banner4
12.06.2020, 10:42

ÇİN VE RUSYA’YA DİKKAT

Dünya bugünlerde yeni oluşumlara ve kurulacak yeni dengelere doğru gidiyor. Ve bu husus, artık açık açık tüm dünyada ve her kesimde dillendiriliyor.

Bir yanda dağılma  işaretleri veren ABD, bir yanda orta vadede süper güç olarak ABD’nin yerini alacağını düşündüğüm Çin ve Çin’in en yakın müttefiki olacak Rusya, diğer yanda ise her geçen gün güçlenen, dünya denkleminde bundan sonra ben de varım diyen, kararlı Türkiye. (Bu denklemde, kendilerinde hiç bir gelecek görmediğim AB ile, Arap Ligini zikretmeye gerek bile görmüyorum).

Hâl ve gidişat böyle olunca, bu sürecin sonunda oluşacak devler liginde, Türkiye’nin başını ağrıtabilecek ülkelerin Çin ve Rusya olacağı da ortadadır.

Bu makalemde bu konuyu ele almak istiyorum.

Bu 2 ülkenin çeşitli nedenlerden dolayı, bize karşı şimdilik kısmen ılımlı ve kontrollü davrandıklarına inanıyorum. Bunun en başta gelen nedeni, dünyanın içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi konjonktürdür. Ama en geç 15-20 yıla kalmadan, biz bu 2 ülkeyle ciddi sorunlar yaşayacağız. Bunun nedenlerini irdelediğimizde, bu nedenlerin birden fazla olduğunu görürüz.

Şimdi bu nedenlere bir bakalım:

1- En büyük neden, hem Çin’deki ve hem de Rusya’daki Türk nüfusudur. 

Dünyada son yıllarda yükselen ulusalcılık akımlarının yanısıra, Türk Keneşi’nin hızla yol almasını da göz önünde bulundurduğumuzda, bunların kendi içlerindeki Türk nüfus üzerinde yaratabileceği muhtemel dalgalanmalar, Rusya ve Çin için göze alınabilecek bir risk değildir. Bu nedenlerle de şimdilik bizimle açıktan bir kavga, işlerine gelmeyecektir.

Ancak bu gerçek, yani kendi içlerindeki Türk nüfusu, bu 2 ülkenin bize her zaman rakip ve düşman olması için başlı başına yeterli bir sebeptir. Kendi içlerinde bu kadar ciddi bir Türk nüfusu barındırırken, güçlü bir Türkiye işlerine gelmeyecektir. Çünkü güçlü bir Türkiye, kendi içlerindeki Türk nüfus için arkalarındaki bir destek, güç, moral ve ideal demek olacaktır. 

Tüm bu nedenlerle, özellikle Çin’in son yıllarda Uygur Türklerine yönelik uyguladığı baskıları, zulümleri artırması oldukça dikkat çekicidir. Rusyanın ise, açık zulüm ve baskılar yerine, aynen Çeçenistan örneğinde olduğu gibi kendi içlerinden bulduğu kullanılmaya müsait insanlar marifetiyle yönetmek yolunu tercih ettiği görülmektedir.

Türkiye’nin güçlenerek yoluna devam etmesi, bu ülkeler (Çin ve Rusya) için çok ciddi riskler taşıyacaktır. Çünkü kendi içlerindeki Türk nüfusunu (ve bu özerk bölgeleri) kolaylıkla yönetemeyecekler ve her an bir iç isyan ihtimali ile karşı karşıya kalabileceklerini düşüneceklerdir.

Nitekim, eğer Türkiye dünyada söz sahibi ve belirleyici ülkelerden birisi olacak kadar güçlenirse, bu ülkelerdeki Türk nüfusun olduğu bölgelerin bağımsızlıklarının da gündeme geleceğine inanıyorum.

2- Diğer bir sebep, önümüzdeki 20-25 yıla  kadar ABD dağılacak ve kuvvetle muhtemel herbir eyalet bağımsız bir ülke olacaktır. Aynı dönemde Çin oldukça güçlenecek ve süper güç olarak dünyadaki yerini alacak ve en büyük müttefiki de bana göre Rusya olacaktır. 

Hal böyle olunca, Türkiye’nin güçlü bir devlet olması, elbetteki onlar için kabul edilemez bir durumdur. Bu da rekabetin ve sürtüşmenin sebeplerinden birisi olacaktır.

3- Geçmişte bugünkü AB ülkeleri ve Amerika’nın sömürdüğü Afrika’da, bugün ve gelecekte Çin’in ve Rusya’nın gerçek rakibi Türkiye’dir. Bu rekabet çoktan başlamıştır.

Özellikle son dönemlerde, savunma sanayii başta olmak üzere Türkiye’nin sıçrama yapması, Çin’i ve Rusya’yı o bölgelerde (halklar nezdinde) adeta 2’nci plana atmaya başlamış, Türkiye ise yükselen değer olmuştur.

