banner4
17.07.2020, 09:23

GELENEKSELLİKTEN YASAL OTORİTERLİĞE DOĞRU…

Max Weber, “Bürokrasi ve Otorite” kitabında, en büyük yasal güç kullanma tekeline sahip olanın “modern devlet” olduğunu belirlemişti. Modern devletlerde esas olan, vatandaşların devlete gönüllü itaat etmesidir. Bu itaat, rıza, kabullenme ve boyun eğme şeklinde gerçekleşebilir. Ancak kişiler itaat etme davranışını bazen ‘gönülsüzce’ sahte bağlılık göstererek de yapabilir: Çıkar sağlamak, başka alternatif olmaması yüzünden veya bireysel karakter zayıflığına bağlı olarak da gerçekleştirebilir.

O halde “devlete itaat” duygusunda “samimi olunmasında” büyük önem vardır. Nasıl ve hangi durumda yönetilenler, yönetenlere gönülden itaat edeceklerdir? Yöneticilere bağlılığı güçlü kılan şeyler nelerdir? Sadakat en büyük bağlılık ise, nasıl ve neye karşı olmalıdır? Sadakat ‘kişiye bağlılık’ yönü ağır basan bir duygu olduğuna göre, her yönetici değişiminde ‘sadakat’ gösterenler, gelene ‘çabucak bağlanmış görünen’, gidene de ilk tekmeyi vuran, kişilik özellikleri göstermeyecekler midir? Öyleyse ‘Bu bağlılık’ kanuna olan itaat, bürokraside liyakat ve ehliyet temelli olmazsa, genel anlamda devlet güvenliği, her kişisel yönetim şeklinde değişimle birlikte ‘tehlikeye’ girecektir. Devleti yönetenlerle, yönetilen arasında kurulacak otoritenin daha sağlam ve kuvvetli olması gerekmektedir ki her seferde otorite sarsılmasın. Her dönem bir beka kaygısı taşınmasın...

Şu halde Max Weber’in belirlediği tarihteki meşru otorite tiplerinin özelliklerini bilerek, “olgun fikre” ulaşalım:

Weber, üç tip otorite tipi belirlemiştir: 1.Rasyonel yasal otorite 2. Geleneksel otorite ve 3.Karizmatik otorite.

Şimdi bu otorite tiplerini daha yakından inceleyelim:

Yasal/Rasyonel otoritede; Hukuk kurallarının egemen olduğu, meşruluğunu kanunlara dayandıran, vatandaşın yasal olana itaati ve rızası alınan, yöneticinin kişisel insiyatif ve keyfiliğinin en az düzeyde kaldığı bir otorite türüdür. Modern devletler yasal otoriteler altında yönetilmektedir. Bu otorite tipinde insanlar, aslında liderlere değil kurallara itaat etmektedir. Bu bağlamda üyelerin, kişilerden ayrı olarak “sağlam bir hukuk düzenine” itaat ettikleri kabul edilir. Buna göre, ancak hukuk düzeni gereğince “güç sahibine tanınmış olan ve sınırları rasyonel olarak belirtilmiş alan içinde” kendisine boyun eğilmesi vatandaşlar için bir yükümlülüktür. Emir verme yetkisine sahip yönetici, “rasyonel hukuk kurallarına dayandığı sürece” meşru sayılır. Rasyonel otorite tipinde itaat edenler, otorite sahibinin emirlerine, “yasal ve akıl ölçülerinde” uyum gösterir. Burada esas olarak “kanunlara bağlılıktan doğan” bir uzlaşma ve toplumsal sözleşme vardır. Yasal/rasyonel otorite tipinde kurallar hiyerarşisi “bürokrasi” eliyle yürütülür. Liderler ve bürokratlar, halkın hizmetindedir. Emretme gücüne sahip insanlar, bulundukları konumlara “kanuni usüllere” göre atanır. Atandıkları makamlara geçici gelirler ve o makamlarda kalıcı olmazlar. Atananlara uygun bir ücret bağlanır ve maaş dışında elde edilecek hukuk dışı her gelir, ‘çıkar’ olarak görülür. Modern toplumlar, rasyonel otoriterliği kabul etmişlerdir. Modern birey, işbölümü ve uzmanlaşması ile kendini var eder ve organik bir dayanışma sergiler. Bu noktada Durkheim’in modern toplumların hukuk anlayışlarına ilişkin tespiti yerindedir: Modern toplumlar, “onarıcı veya telafi/ tazmin edici” nitelikte bir hukuk uygularlar. Toplumun ortak değerlerine aykırılıklarda, bireylere aşırı cezalar verilerek şiddetle cezalandırma yerine, kişiden “verdiği zararı karşılaması” istenir. Toplum suç ve sapma davranışlara karşı, duygusal tepki vermek yerine, mahkemelerin uzmanlık alanına suçluyu havale eder ve mahkemeler de bu kişilere “onarıcı adalete” göre hüküm verirler.

