banner4
15.07.2020, 19:14

HOLOGRAFİK EVREN KAVRAMI VE İSLAM-04

İslam İle Kesişmesi

Kur’an bizlere Hucurat Suresi 49.13 ayetinde; “Ey insanlar! Kuşku yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve boylara ayırdık. Allah yanında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Kuşkusuz Allah tam anlamıyla bilendir ve bilgili olandır.” diye bildirmektedir.

Bu ayette, özvarlık konumundaki tek ruhtan ya da nefisten veya bilinçten yaratılan insanlığın çeşitliliklere ayrıldığını, ancak aslında yukarda anlattığımız gibi her bir özvarlığın doğasında holografik bir yapı taşıdığını belirtmektedir. Her bir ruh,tümel içinde bir temeldir ve varolan ve varolmuş tüm diğer ruhlarla bağlantı halindedir.

Cennetle ilgili olarak; Ali İmran Suresi 3.133 ayetinde; “Rabbinizin bağışına, genişliği göklerle yer arası kadar olan ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun.”,

Yine Hadid Suresi 57.21 ayetinde ise; “Rabbinizden bir bağışlanmaya ve eni, gökle yerin genişliği kadar olan, Allah’a ve Resulüne inananlar için hazırlanan cennete yarışırcasına koşun. İşte bu, Allah’ın bağışıdır. Onu dilediğine verir. Allah, büyük bağış sahibidir.” derken, eğer özvarlık olan ruh bir sürekliliğin parçası idiyse ve varolan ve olmuş bulunan tüm ruhlarla ilişki halinde olmakla kalmayıp diğer tüm atomlar, organizmalar ile zamanın ve mekanın içinde bir ilişki içindedir.

Bu “gerçekliğin” ikinci aşamasında şu akla gelir. Eğer bu gerçeklik, her bir atomun bir diğer atom ile ilişkide olduğu bir gerçeklik ise, evrenin merkezinde sayılan bir atom, en uçtaki ile de ilişkilidir. Bu ancak evren,gerçekten holografik temeller üzerine kurulmuşsa gerçekleşebilir. Şimdi bu bildirimi altıncı yüzyıldaki Arap toplumuna verdiğini düşünecek olursak ve onların kafalarını hologram gibi bir terimle karıştıramayacağını, en iyi şekilde tanımlamış diyebiliriz.

Her şeyin birbirleriyle bağlı ve ilişkili olduğu bir evrende zamanın tüm anlamını yitirdiği konusu, Kur’an’ın değişik yerlerinde şöyle ele alınır.

Hac Suresi 22.47 ayetinde; “Bir de senden acele azap istiyorlar. Oysaki Allah asla sözünden vazgeçmez. Kuşkusuz Rabbinin yanında bir gün, sizin saydığınız bin yıl gibidir.

Mearic Suresi 70.4 ayetinde; “Melekler ve Ruh ona süresi elli bin yıl olan bir günde yükselir.

Şeklinde bizlere bildiriliyor. Zaman kavramı, Allahbakımından ele alınıldığındaanlamsızlaşır, çünkü Allah, zamandan ve mekandan uzak ve öte olandır. Gelecek bir zaman içinde insan için bile bu olabilir olacaktır.

Fiziksel ve Kuantum Gerçeklikler Arasında, Fiziksel veya Maddesel Varlık Yalnızca Bir Örtüdür;

İnsanlık bir şeyler yaparken, “orada” ve “orada olmayan” gibi kendimizinmeydana getirdiği ortak gerçeklikler içinde hareket ederiz, çünkü insan bilincinin her düzeyinde tüm akılların birbiriyle bağlı olduğu düzeyi bir şekilde ilkelendirmeye çalışırız. Daha da ötesi aklımız, frekanslardan oluşan bulanıklığı dönüştürerek algılama boyutumuza taşır ve bu Yaradan’ın ışığı ile yanarak bunlara bir de tutarlılık kazandırırız. Bu fiziksel veya maddesel yanılsama örtüsü gözlerimizden ancak varoluşun gerçek biçimini bulduğumuz bir diğer aşamada kalkacaktır.

Yüce Allah bunu bizlere, Kaf Suresi 50.22 ayetinde; “Andolsun ki, sen bundan gaflette idin. Şimdi gaflet perdeni açtık; artık bugün gözün keskindir.” şeklinde bildirmektedir.

