banner4
24.07.2020, 16:12

HOLOGRAFİK EVREN KAVRAMI VE İSLAM-05

Doğru Araçlar Verilirse, Çok Uzun Zaman Öncesinden Olaylar Çekilip Çıkartılabilir

İnsan Ruh’unun, duyu organlarının yardımı olmaksızın nesnelerin gerçek zihinsel resimlerini çıkartabilmesi olasıdır. Bellek, düşünceler, akıl yürütme ve kavramlar maddesel değildirler. İnsanın, maddesel evrenin ve üstelik daha yüksek bilinç aydınlığının altında bulunan maddesel bedenin özelliklerini ve değerlerini çözümlemeye yarayan bir araç ya da gösterge olarak görev yapan, çözümlemeli yapısına yani bilinçli zihin ya da Freud’un(19. Yüzyılda yaşamış olan Sigmund Freud, Yahudi kökenli Avusturyalı nörolog ve psikanaliz biliminin kurucudur.) tanımıyla,“Ruh”a hizmet eden algısal beynin hareket alanının dışında kalırlar. Bu da maddesel bedenin ve onun duyu algılarının “Ruh”un içinde temsil edildiğini gösterir, çünkü “İnsanRuh”u kendi içinde dışarıdan duyusal bir uyarı almasa dahi nesneler ve özellikleriyle bir duyu taşıma kapasitesine sahiptir. Bir rahme giren tohum hücresi, orada kendisini kimyasallardan oluşan bir DNA(Deoksiribo Nükleik asit veya kısaca DNA, tüm organizmalar ve bazı virüslerin canlılık işlevleri ve biyolojik gelişmeleri için gerekli olan genetik talimatları taşıyan bir nükleik asittir.) sistemi yapısına dönüştürebilecek bir fiziksel beyin formu biçiminde hareket edebilir ve şundan emin olabiliriz ki,“İnsan Ruh”u tüm bilinçli zihinsel hareketlerinde maddesel bedene ve algısal beynine bağlı kalarak ve halen içinde tamamen korunarak varolduğu kendi maddesel yaşamını kurar.

Bellek,maddesel bir olgu değildir. O doğrudan doğruya anlayışla ilgilidir. O yalnızca uzaysal zaman, madde ve hareket içinde varlığını sürdürür. Buna karşın, algısal zihin doğası bakımından maddeseldir ve maddesel olmayan ayırtedici özellikleri yapısında tutamaz. O ne olayları izleyebilir, ne de geleceğe atlayabilir. DNA sistemi ise, bir tür maddesel bellektir ve kimyasallar üzerine kurulmuştur, uzaysal zaman içindeki maddesel hareket işlemine sıkı sıkıya uyar. Bilimsel veriler,“İnsan Ruh”u tarafından yaşanmış ruhsal yaşamı, kendi dışında başka bir varlık gibi algılayan yönünün algısal zihin olmadığını, bunların “Ruh”un zihinsel işlemleri olduğunu ve kendi içinde tüm ruhsal yaşamını taşıdığını ve aynı duyguları, maddesel beden ya da beyin olmaksızın dahi yeniden yaratabileceğini göstermektedir.

İşte, Kur’anbu durumu bize, Zumer Suresi 39.42 ayetinde; “Allah, ölen insanların ruhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini de uykularında alır. Ölümüne karar verdiklerinin ruhlarını tutar, diğerlerini belli bir süreye kadar bırakır. Kuşkusuz bunda düşünen bir toplum için kesinlikle alınacak dersler vardır.” şeklinde bildirmiştir.

Eğer ruhumuz uyku sırasında Süper holograma katılıyorsa, düşlerimizdeki “gerçeklikleri” yaratabilir ve bizler tüm duyularımızla korku, neşe, sıkıntı ya da her neyse bir şekilde duyumlayabilir  ancak onları maddesel olarak deneyimlememiş oluruz. Bu Ruhumuzun tüm bu duyguları maddesel bir beden ya da beyne gereksinim duymaksızın üretebildiğinin göstergesidir.