Sonuç olarak yasal/rasyonel otorite tipi, gücünü ve meşruiyetini “kanunların üstünlüğünden” alır. Ancak belirtmek gerekir ki, yasal otoritelerde karizmatik unsur yokluğunda devlet, Giddens’in düşüncesine göre, ‘lidersiz demokrasiye’ sürüklenebilir. Weber bu açmaza ilişkin olarak, siyasi parti liderlerinin karizmatik özelliklere sahip olmaları gerektiğinin önemini vurgular.

Şimdi de “Geleneksel ve Krizmatik otorite” tiplerine bakalım: İktidar ve yöneticilerine ‘tanrısal ve kutsal’ anlam yükleyen geleneksel ve karizmatik otoritelerde, geleneklerin ve liderin kutsallığına dayalı ‘güç vurgusu’ esastır. Ülke vatandaşları ‘şahıslara bağlı’ kılınır. Gücü elinde bulunduran kişi, bir "üst ya da amir" değil, kişisel anlamda bir ‘baş ya da efendi’dir. İdari görevliler "memur" değil, çoğunlukla buyruk altında ‘şahsi hizmetçilerdir’. Yönetilenler de topluluğun "üyeleri" değil, güç sahibinin ‘tebası’ hükmündedir. Yönetici zümre, liderin ‘yakın çevresinden’ oluşur ve halkın uyduğu şey “yasal kurallar” değil, ‘gelenek’ olur. Geleneksel otorite altında kalan toplumlar, Durkheim’in tespitine göre “mekanik dayanışma” içinde olurlar. Mekanik dayanışmada ‘sıkı asabiyet yani örf ve adet ilişkileri’ vardır. Kolektif bilinç yüzünden, ‘ilkel kabilecilik duyguları’ yaygındır. Durkheim ‘in belirlemesine göre, katı gelenek ve dinsel anlayış sebebiyle, toplumda lidere veya lider yönetiminde kalan devlete itaat etmeyenlere, suçlarına karşılık “cezalandırıcı hukuk” anlayışında, ‘ibretlik’ ağır cezalar verilir.

Weber’e göre, geleneksel otoritenin olduğu itaat eden halk tebaası ‘gözde ve kullar’ diye ikiye ayrılır. Çok sadakat gösterenler ‘gözde’ olur ve bu kişiler ‘devlet ganimetlerine’ daha fazla ulaşır. Bir de itaat etmek uğruna zalimlik yapan ‘cellatlar’ vardır ki Başefendi’nin verdiği emirlere uymayanları, ağır şeklide cezalandırarak, arzu ettiği ‘arpalığa veya ganimete’ kavuşur.

