banner4
14.06.2020, 11:52

DİNSEL VE HUKUKSAL ANLAMDA EHLİYET-03

...

c.Erginlik ve Yetkinlik Dönemleri;

Biyolojik ergenlik demek olan erginlik, kişinin çocukluk döneminden çıkıp, yetişkin insanlar grubuna katıldığı yaşamının önemli bir dönüm noktasıdır. Erginlik, kişisel bir nitelik taşıyan akılsal yetişkinlik için nesnel bir ölçü olarak kabul edilir ve bu dönemden itibaren kişinin yeteri derecede akılsal ve bedensel yetişkinliğe sahip olduğu kabul edilir. Diğer bir anlatımla, tıpkı neden ile gizil neden ilişkisinde olduğu gibi,bedensel gelişme demek olan erginlikakılsal yetişkinliğin güçlü göstergesi durumundadır. Yoksa erginliğin,yerine getirme yeterliliğini kazanmada tek başına yeterli üstelik etkili olmayacağı açıktır. Erginlikle birlikte yeteri derecede akılsal yetişkinlik kazandığı var sayıldığı içindir ki, aksini gösteren bir kanıt olmadıkça kişi akıl ve erginlik ile kural olarak tam yerine getirme yeterliliği kazanır. Dinsel anlatımlardabu “akıl ve erginlik” olarak yorumlanır. Bunun anlamı kişinin hakları kullanmaya, sözlü, yazılı ve eylemselhukuksal işlemleri doğrudan yapmaya, dinsel ve sosyalsorumluluklara muhatap olmaya ve cezaya ilişkin sorumluluk taşımaya yetkin hale gelmesidir. Yerine getirme yeterliliğinin eksikliği,dinselgörevbakımından yerine getirmenindoğru oluşu, tamlığı ise zorunlu oluşu sonucunu doğurduğundan, tam yerine getirme yeterliliğine bu açıdan “öneriyeterliliği” de denir. Kişinin parasal konularda normal düzeydeönlemli ve ileri görüşlü davranması demek olan yetkinlik, çok defa erginlik ile birlikte gerçekleşir ki,normal olan da budur. Birçok yöntemci ve hukukçunun, kişinin erginlik ile tam yerine getirme yeterliliği kazandığını belirtip,erginlik ve yetkinlik tek bir dönem olarak söylemi bu anlamdadır. Ancakyetkinliğin,erginlikten sonraya kaldığı, kişinin gerçekten veya hüküm yoluylaergin olduğu halde yetkinlik kazanmadığı da olur. Kur’an’da, yetim çocuklara mallarının yetkinlik kazanmalarından sonra verilmesini bildirenNisa Suresi 4.6ayetinin,“Yetimleri deneyin. Erginliğe erdiklerinde, eğer yetkin olduklarını görürseniz, mallarını kendilerine verin...”şeklindeki bildiriminden hareketle, İslam hukukçuları kişinin ekonomik yönü bulunan hukuksal işlemlerde tam yerine getirme yeterliliğinierginlik değil,yetkinlik ile kazanacağında aynı düşüncedirler. Yetkinliğe kadar kişi bu açıdan eksik yeterlilikte hükmündedir. Ancak buradaki eksiklik, kişinin dinsel ve cezaya ilişkin sorumluluğunu etkilemeyip yalnızca belli tür hukuksal işlemleri yapmaya yetkin olmamasını belirttiğinden, ergin olduğu halde yeterlilik kazanmamış bu kimsenin,yeterlilikteki eksiklik ayırtedebilen küçüğe göre daha sınırlı kalır. Bu nedenle,yerine getirmeyeterliliğibakımından, insan yaşamınınerginlikten sonra gelen yeterlilikdönemiyle birlikte, dört ayrı dönem olarak ele alınması daha tutarlı görünmektedir. Kişilerin yeterlilik yaşı ve yeterlilikkazanıncaya kadar yerine getirme yeterliliğine uygulanacak kısıtlamanın şekli konusunda Ebu Hanife ile hukukçuların çoğunluğu arasında ayrıntılı bir görüş farklılığı vardır.