Ölüm ve Yeni Bir Başlangıç Arasındaki Ruhlar

İnsan ruhları, maddesel evrenin evrensel zamanının dışında aydınlanmış “Ruh” olarak soyut varlıklar şeklinde yaşarlar. Maddesel evren ve insan ruhlarının zihinsel durumları üzerine kurulu evren arasında insan ruhunun çözümlemeli yapısı bağıntı kurmuştur. Biz buna akıl yürütme, ya da Freud tarafından belirtildiği üzere “Ruh” demekteyiz. Maddesel bedenin ölümü üzerine maddesel evrenle, insan “Ruh”u arasındaki bağıntı kesilir. İnsan ruhu, maddesel olmayan bir varlık olarak zihin hallerinde olduğundan ve de evrensel zaman ve maddesel evren tarafından oluşturulmuş maddesel biçimler içerisinde yaşamadığından, tüm varolan her şeyin kendi farkındalığını sağlayıp, aşamasını tamamlanana kadar asılı kalmak durumundadır.

Ruhların asılı kaldığı ve yeniden bedenleneceği zaman arasının süresi için Kur’an, İsra Suresi 17.49-50-51 ayetlerinde;

“Dediler ki; Biz bir yığın kemik, bir yığın parçacık  olduğumuz zaman mı yeniden bir yaratılışla diriltilecekmişiz, biz mi? De ki;Kuşku mu var? İster taş olun ister demir!Ya da aklınızca, diriltilmesi daha da olanaksız olan başka bir varlık olun, yine de diriltileceksiniz. Diyecekler ki;Peki bizi yaşama tekrar kim döndürecek? De ki; Sizi ilk defa yaratan. Bunun üzerine başlarını sana alaylı bir şekilde sallayacaklar ve Ne zamanmış o? diyecekler. De ki; Yakın olsa gerek!” şeklinde bizlere bildirmektedir.

Ayette geçen “Yakın olsa gerek” tanımı, “Ruh”ların ölüm anında bedeni bırakmasından ve yeniden bedenlenme arasındaki zaman dilimini belirtirken, aslında bunun zaten yukarıda varolan ve maddesel zamanların üstünde yaşayan “Ruh”lar için, hiç de uzun bir süre olmadığını anlatmak istiyor. Burada “Ruh”ların bağımsız varlıklar olduğunu, onların maddesel bedenle birlikte ölmedikleri de anlatılmaktadır. Bireysel “Ruh”lar arasındaki farklılıklar onların maddesel evren içinde, maddesel bedenlerinin algılama sistemleri ile yaşarken elde ettikleri ruhsal gelişimlerin düzeyi ve ölçüleri ile oluşmaktadır.

İnsanRuhu’nun Gelişimini Sağlayan Nedir?

İnsan bedeninin gelişimi ile, insan ruhunun gelişimi arasında çok farklar vardır. Beden dışardan aldığı maddeler ile ve onları kendiyle bütünleşerek gelişir. “Ruh” ise bilgisini, aklınıve varlıklarını paylaşarak güçlenir ve büyür. Onun mutluluğu başkalarına yardımda yatar. Zenginliklerini kendine sakladığında kramplar geçirir, büzülür ve daralır. Cömertliğin her türlüsü onu geliştirir ancak her tür duyarsızlık onu fakirleştirir. Bu nedenle, eğer gerçek mutluluk ve ruhsal huzur istiyorsak, bu dünyada tüm bunalım ve çöküntüleri kendimizden uzak tutmalı ve hiçbir şekilde geri almamak için uğraş vermeliyiz.

Bu konuda Kur’an’ın Şems Suresi 91.7-10 ayetlerinde; “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve sakınma yeteneğini esinleyene yemin olsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de kayba uğramıştır.” diye insanoğlunu uyarmaktadır.

İslamhükümlerinegöreyapılabilir,ya da yapılamazşeyler bakımından,insanın bu dünyadaki yaşamı sırasında belli bir bilinç düzeyine çıkartmakta çok önemli rol oynar. Çünkü bu iki olgu, insanın her hareket ve düşüncesinde, günlük olayları içinde hangi yolu seçmesi gerektiği üzerinde etkendir. Her ne kadar bazen yanlış olduğunu düşündüğümüz bir şey karşısında, hiç kimsenin bir diğerinden daha akıllı olmadığı, ya da hiç kimsenin aslında hiçbir şeyden incinmediği, zarar görmediği ve görmesine bile olanak bulunmadığı bir holografik evren düşüncesinde unutmamamız gereken şey, düşüncelerimizin bile, en az eylemlerimiz kadar gerçek bir anlam ve güç taşıdığıdır.

Enbiya Suresi 21.48 ayetinde bize; “Yemin olsun, biz Musa ile Harun’a, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için o Furkan’ı bir ışık ve öğüt olarak verdik.” diye bildirilmektedir.

