banner4
18.06.2020, 13:02

DİN VE AHLÂK

Hep konuşulmuştur: Din ve Ahlâk birliktemidir? Neden? Birlikte değilse ya da olamıyorsa hangisi önce gelmelidir? Neden?

Önce daha dar anlamda kendi ülkemizde olanlara bir bakalım: Samimi müslüman bilinen kimi insanlarımızın dürüst, mert, eli öpülesi örnek insan olduğunu da görmüşüzdür, yine müslüman ve namazında niyazında olup da sahtekarlık yakasından akanları da görmüşüzdür. Müslüman olmayan veya inanç olarak müslüman olsa da dinin hiçbir gereğini yerine getirmeyenler içerisinde de aynı şekilde eli öpülesi insanlar da vardır, her türlü sahtekarlığı yapanlar da.

Uluslararası arenaya baktığımızda ise; Bugün ekonomik anlamda gelişmiş toplumların neredeyse tamamının müslüman olmadığını, hatta bazılarının kutsî dinlerin hiçbirisine bile inanmadığını görürüz.

Müslüman ülkelerde ise, tam tersi bir tablo ile karşılaşırız. Yönetimleri de genelde krallık, sultanlık, emirlik, prenslik olan bu Ortadoğu ülkelerinin ekonomilerinin ve haklarının durumunun berbat olduğunu görürüz.

O halde soru şu: Bu işte bir terslik yokmu?

Gayr-i Müslim ülkelerin gelişmiş olması karşısında, müslüman bilinen ülkelerin ise oldukça geri kalmış ve üstelik bazılarının da petrol ve doğalgaz gibi büyük varlıklara sahip oldukları halde, varlık içinde yokluk yaşamaları oldukça dikkat çekici değilmidir?

Bu çerçeveden bakınca da, günümüz dünyasında önce ahlâk, sonra dinin önemli olduğunu gözlemleriz.

Ancak ilmî ve mantıkî gerçek ve tespit böyle değildir. Neden mi?

Din esasında, beşerî, iktisadî ve hatta siyasî kuralları da tanzim eder.

Bütün dinlerde, gerek fertler arası ilişkilerde, gerek birey-devlet ve devlet-birey arası ilişkilerde ve gerekse uluslararası ilişkilerde eşitlik, dürüstlük, adalet ve çalışmak emredilir. İlime, bilime, emeğe saygı esastır. 

Bu emir hayatın herbir alanında, yani insanî ilişkilerden ticarî hayata, kurumlarla ve devletle olan ilişkilerden uluslarası sair ilişkilere vs kadar geçerli ve kapsayıcıdır.

Ancak, insanoğlunun menfaat ve ego duygularının galip geldiği durumlarda, dini duygular ve emirler yok sayıldığı için, işte tam burada insanlığın ortak mihenk taşı olan “ahlâk”la tartı başlar. Yani o kişinin artık müslim-gayri müslim olup olmadığı değil, ahlâklı olup olmadığı ile tanımlamalar ve sıfatlandırmalar başlar. Biz buna bireysel ya da kurumsal karakter de deriz.

2’nci dünya savaşının bitiminde harap ve bitap olarak teslim olan Almanya, İtalya ve Japonya ile, bu savaşın kaybedenleri arasında olmasa da bitik durumda olan Fransa gibi ülkelerin bugün geldiği duruma bir bakın: Bu ülkelerin tamamı gelişmiş ülkelerdir. 

Peki bu ülkelerin hiçbirisi müslüman da değil, petrol veya doğalgaz zengini de değil. O halde nasıl başardılar? 

Bu sorunun cevabını araştırdığımızda 2 temel faktör görürüz: Çalmadan çırpmadan ve çok uzun bir süre yani kalkınıncaya kadar büyük maaşlar peşinde koşmadan gece gündüz ciddi bir iş disiplini içerisinde çalışmak, üretmek; diğer faktör ise birbirlerine yani devletin millete, milletin de devlete tam bir güven ve dayanışma içerisinde hareket etmesi. İşte buradaki davranışların ve anlayışın tanımı “ahlâk” “Karakter” olarak karşımıza çıkıyor.

Aynı örneği Güney Kore için de verebiliriz.

Bu nedenle de, dinin değil, ahlâkın önce geldiği değer yargısı olarak öne çıkmaktadır. 

Bugün müslüman ülkelerin büyük bir çoğunluğunda yönetimler ile halk kopuktur. Zaten demokrasi değil, Krallık/ Sultanlık/ Emirlik vardır. Yönetimler ne pahasına olursa olsun yerlerini muhafaza etmek istediklerinden, bunun için halkın daha da ezilmesini, fakirleşmesini önemsemeden, kendilerini koruyacak güçlü bir dış güce biat etmişlerdir. 

Bu güç günümüzde, ABD, Rusya veya Çin’dir. Bu güçler de, elbetteki bedelini fazlasıyla tahsil etmektedirler. Nitekim, daha birkaç ay önce (Ekim 2028’de) Trump’ın “Suudi Kralını aradım, sizi biz koruyoruz, bizim desteğimiz olmasa 2 hafta bile iktidarda kalamazsınız diye uyardım.” dediğini kamuoyuna açıklamakta bir sakınca görmemiştir.

Bu sadece Suudiler için değil, Suriye, Mısır ve BAE gibi birçok müslüman ülke için de geçerlidir.

Bu tür ülkelerin tamamında, yönetim halktan kopuktur; yönetim halka, halk da yönetime güvenmemektedir; yönetim biçimi demokrasi değildir; seçimlerin yapıldığı bazı ülkelerde ise seçimler âdet yerini bulsun cinsinden âdeta göstermeliktir; ülkenin imkanları yani ekonomik değerleri yönetim ile yönetimi koruyan dış egemen ülke/ülkeler arasında paylaşıldığından halk fakir ve çaresizdir; işin daha da acı olanı yönetim sıkışınca halkını dini söylemlerle avutmak yolunu seçmektedir. 