Ekonomik konularda kişinin tam yerine getirme yeterliliği kazanması için erginliğin yeterli olmayıp,yeterliliğin aranması onun hak ve özgürlüklerini kısıtlamaktan çok öncelikli olarak kendisinin, dolaylı olarak toplumun haklarını korumayı amaçlar. Diğer bazı alanlarda ve sözleşme türlerinde, kişinin tam yerine getirme yeterliliği için doğalerginliği esas alınmayıp belli bir yaş sınırlaması getirilebilir. Nitekim Tanzimat’tan sonra yetimlerin haklarının korunmasına ilişkin düzenlenen, Emvâl-i Eytâm Nizamnâmesi, yetimlerin yeterlilik yaşı olarak yirmi yaşı belirlemiş ve ancak bu yaşa ulaştığında mallarının sahibineverileceği esasını getirmiştir. Mecelle’de(1868-1876 yılları arasında Ahmet Cevdet Paşa başkanlığındaki bir komisyon tarafından derlenen özel hukuk ya da medeni hukuk kuralları başvuru kaynağıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yarım yüzyılında, mahkemelerde hukuksal dayanak olarak kullanılmıştır.), erginlik yaşının sonu yani tüzelerginlik konusunda, Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’in görüşüne uyularak on beş yaş ölçüsü getirilmişken, 1917 tarihli Hukuk-ı Aile Kararnamesi’nde(Bu kararname,ailehukukualanındaki İslam ve Osmanlı hukuk tarihinde ilk örnek sayılır.) evlenme ehliyeti için Ebû Hanîfe’nin görüşüne uyularak erkeklerin on sekiz, kızların on yedi yaşını bitirmiş olmaları koşulu aranmıştır. Kararnamede bu yaşa ulaşmamış kızlar için velisinin izni aranmış, kızların dokuz, erkeklerin ise on iki yaşından önce evlendirilemeyeceği hükme bağlanarak, evlenme yeterliliği için bir de alt sınır getirilmiştir. On yedi yaşını tamamlamış kızların evlenebilmesi için denklik açısından velisinin görüşünün alınması, yerine getirme yeterliliğini kısıtlamadan çok ailenin sağlıklı temeller üzerine kurulması ve özellikle evlenecek kızın haklarının korunması düşüncesine dayanır. İslam hukuk öğretisindeözellikle Hanefîler’in dışındaki diğer hukuk görüşlerinde kadının evlenme yeterliliği konusunda yer alan görüşler benzeri bir düşüncenin ürünü sayılabilir. Gerek haklardan yararlanma ve borç altına girme, gerekse bu hakları doğrudan kullanma konusunda her hukuk sisteminde o toplumun gereksinim ve anlayışlarıyla bağlantılı olarak belli düzenlemeler getirilir. Eski dönemlerde, köle sınıfının yerine getirmeüstelikgerekli olma yeterliliğine getirilen kısıtlamalar, çağımızda belli siyasal ve sosyal haklardan yararlanmak, belli tür hukuksal işlemleri yapabilmek için söz konusu edilen kayıt ve koşullar böyle bir anlayışın sonucu olup, sonuçbakımındanyeterliliğinin özünü bozmamaktır.

d.Yerine Getirme Yeterliliği Açısından Fiiller;

İnsanın hukuksal sonuç doğuran fiilleri yerine getirme yeterliliği açısından iki bölümde incelenir.