O bölgelerde, Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalan ve devam eden gönül bağımız, bizim Afrika halkları üzerindeki sempatimizi artırmıştır. Çünkü gönül bağı taşıdıkları Türkiye artık güçlü bir Türkiye’dir ve üstelik batılılar gibi sömürgeci ve zalim de değildir. 

İşte bu durum da, Çin ve Rusya için başka bir tehlike arzetmektedir.

4- Diğer bir rekabet alanı ise, Orta Asya ve Uzak Doğu’dur.

Orta Asya Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tacikistan’ın yer aldığı bölgedir. Bu ülkelerin hepsi Türki Cumhuriyetler olup, dağılan SSCB’nin eski peykleridir ve buralarda bugünkü Rusya’nın eski imparatorluk hayalleri devam etmektedir. Ve kabul edelim ki, 70 yıllık Rus sömürü döneminde bu ülkelerin dilleri, dinleri ve kültürleri oldukça hırpalanmış ve asimilasyona tabi tutulmuştur. Bu nedenle de, özellikle 40 yaş üzeri jenerasyonda Rus kültürünün izleri devam etmektedir.

Bu etkileri silebilmek için, bizim bu soydaşlarımızla hiç ara vermeden her türlü ilişkimizi artırarak devam ettirmemiz gerekmektedir. Buradaki rekabet daha çok Rusya iledir.

Uzak Doğu ülkeleri ise, Çin, Japonya, Endonezya, Filipinler, Malezya, Brunei, Singapur, Doğu Timor, Tayland, Laos, Kamboçya, Vietnam, Myanmar, Tayvan, Bangladeş, Pakistan, Sri Lanka, Kuzey Kore, Güney Kore ve Moğolistan’dır. Buradaki rekabetin ise Çin ile olacağı ortadadır. Ancak, bölgenin Çin dışındaki güçlü ülkeleri bize daha yakın olmakla birlikte, coğrafi konumları bizim için dezavantaj teşkil ederken, Çin için avantaj teşkil etmektedir.

Avrupa’nın birçok bölgesinde de Türk nüfusunun bulunduğunu (mesela Gagavuzlar gibi), bunların da bizim için önemli bir avantaj ve zenginlik olduğunu da vurgulamak isterim. 

5- Yakın gelecekteki bir başka rekabet alanı, Türk Keneşi’nin katılımcılarının artması ve güçlenmeye başlamasıyla olacaktır ki, bu rekabet esasen şimdiden el altından başlamıştır.

Burada bize düşen, adımlarımızı büyütmek ve hızlandırmaktadır.

6- Ülkemizin savunma sanayiindeki atılımlarının artmasıyla, pazar payının bu 2 ülke için daralması da başka bir rekabet alanı olacaktır.

Türkiye’mizin savunma sanayiinde dışa bağımlığı azaldıkça, ürettiklerini dilediği ülkeye dilediği miktarda satabilmesi insiyatifi de artacaktır. Bu ticari bir rekabetten ziyade, stratejik bir rekabet halini alacaktır. 

Bunların üzerine, bir de gerçekten kendi imkanlarımızla kendi insansız savaş uçağı üretmeyi ve seri üretime geçebilmeyi önümüzdeki 10 yıl içerisinde gerçekleştirebilirsek, elde edeceğimiz mutlak insiyatif kullanma imkanımız ve mukayeseli üstünlük, bu rekabette bizi bu ülkelerle boy ölçüşebilir konuma getirecektir.

Çin’in bizim 3’üncü köprünün (Yavuz Sultan Selim Köprüsünün) hissesinin bir kısmını, Kuzey Marmara Otoyolunu satın alacaklarının hatta aldıklarının ve Mersin limanının gerçek sahibinin Çinliler olduğunun söylenmesini pek de hayra yormuyorum. Bunun bizim açımızdan sebeplerinin, hem siyasi denge ve hem de finans temini olduğunu düşünüyorum. Ancak ülkemiz güçlendikçe bu gerekliliklere de ihtiyacımız kalmayacaktır.

Sadece Türkiye’de değil, özellikle Avrupa ve Afrika’da, Çin’in limanlar, köprüler, önemli şirketler, araziler vb satın alarak yada kiralayarak ilerlemesinin tek açıklaması, Çin’in önümüzdeki dönemde ciddi ölçeklerde ve bilinçli bir şekilde dünya liderliğine hazırlanmasıdır.

Bizim için ise, kısa vadede Suriye’de ve Libya’da kalıcı ve sürdürülebilir başarıların tescillenmesinin yanısıra, savunma sanayii gibi diğer bir kısım stratejik alanlarda yapacağımız atılımlar, önümüzdeki 10 yıl için çok büyük önem arz etmektedir. 