Suudi Arabistan’da, Mısır’da, BAE’de olduğu gibi, yöneten bir grup azınlık zevk-ü safa içinde yaşarlarken, halk korku ve göreceli bir fakirlik içinde yaşamaktadır.

Bu tür kukla yönetimlere son yıllarda ilave bir zulüm görevi daha verilmiştir: Diğer müslüman halkları daha da ezmek ve kendi menfaatleri doğrultusunda sömürmek.

Her yıl Hacc mevsiminde Suudi Arabistan’da yüzbinlerce kurban kesilirken, burunlarının dibindeki Yemen’de insanlar açlıktan ölmektedir. Bu da yetmezmiş gibi, mezhep farklılığı gerekçesiyle, fakir ve çaresiz Yemen halkı, komşu ve müslüman Suudi’ler ve BAE tarafından bombalanmaktadır; bunun tam tersini de İran yapmaktadır, yani İran da, yine Yemen’de sünnileri bombalamaktadır. Neticede, müslüman Yemen halkı çaresizce açlıktan ve savaşlardan bıkmış bir şekilde, ölümü bekler hale getirilmiştir.

Bugün dünyada islamı kötülemek için verilen örneklerin başında, islam ülkeleri olarak bilinen ülkelerin içinde bulundukları bu durumlar yani geri kalmışlıklar ile, birbiriyle yaptıkları savaşlar gösterilmektedir. Oysa bu savaşları körükleyen yine aynı egemen güçlerdir; alet olan da saltanatını korumak isteyen yönetimler.

Maalesef bu örnek yüzeysel olarak da doğru gibi gözükür. Oysa burada, o ülkelerin müslüman oldukları için değil, müslüman olduklarını iddia eden sözde yöneticilerinin ihanetleri yüzünden bu halde olduklarını kimse anlamak istemez.

Çünkü gerçekten müslüman olsalardı, halklarına zulüm etmelerinin de, kendilerinin israfla dahi izah edilemeyecek kadar zevkü safa içinde yaşamalarının da, ülkelerinin kaynaklarını emperyalist ülkelere peşkeş çekmelerinin de mümkün olamayacağını bilmeleri gerekirdi.

Bugün Türkiye’miz müdahil olmasaydı Suriye’nin ve Libya’nın da sonu böyle olacaktı. Nitekim, 20-25 yıldır ABD’de yaşayan Libyalı sözde general Hafter’i ABD’de eğiten de, Libya’ya getirip savaştıran da aynı egemen güçlerdir ve eğer başarılı olsalardı, Suudi’lerin veya BAE’nin benzeri bir sömürü düzeni de Libya’da kurulacaktı.

Bütün bu örneklerden yola çıkarak değerlendirdiğimizde, aslında islam dininin tüm kuralların belirlediğini, bu kuralların dürüst bir şekilde çalışmak, üretmek, adilce bölüşmek, emeğin hakkını tam ve zamanında teslim etmek gibi tüm insanlığın tereddütsüz evet deyip gönül rızasıyla kabul edeceği şekilde olduğunu; ancak özelde kişilerin, genelde ise yönetenlerin içerisindeki 2 yüzlü muhterisler yüzünden dünyanın bugün bu hallerde olduğunu söyleyebiliriz.

Çözüm mü? Çözüm şu:

Dünyada egemen güçün tekrar bizim olmamız, ve bilinen adaletimiz ve merhametimizle egemen güç olarak mazlum milletlere sahip çıkmamız. 

Diyeceksiniz ki, bunun gerçekleşmesi oldukça zor. Evet zor, ama imkansız değil.

Zaten gidişatımıza bakınca, eski güçlü günlerimizin ufukta belirdiğini görebiliyoruz.

Haydi, sızlanmadan, bahaneler üretmeden, şuculuk-buculuk yapmadan, samimi bir vatan sevgisiyle ve dürüstçe mertçe tam gaz çalışmaya, üretmeye devam. Çünkü tarihimiz ve mazlumlar bizi çağırıyor. Son 1-2 asırı kaybettik, daha fazla geç kalmayalım.

Selam, sevgi ve saygıyla!..

Yorumlar (6)
Emin Sabrioglu 4 yıl önce
Çok güzel bir yazi . Biraz dafa geliştirilebilirse manifesto ya dönüşebilir ancak
1- Ebu zer anlayisinda bir din olmsli emevi slatanat ce saraylari anlayisinda değil
2- Arap kültüründe sorunlari sadece savaşla çözen kafalarla değil
3-grcek ve hikmet sadece islamda olsaydi "hiknet çinde bile olsa aliniz" manasindaki hadis olmazdi .
4- Biz iyiyiz gavurlar kötü yargısının yanliş olduğunu kabul edeceğiz
5-hasta oldugunu kabul etmeyen tedavi bulamaz.
Vesselam
Şenay Pak 4 yıl önce
Kaleminize yüreğinize sağlık
Nurettin Cengiz 4 yıl önce
Doğru ve yerinde tesbitler Sayın Müsteşarım.Selam ve saygılarImla...
Recep Koçer 4 yıl önce
Çok haklı ve yerinde tesbitler. İnşaAllah; Dünya nizamı için; Rabbim; Bize bir kez daha bu ruhsatı vermesini diliyorum. Selam ve saygılar.
Mehmet Bahadır 4 yıl önce
Çok güzel bir yazı, aynen katılıyorum. Yüreğinize kaleminize sağlık üstad.
Memun Sekin 4 yıl önce
Güzel bir yazı.Elinize sağlık...
12
az bulutlu