1. Bazı fiillerin yalnızca işlenmiş olması hukuksal sonucun doğması için yeterli olup işi yapanın eksik veya tam yerine getirme yeterliliğinin bulunması koşulu aranmaz. Örneğin,akılsal dengesi bozulanın veya küçük çocuğun haksız fiillerinin zararını ödeme sorumluluğunu doğurması ve zararın yasal temsilcileri tarafından bunların mallarından karşılanması böyledir. Bu uygulama, doğrudan haksız fiillerde,eksiklik sorumluluğunun aranmayışı ilkesine dayanır. Burada işi yapanın kasıt veya yanlışının bulunması değil,üstlenmeyi yani gerekli olma yeterliliğine sahip olması esas alınır. Mecelle’de bu, “Bir şeyi doğrudan yapan kişitasarlayarak yapan olmasa da ödeyen olur” kuralıylabelirtilir. Çünkü burada haksız olarak zarara uğrayan tarafın,haksızlığa uğramasını giderme amacı egemendir ve bunun için de bulunabilen en uygun çözüm, haksız fiili doğrudan işleyen kişinin üstlenmesinin,zararı karşılamayla sorumlu tutulmasıdır.

2. Bazı fiillerin hukuksal sonuç doğurması için işi yapanın yaptığı işin nitelik ve sonuçlarını kavrayacak durumda olması, yani işi yapanınyerine getirme yeterliliğinin bulunması koşulu aranır. Sözleşmeler, alma, verme, kazanma, yaşatma gibi hukuksal işlemler, suçlar, ibadetler bu bölümde yer alan fiillerdir. Bu bağlamda,yerine getirme yeterliliği, işi yapanındinsel veya hukuksal geçerli bir kasıt ve iradesinin bulunması demektir. Ancak bu bölümde yer alan fiillerin her birinin nitelik ve amaçları genelde farklı olduğundan, her tür fiil için aranan yerine getirme yeterliliği diğerinden farklılık gösterebilir. Bu nedenle,yerine getirme yeterliliğinin tam veya eksik oluşu, hem kişinin konumuna göre, hem de karşılaştığı olaya ve yapacağı fiil ve işleme göre yapılan bir nitelemedir. Ancak İslam hukukunda her fiil ve işlem için ayrı bir yeterlilikölçütünün konması yerine bunlar gruplandırılarak ana hatlarıyla ve nesnel ölçüler geliştirilmeye çalışılmıştır. Kişinin yalnızcaçıkarına olan hukuksal işlemler ve ibadetler için seçmeyle, genelde erginlik ile, ekonomik sonuçları olan işlemleri içinse yetkinlik ile tam yerine getirme yeterliliği kazanması kuralı veya özel bazı sözleşme ve işlem türleri için getirilen sınırlamalar böyle bir uğraşın sonucudur.

C.Yeterliliği Etkileyen Geçici Durumlar;

Gerekli olma yeterliliği,üstlenmeye ve insan olma niteliğine dayandığından,yaşamda olduğu sürece her insan kural olarak tam gerekli olma yeterliliğine sahiptir. Ancak, gerek uygulamada görülen gereksinimler, gerekse toplumun ortak kültür ve geleneği nedeniyle zaman zaman belli sınıf, cins ve grup kişilerin haklardan yararlanmayeterliliğine bazı sınırlamalar getirildiği olmuştur. Örneğin, bugün için tarihselgeçmiştekalmış bulunan kölelerin, hak ve yeterliliğindeki kısıtlamalar, sosyal ve siyasal haklardan yararlanmada belli sınıflar için getirilen kısıntılar veya ayrıcalıklar dinsel olmaktan daha çok sosyal ve geleneksel anlayışlar, toplumsal koşul ve gereksinimlerle ilgili bir konu görünümündedir. Bu tür ayrıklı durumlar dışında,gerekli olma yeterliliğinin kısıtlanmaksızın veya yok olmaksızın yaşam boyu devam etmesi ve doğal bir son olan ölümle ortadan kalkması genel ilkedir. Bu nedenle,yeterliliğin etkilenmesi, daralması veya yok olması,zorunlu değil,yerine getirme yeterliliği için söz konusudur. Çünkü,yerine getirme yeterliliği kişinin akıl ve seçmeyeteneğine dayandığı, hüküm verme, irade ve yapabilme gücünü yakından ilgilendirdiği için, bunları zayıflatan veya ortadan kaldıran her yeni durum doğal olarak yerine getirme yeterliliğini de aynı oranda etkileyecektir. İnsan yeterliliği tamamlandıktan sonra onu daraltan, yok eden veya yeterliliği etkilemeksizin ilgili kişiye kıyasla, bazı hükümlerin değişmesine yol açan durumlar İslam hukukunda “yeterlilikaksaklığı” olarak anılır. Burada yeterlilikyorumuylayerine getirme yeterliliği, aksaklıkla insanın doğal ve asıl özelliği olmayıp,yerine getirme yeterliliğini olumsuz yönde etkileyen durumlar kastedilir.