Suriye’de ve Libya’da istediğimiz başarıları kalıcı ve sürdürülebilir olarak tesis ve tescil edebilirsek, bu başta Tunus ve Cezayir olmak üzere, bölgede büyük alt yapı ve onarım hizmetleri gibi alanlarda ve petrol- doğalgaz temini ve aramaları gibi konularda söz sahibi olarak, ekonomimize oldukça ciddi katkılar sağlanmaya başlanması demektir ki, bu da cari açığımızın azaltılması, savunma sanayii gibi ölçekli alanlarda finans katkısı vb sağlanması demektir. Bunun yansımaları da, nitelikli istihdam artışından katma değeri yüksek ihracattaki artışlara, ülkemiz içinde ve dışında tarım, yenilenebilir enerji ve sanayiiden katma değeri yüksek diğer bir çok alanlardaki yatırımlara kadar, hatırı sayılır artışlar sağlamaya başlamamız demek olacaktır. Uluslararası imaj ve belirleyicilik alanlarındaki katkıları söylemeye bile gerek yoktur.

Geçtiğimiz hafta Libya Başbakanı Fayiz Es-Saraç’ın “Türkiye’nin tüm petrol ve doğalgaz ihtiyacını biz karşılayabiliriz” şeklindeki açıklaması oldukça anlamlıdır. Bu açıklama, bedavaya veririz anlamında değildir tabiki. Ancak hem çok uygun fiyat ve şartlarda olur, hem de karşılığında savunma sanayi ürünleri, gıda, sağlık, ticari ve savaş gemileri vb gibi ürünler ihraç edebiliriz. İşte sadece bunlar bile her 2 ülkenin, yani hem bizim hem de Libya’nın ekonomisine çok ciddi katkılar sağlayacaktır. Bu bizim ekonomimize  (artacak ihracatımız ve yatırımlarla birlikte) yıllık en az 10-15 milyar dolar artış  sağlanması demektir. Aynı zamanda, bu gelirler, savunma sanayiinde, tarımda, yenilenebilir enerjide, denizcilik ve uçak sanayiinde vb yeni yatırımlar için finansman sağlanması demektir. 

Ama görünen odur ki, Suriye ve Libya başta olmak üzere, Afrikada ve Asya’da daha fazla söz sahibi olmamız ve Türk Keneşi’nde genişleme ve kurumsallaşma süreçleri oldukça zorlu geçecektir. 

Türkiye’miz, rahmetli Atatürk’ün vefatından sonra, içine kapanmaya mahkum edilmiş ve bırakınız ekonomik ve teknolojik hamleler yapabilmeyi, olanlar bile iflas ve imha edilmiş, içeride darbeler, terör vb gibi olaylarla enerjisini içeride yok yere tüketmek zorunda bırakılmış ve adeta başını kaldırmasına fırsat verilmemiştir. Ancak, Allah’a şükürler olsun ki, Türkiye aslına dönmeye çoktan başlamıştır. İnşaallah bu süreç hız kesmeden, başarıyla devam eder.

Neticede, tüm bu süreçlerin sonunda, ülkemiz hedeflerine ulaşırsa, bugünlerde sessiz ve sakince ortada bekleyen daha birçok ülkenin bizim yanımızda yer alacağına da eminim. Hatta bugün tasmaları ABD veya Rusya’nın elinde olduğundan, bize karşı havlayan Mısır ve BAE gibi ülkelerin bile bize yanaşacaklarını düşünüyorum.

Bugün için, bu yazdıklarımın bir çoğunu belki de hayal ve sadece bir temenniden ibaret diye düşünenlerin, Allah izin ve ömür verirse 10-15 yıl sonra bu konularda çok ciddi mesafeler alındığını göreceklerine inanıyorum.

Yıllardır, “biz adam olmayız” zihniyetini beyinlerimize kasıtlı olarak kazıyan, bizim nesilleri yabancı hayranlığı ve Amerikan efsaneleriyle büyüten negatif algı yaratıcı ve yöneticilerine inat, eski şanlı tarihimize döneceğimiz yıllar yakındır inşaallah.

Bizim Ar-Ge çalışanlarımız da, mühendislerimiz de, sanayicimiz de, üreticimiz ve imalatçımız da, müteşebbisimiz de, ihracatçımız da, çiftçimiz de dünyada emsalsizdir, rakipsizdir. 

Bu asil, necip, fedakâr ve zeki milletin, cesaret ve çalışkanlığının yanısıra, asaletinden kaynaklanan iyi niyetle ve samimi vatan aşkıyla başaramayacağı hiç bir şey yoktur. Tarihimiz bu mucizevi başarılarla doludur.

Yeter ki birlik-beraberliğimizi bozmadan, birbirimize sahip çıkarak, inanarak, dürüstçe, inatla ve disiplinli bir şekilde her alanda çalışmaya üretmeye devam edelim.

Selam, sevgi ve saygıyla!..

Yorumlar (2)
Recep Koçer. 4 yıl önce
Tebrikler, Sayın Müsteşarım. Bu dilek ve temennileriniz İnşaAllah Tezzamanda gerçekleşir. Bir an önce Türk Birleşik Devletleri gerçek kimliğine kavuşmalıdır. Selam ve saygılar.
Çağman. 4 yıl önce
Evet zorlu bir süreç, en büyük handikap içeride tam olarak sağlayamadığımız bütünlük.
12
az bulutlu