Beynin mercekleri ve süzekleri  içinden gördüğümüz her şey,aslındamadde biçiminde ortaya çıkar, ancak biz merceklerimizden kurtulursak onu bir çakışan kalıbı içinde görürüz, çünkü bizim merceklerimiz maddesel ve kuantum gerçeklik arasında bir örtü görevi görür. Keskin görüş, kişinin kendi yaşamının, yaşamın en ince ayrıntısında dahi saklı olduğunu görmesini belirtir.

Gerçekten bunu bize Kur’an, Nur Suresi 24.35 ayetinde; “Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun göstergesi şudur; Duvarda bir oyuntu; içinde bir kandil, kandil de bir cam fanus içinde. Fanus sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Kutlu bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile neredeyse aydınlatacak kadar berraktır. Nur üstüne nur. Allah, dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah, insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi tam anlamıyla bilendir.” şeklinde bildiriyor.

Nur, Arapça bir sözcük olup anlamı ışıktır, aynı zamanda bilinçli ışık, ruhsal ışık, kılavuz ışık anlamlarınadahi gelir. Aslında Allah, göklerin ve yerin ışığıdır, çünkü onun ışığı her yerde varlık bulmaktadır.

Burada bize anlatılmak istenilen en önemli olgu şudur; Biz, yani tüm insanlık tümelin imgesini taşıyan filmin kesilmiş parçalarıyız. Eğer bu doğruysa ki, bilimsellik doğruluyor, o zaman biz Yaratan’ın imgesine sahibizdir ve biz tümelin bir parçası yani belirmeleri ve onunla dahi birizdir. Acaba bu nedenle mi biz,evrenin gizemsel boyutu konusunda bilinmezleri ortaya çıkartabiliyoruz, sanırım bu bilgi,doğrusunu isterseniz içimizde olan bilgi olduğundandır. Belki de bu, insanın zihinsel olarak evrensel bilgiyi, Dünya adını verdiğimiz yaşamsal boyuttaki yerini bırakmadan bulabilmesinin tek nedenidir. Belki de eğitim, bilinçaltı zihinde hazır bulunan bilginin bulunmasıdır.

Kur’an bu gerçeği bizlere Bakara Suresi 2.31 ayetinde şöyle bildiriyor; “Allah, Adem’e (insanoğluna) tüm varlıkların adlarını öğretti...

Aslında, “Tüm varlıkların adları” kavramı ile anlatılmak istenilen, insanın kendi içinde gizli bilgileri bularak, kendisini değerli yapması gerektiğini anlatmaktadır. İnsan matematiksel yasaları kurallaştırır, bu kendi aklının bir ürünü olup, dışında uzanan doğa ile uygunluk göstermektedir. Gerçekteninsanlık aklının bu bilgilere zaten sahip olduğunu bize göstermektedir.

Bilinç, Fiziksel Beynin Bir Ürünü mü?

Ademin yaratılışı fiziksel bir bedenin yaratılışını değil, onun kendi bilincine varışıyla ilgili akla ilişkin durumuna ulaşma boyutunugöstermektedir, ondan sonra insan maddesel olmayan bir durumda var olur, bu durum kişinin ruh diye adlandırabileceği bir aydınlanma durumu olup, yeni değerler kazanabileceği aklı ve diğer kısımlarıdır.

Bu durumu bizlere, Muminun Suresi 23.12-14 ayetlerinde; “Yemin olsun ki, biz insanı topraktan oluşan bir özden yarattık. Sonra onu çok dayanıklı ana rahminde bir damlacık yaptık. Sonra o damlacığı bir embriyoya dönüştürdük, o embriyoyu bir et parçası haline getirdik, sonunda o kemiğe de bir et giydirdik. Sonra onu başka bir yaratılışta yeniden kurduk. Yaratıcıların en güzeli Allah’ın güç ve sanatı ne yücedir!” şeklinde bildirmektedir.

