banner4
04.10.2019, 18:06

Aklı kavramak olası mı?

Bazı felsefecilere göre akıl, vahiy, inanç, sezgi, duygu ve algıdan farklı olarak, salt insana özgü olan bilme yetisi, doğru düşünme, algılama, hüküm verme ve kavram oluşturma gücüdür. Akıl bize yol gösterdiği gibi, aklı kullanarak herhangi bir konuda düşünce yürütür, konuşur, tartışır, analiz yapar ve sonuç çıkarırız.

Bir kısım felsefeciler de aklı değişik anlamlarda anlamış, farklı biçimlerde tanımlamışlardır. Ancak üzerinde anlaştıkları tek bir tanım yapılamadığıgibi insanoğlu henüz aklının gerçekliğini ve içselliğini tam olarak anlamış değildir.

Akıl konusunda yapılan güzel tanımlamalardan biri de; “Akıl, varlığıyla maddeden soyut, fiiliyle maddeyle bağıntılı bir özdür.” şeklindeki söylemdir.

Hem maddeden soyut hem de maddeyle bağıntılı olmak nasıl olabilirin yanıtı sanırım şu örnek konuya açıklık getirebilir.

Elektrik ile çalışan bir buzdolabına elimizi rahatlıkla dokundurabiliyoruz ve bizi elektrik çarpmıyor. Demek ki, elektrik, varlığı ile o araçta yok hükmünde olmasıylabirlikte fiiliyle de onunla ilişiktir. Akıl ile beyin arasında da aynen olmasa bile, buna benzer bir bağıntı vardır diyebiliriz.

Yine aklın görevi üzerinde çok şeyler söylenmiş ve bunlardan oldukça kabul görmüş olanı “Akıl anlama aracıdır” söylemidir.

Akıl araç olunca, bir de onu kullanan biri olacaktır. Tıpkı gözü kullanıp bakan, dili kullanıp tadan kim ise, aklı kullanıp anlayan da o olmalı. Sanırım bu da birimsel bilinçten başkası değildir. Nitekim, yanlış gören birisini uyarırken, “Aklını kullan” dememizgibi bir eylemden söz edilebilir. Bu sözü herhalde o adamın eline, koluna ya da onun organlarına söylemediğimize göre, öyleyse bu söylem kimedir.

İşte, aklınıkullanmasını istediğimiz o bilincin, aklı tanımlayamamasının nedeni, daha kendi varlıkgerçeğinden habersiz ve bilgisiz oluşudur.

Her aracın bir kapasitesi, her tartı aracının tartabileceği en az ve en çok yükler vardır. Bir tonluk kantarla, ne on tonluk demir tartılabilir, ne de on gramlık altın. Her iki durumda da araç bize bir fikir vermez, yalnızca hareketsiz kalmakla yetinir.

İnsanın tüm duyu organları da birer tartı aracı gibidir. Nitekim insan, çıplak gözle mikropları da göremiyor, ışığı dünyamıza ulaşmamış yıldızları da göremiyor. Bir mikroskop, bir teleskop onun görüş ufkunu biraz genişletir, ama yine de belli sınırların dışına taşamaz. İnsanın işitmesi de, koku alması da öyledir.

Gelelim “anlama” konusuna. Her aracı yerli yerinde kullanmayı düşünen, hiçbirine gücünün üstünde yük yükletmeyen, onları hırpalamayan, ezmeyen, perişan etmeyen insan, nedense, sıra akla gelince tüm bu önlemleri unutur ve ona her şeyi yüklemeye kalkar. Metafizik alanının bile en ince sorunlarını anlamaya, en derin problemlerini çözmeye, en uzak gerçeklerini keşfetmeye çabalar. Halbuki aklın da iş görebileceği belli alanlar vardır. Hele bazı konularda insanın, değil konuşması, tahmin yürütmesi bile doğru değildir.

Aklın, rehbersiz dolaşamayacağı nice alanlarvardır. Bunlardan birisi evreninniçin yaratıldığı konusuna yanıt aramaktır.