Karizmatik otorite de gelenekselliğe benzer şekilde, meşruluğunu lider kişinin “kişisel özelliklerinden, kutsallığından, kahramanlık gücünden” alır. Toplumun ‘karizmatik lidere olan bağlılığı tam’ olur. Lidere olan bağlılıkta esas unsur, karizmatik otoritenin ‘olağanüstü’ kişisel özelliklerine olan ‘inanç’tır. Karizmatik otorite tipinin ortaya çıkmasında toplumsal koşullar önemli bir rol oynar. Özellikle toplumun içine düştüğü “kriz ve kargaşa” dönemlerinde karizmatik otoriterlik, aslında “toplumun kendisi tarafından” oluşturulur. Karizmatik liderlerin belli başlı özellikleri ise; yüksek bir özgüvene sahip olması, toplumu etkileme gücü ve baskın olma yeteneği, kendi inançlarının ‘ahlaki yönden doğru olduğu’ konusunda toplumu ikna etme becerisi, büyük değişimler meydana getirmesi ve kitleleri peşinden sürükleme başarısıdır. Karizmatik kişinin çoğunlukla ‘sihirli bir güce sahip olduğu’ düşünülür. Karizmatik güç sahibi toplumca kabul gördüğü ve kendini ‘kanıtlayarak’ yerini koruyabildiği sürece ‘efendi ve baş’ olmaya devam eder. Weber’e göre, toplumda birden faza karizmatik kişi bulunması halinde, karizma sahibi liderler arasında çatışma yaşanır. İlke olarak biri haklı olabilir ve diğeri suçlu ilan edilerek, cezalandırılır.

Şimdi de son olarak Türk toplumunun bu otoriterlik tipleri arasında yerini kısaca açıklamaya çalışalım: Modern toplum anlayışına göre Türk toplumu “geçiş toplumu” kabul edilmektedir. Bunun nedeni ise Türk toplumunun tarihten beslenen ‘geleneksel otorite kültürü’ ile karizmatik ‘lider kültüne’ aşırı önem vermesidir. Ancak yönetenlerin “hukuk sınırları” içinde kalmasının önemi toplum anlayışında, her geçen gün daha fazla artmaktadır. Türk toplumu, yaşanılan çatışma süreçlerinden sonra, rasyonel ve yasal otoriterliğin değerini daha çok anlamıştır. Geleneksel otoriterliğin ve liderlerinin keyfi sadakat tutumu talep etmeleri, devlet makam ve imkânlarının kişisel bağlılığa göre belirlenerek, ‘gözde veya kullar’ olarak dağıtılması nedeniyle, ülke insanının her gelen otoriter tarafından ‘devlet için kurban’ edilmesi, büyük mağduriyetler oluşturmaktadır. Değişen zamanlarda, siyasi karizmatik kişilerin birbiri arasında çatışmaları yüzünden, geleneksel ve aşırı karizmatik otorite tiplerine artık toplum “mesafeli” bakmaktadır. Çünkü devlet hiyerarşisi “liyakat ve ehliyet temelli yükseldiği” zaman, rasyonel hukuk düzeninde herkes sadece “kanunlara itaat” edecek olduğundan, hiç kimsenin temel hak ve özgürlükleri, lider değişiminde sarsılmayacaktır. Diğer taraftan, Türk toplumunda eskiyi temsil eden ‘dinsel karizmatik otorite’ anlayışı ise, bütünüyle sona ermiş durumdadır. Bu durum Türk toplumunun modernleşmesi yönünde olumlu bir değişimi yansıtmaktadır. Zira modern toplumlarda egemenlik, yasal olarak meşru seçimlerle gelen, halkın iradesi ile iktidar olan ve belirli zamanlarla yapılan seçimlerle değişen “siyasi rasyonel otoriteye” aittir. Değişen tüm bu sosyal durumlar, Türk toplumun geleceği için sevindiricidir. Zira güçlenen Türkiye’nin karşısına, her dönem çatışan sosyal gelenekçi gruplar çıkarılarak, Batı’nın ‘oyun kurma ve toplumu birbirine vurdurma düzeni’, bu şekilde ‘ülkenin otoriterliğini zayıflatma gayreti’ son bulacaktır. Fakat esas olan, toplumun kendi içinde “birlikte” kalarak, birbirini ötekileştirmeden, herkesin bu ülkenin vatandaşı olduğunun bilincine varılarak, dış düşmana koz verilmemesi olmalıdır. Bu yönde “yüksek kültür” ile Türk insanının kendi içinde bütünleşerek,geleneksel otoriteden kurtularak, “rasyonel hukuka ve otoriterliğe” yönelmiş olması önemli ve yerindedir.

Yorumlar (0)
12
az bulutlu