Yöntem bilginleri, yeterlilikaksaklıklarını“dinsel” ve “kazanılmış” olmak üzere iki bölüme ayırarak incelerler. Ancak, bu ayırımın önemli hukuksal sonuçları yoktur. Dinselaksaklıklarla, meydana gelmesinde kişinin uğraş ve seçiminin bulunmadığı durumlar kastedilir. Delilik, bunaklık, ölüm böyledir. Kazanılmışaksaklıklar ise, meydana gelmesinde yükümlüler veya üçüncü kişilerin irade ve seçiminin etkili olduğu sonradan kazanılmış durumları belirtir. Sarhoşluk, yanılma, zor ve tehdit altında olma bu tür aksaklıklardır. Yöntemciler,dinselaksaklıklar olarak akıl hastalığı, bunama, baygınlık, yaş küçüklüğü, ölümle sonuçlanan hastalık, kölelik, uyku, unutma, ölüm, kadınlarınözel durumu ve lohusalık gibi durum ve nedenleri sayarlar. Kazanılmışaksaklıklarbölümünde ise sarhoşluk, harcamalarda önlemsizlik, bilgisizlik, yanılma, ciddiyetsizlik, yolculuk, zorlama, batkınlık gibi nedenler yer alır. Ancak bu durum ve nedenlerin bir kısmı aksaklık tanımına tam uymayıp daha çok yaşamın veya kişinin cinsiyetinin doğalsüreci içinde yer aldığından, bazı yöntemcileryeterlilikaksaklıkları daha sınırlı tutarlar. Kaynaklarda her bir yeterlilikaksaklıkları ayrı bir başlık altında ele alınarak ayrıntılı şekilde incelenir. Bu durum ve nedenlerin,yerine getirme yeterliliğine etkileri de yaşamındoğalsürecinioluşturanseçmeyetisi öncesi dönem, seçme yetisi dönemi ve erginlik ile yetkinlik sonrası dönem şeklindeki üçlü ayırım biçimine göre ele alınır. Örneğin, tam delilik, tam bunaklık, baygınlık gibi yeterliliği tamamıyla kaldıran durumlarda kişinin,iyiyi ve kötüyü ayıramayan çocuk hükmünde, yerine getirme yeterliliğini kısmen etkileyen durumlarda ise ayırtedebilen çocuk hükmünde olduğu kabul edilir. Her bir ilinti durumun kaynağı ve niteliği farklı olduğundan, bunların her birinin dinsel ve hukuksal sonuçları da, Allah hakkı, kul hakkı, ibadetler hukuksal işlemler, sözel ve eylemselkullanımlar,bilgisel ve bildirimselkullanımlar gibi birtakım ayırımlar yapılarak incelenir. Bu konuda ağırlıklı olan ortak eğilim, Allah hakları konusunda akıl ve seçme gücü bulunmadığı sürece ayrı tutmak, kul ve toplum hakları konusunda ise kişiyi farkındalıkla işlediği söz ve davranışlarından dolayı olası olduğunca sorumlu tutmak, yeterliliğini etkileyen bu durumları gerekçegöstererek başkasının haklarınazararvermesineolanak vermemek, üçüncü kişilerin haklarının korunması ilkesine öncelik tanımak yönündedir.

Yorumlar (0)
12
az bulutlu