Bir damlanın rahimde güvenle yerleştirilmesinden sonra o damlacığın embriyoya dönüştüğünü, onu da kemik ve etle kapladığını ve bu aşamada dölütün neredeyse tamam sayılabileceğini anlatıyor. Onun duyu organları tam olarak donatılmıştı. Yalnızca duyu organları yaratıldıktan sonra, Yaratan ona kendi özvarlığından yarattığı birimsel varlığa vermiş olduğu anlamında ruhunu üfler ve böylece yeni bir “Yaratıcı Düzeni” ortaya çıkar. Burada ruhun bedenden ayrı bir şey olduğu belirgindir. Başka sözcüklerle anlatmak istersek, ölüm fiziksel yasalar altında yaşayan maddesel bedene gelir. zihinsel bir konumda yaşayan yanılsama durumu içinde olan bir ruha gelmez. Ruh, zaten maddesel bedenin dışında maddesel olmayan bir varlık, ya da kişilik altında varlığını sürdürmektedir. Ruh bir aydınlanmadır, en üstün yaşam biçimidir, evrenin tümünden farklı ve ayrı bir varlık olarak görünmektedir. Varlık olarak doğal aydınlığından dolayı her ruh, zihinsel bir aydınlanma ve maddeötesi anlamsal bir coşku taşır ve bu nedenle bilinç,maddesel bedenin değil, ruhun bir parçasıdır.

Bizim fiziksel varlığımız, bir yanılsamadan başka bir şey değildir. “Bilinçdurumu”,maddesel bir bedeni belirgin kılar ve onun çevresinde oluşan maddesel diye adlandırdığımız ortamı açığa çıkartır ve bizler “bir frekanslar denizi” içinde yüzen “alıcılar” olduğumuzdan dolayı, bu frekans bulutunun Yaratan’ın ışığı ile aydınlanması durumunda da,bildiğimiz maddesel biçimi almaktadır. Daha ötesi, biyolojik yapılarımız bizim bilincimizin holografik gösterimi olup, maddesel varlığımızın ikincil bir gerçekliğidir. Gerçek varoluş, tüm yaratıcılığın ve özgür istenç uygulamalarının yer aldığı “bilinç” alanı içinde olup, biz bu “bilinç” durumumuzu değiştirebilirsek, bedenimizin sahip olduğu holografik gösterimini de değiştirebiliriz ve böylece onun hastalıklara yakalanma ve genel sağlık durumunu iyileştirebiliriz.

Bu anlatım, bizim maddesel varlığımızı reddetmemiz anlamına gelmez, ancak maddesel yönümüz yalnızca ikincil bir gerçekliktir. Yaratılanların gerçek varlıkları, “maddesel düzenler içinde değil, bilinçli düzenler içindedir”. Maddesel yüzler “süzektengeçmiş” yani aklın denetimi altında bulunan yüzlerdir ki, bunlar bilinç tarafından değerlerini sergilemek amacıyla yaratılmıştır. Bizim gerçekliğimizin iki farklı yönü vardır. Kendimizi mekan içinde hareket eden maddesel bedenler olarak görebiliriz. Ya da holografik bir şekilde düzenlenmiş evrenin her tarafında yer alan, ışık veya ses dalgalarının birbirleriyle birleşmesi anlamındaki“elektromanyetik girişim” kalıplarının bir izdüşümü olarak görebiliriz. Bohm, bu ikinci görüşün daha doğru olduğu inancını taşıyordu. Kendimizi holografik evrene bakan, holografik bir akıl ve ruh olarak görmek dahi bizi tekrar ikileme düşürür, çünkü bu aslında birbirinden asla ayrılamayacak bir şeyi ikiye ayırma uğraşının dile gelişi olurdu.

İnsanlık, kendi bilincine ulaşmasından bu yana biz sürekli bir akılsal gelişim durumu içindeyiz ve yaşam gerçekliği sürekli gelişen bir değişim olup, bu tek yönlü değişim bizi daha yüksek bilinç durumlarına doğru götürmektedir. Eğer yaratılışın tümünü analiz edecek olursak akılcılık, evren, dünya, bitki ve hayvanlar dünyası gibi tüm bilinçli düzenlere üstün gelir yani akıl her şeyden üstün tutulmuştur. Yaratılış işlemini tamamlamış olmalarından dolayı, değişmezlik kazanmışlar ve kendileri tarafından geliştirilmiş olan bir üreme işlemine bağlı olmuşlardır. Şu anda, yaratma işleminin halen etkin olduğu tek düzen kendi bilincine sahip insandır. İnsanın yolları akılcıdır. Ancak yalnızca “yapan” zekası ile, daha önceden kendisine Kur’an ve benzeri şekillerde iletilmiş yasaların öncülüğü olmasaydı, salt zekasının oluşturacağı yasaları ve değerleri ile yolunu belirleyemez. Aynı şekilde, bu dünya yüzünde yaşayan insanlara Adem’den İsa’ya kadar değişik elçiler aracılığıyla bu öncülük iletilmiştir.

...

Yorumlar (0)
12
az bulutlu