Ayetteki“Furkan” sözcüğünün, bir konu ile ilgili özel ve belirli bir kavramı karşılayan sözcük olarak anlamı; hak ile hak dışında olanı yani iyi ve doğru olanı, kötü ve yanlış olandan ayıran, bunun için ölçüler getiren şey demektir ki, Kur’an-ıKerim’de bu sözcük, daha çok hak kitaplar için kullanılmıştır. Bu nedenle Kur’an’ın bir adı da Furkan’dır.

Evrenlerin Dürülmesiyle Birlikte İkinci Aşamanın Başlaması

Kur’an’ın Zariyat Suresi 51.47-48 ayetlerinde; “Göğü gücümüzle biz kurduk ve kuşkusuz bizim her şeye gücümüz yeter. Yeri de biz döşedik. Ne güzel döşeyiciyiz.” diye bize bildirilir.

Önce bize bu evrenin genişlediği ve bizlerin “Ruh Bilinci”ne ulaşıncaya kadar bunun böyle devam edeceği bundan sonraki aşamanın, ya da gerçekliğin dahimaddesel evrenin dürülmeye başlamasıyla aynı anda başlayacağı konusunda bilgi vermektedir.

Yine, Enbiya Suresi 21.104  ayetinde; “Yazılı kağıt tomarlarının dürülmesi gibi göğü düreceğimiz günü düşün. Başlangıçta ilk yaratmayı nasıl yaptıysak, üzerimize aldığımız bir söz verme olarak onu yine yapacağız. Biz bunu kesinlikle yapacağız.” diye bize bildirilir.

Burada evrenin dürülmesi zamanın tekrar yaşanacağı anlamında değildir, daha önce belirttiğimiz üzere, her şeyin birbiriyle bağlı olduğu zamanın ve mekanın hiçbir anlam taşımadığı bir holografik evrenseldüzende zaman, esas alınamaz. “ilk yaratmayı nasıl yaptıysak, üzerimize aldığımız bir söz verme olarak onu yine yapacağız” sözleriyle, bigbang yani büyük patlamayla başlayan, yaratılış ve evren çekirdek kütlesi yaşayan ilk madde ve birçok din bilgin ve düşünürlerinin yorumlarına göre, bu o andan başlayarak süregelen tüm yaşam sürecinin öyküsü, maddesel olmayan bir biçimde yani bilinç boyutunda korunmakta ve bizler yeni gerçekliğe girebilecek gizilgüce sahip, aynı zamanda süper hologram diğer bir deyişle tüm evrensel boyutsallığın içinde arayabileceğimiz her türlü bilgiye dahi tanıklık edebilecek bir bilinç gizilgücüne sahibiz. Yukarıdaki ayet ile ilgili olarak Muhammed Esad(20. Yüzyılda yaşamış, Avusturya asıllı Yahudi bir ailede dünyaya gelmiş, sonrasında İslam’ı seçmiş olan düşünür, reformist, gezgin, gazeteci, din bilimci, yazar ve siyasetçidir.)çevirisinde şu sözleri kullanarak, “Dünyanın, başka bir dünya ile değiştiği gün, gökler de değişecektir.” demek suretiyle, evrensel dönüşümün, aslında boyutlar arasındaki geçişler olacağı konusuna yorum getirmektedir.

Bizler dünyayı ve gökleri ya da evrensel boyutu yalnızca maddesel biçimleri içinde biliyoruz ve yeni “gerçeklik” gündeme geldiğinde ve maddesel örtü gözümüzden kalktığında yani boyutsal geçişten sonra, yeni biçimlerini yani içimizde korunmuş bulunan hallerini göreceğiz. Evrenin yaratılışı yalnızca bu dünya üzerinde yaşayan Hawking’in(20. Yüzyılda yaşamış, İngiliz fizikçi, evrenbilimci, astronom, teorisyen ve yazar) ya da Dawkin’in(20. Yüzyılda yaşamış, Britanyalı etolog, evrimsel biyolog ve yazardır.), ya da birkaç profesörün söylemi şeklinde değildir, onun yaratılışına tüm yaratılmışlar tanıklık etmişlerdir ve hepsi bizde saklıdır.

Bunu bize Enbiya Suresi 21.16 ayeti; “Biz yeri, göğü ve arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık.” şeklinde bildiriliyor.

...

Yorumlar (0)
12
az bulutlu