Akıl ancakevrenin nasıl yaratıldığı konusundabir şeyler söyleyebilir. Onun yaratılış amacı, aklın alanınıaşar. İnsan, bu çıkmazda, yalnızca aklı ve evreni yaratan Allah’ın sözlerini dinleyecektir.

İnsan, her yaratılmışınbelli bir hedefe yönelik ve amaca dayalı yaratıldığını, kendisinin de başıboş olamayacağını aklıyla kavrayabilir. Ama yaratıcısına, Rabbine karşı neler yapması gerektiğine kendisi karar veremez. Her nimetin şükür gerektirdiğini anlayabilir, ancak bunun nasıl yapılacağı konusunda tahminlerbelirleyemez.

Aklın tek başına yaklaşamayacağı bir başka alan, Allah’ın gerçekvarlığı konusundadır. İnsan bu konuda izinsiz konuşmaya nasıl cesaret edebilir ki, daha aklının ve özvarlığı olan ruhunungerçekliğinitam anlamıyla anlayabilmiş bile değildir.

Bir başka alan, ölüm ve ötesi; kabir, diriliş, hesap, ödül ve ceza konularıdır. Bunlar konusunda tahminler yürütmek de aklı aşar. Tüm bu ve benzeri konularda, aklın gereği, Allah'ın elçileri aracılığıylabildirdiklerine aynen uymaktır.

Kur’an aydınlığının altına girenler, aydınlığa kavuşur, yeni doğmuş gibi olurlar. Dar düşünceleri birden bire genişlenir. Görmeyen gözleri açılır. Daha önce bir adım olsa da atamadıkları alanlarda yol almaya, yüzmeye, uçmaya başlarlar. Ama elbette, belli bir sınıra kadar. Çünküönceliklesınırlı kapasitede yaratılmışbir kul olduklarını unutmamalarıdır.

Gerçekte, akıl için yol birdir. O da ne şunun, ne bir başkasının sözüne değil, Vahyinbizlere vermiş olduklarını kavramak ve anlamaktır.

Felsefe tarihi, akıl üzerinde yapılan tartışmalarla doludur. Bu tartışmalarda aklın ne olduğu üzerinde uzun uzun durulmuş, ama onun nasıl kullanılması gerektiği çoğu zaman dikkate alınmamıştır. Oysaki bu ikincisi, birinciden çok daha önemlidir.

Bilindiği üzere, insan bir aracı kullanmayı bildiği takdirde, ondan rahatlıkla yararlanabiliyor. Onun inceliklerini bilmesi, çoğu zaman gerekmiyor.

Allah’ın bildirdiği İsra17.85 ayetini dikkatle okuyalım;“Sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size çok az bilgi verilmiştir.

Allah’a aitbu bilgi, akıl için de aynen geçerlidir. Zaten “ruh”, “kalp”, “akıl” sözcükleri çoğu zaman aynı anlamlarda kullanılıyor. Bazı kişiler, aklı ruhun bir özelliği olarak kabul ederken, diğer bir kısmı da, akıl, kalp ve ruh sözcüklerini, aynı esasların değişik isimleri olarak değerlendiriyorlar.

Evet, gerek Kur’an-ı Kerim’de, gerekseResulullah'ın sözlerinde aklın esasından çok, nasıl kullanılması gerektiği üzerinde durulur. Gökyüzünün ve yeryüzünün yaratılışı, insanın yaratılış aşamaları, dağların nehirlerin yararları, arının ilhama erişmesi, baharın yenidendirilişe benzerliği gibi nice düşündürücüolgular insan aklına sunulur ve ondan düşünmesi, anlaması ve şükretmesi istenir...

Osman TURNA

Yorumlar (1)
Suat Soytürk 4 yıl önce
Teşekkür ederim. Akıl dehlizine bir yolculuk yapmışsınız. Düşünmeyi, anlamayı,kavramayı ancak ve ancak haddi aşmadan ALLAH ın yaradılış hikmetlerinin içinde yapabilirsek doğruya varırız . Rabbim has kullarından eylesin
12
az bulutlu