Hukuk, bizatihi değerin kendisi olması bakımından bütün diğer değerlerin de tetikleyicisi, ateşleyicisi ve taşıyıcısı olması bakımından son derece önemli ve gereklidir.

Hukuk ve hukukçu, bu özelliklerinin bir an evvel farkına varmalıdır..!!

Yorumlar (0)
12
az bulutlu