banner4
09.02.2020, 20:02

 Üşüyorum!

 Son bir kez daha seni seviyorum dedi.

Yavaş yavaş kapanan göz kapaklarından dökülen yaşlar, daha göz pınarında daha oluşmadan buza dönüşüyordu.

Tutamamıştı ellerini Ahmet bir kaç adım geride düşmüştü.Artık seçilemiyordu yüzü. Kar tümüyle örtmüştü o uğruna dünyaları feda ettiği kocasının yüzünü.

 Bütün gücünü toplayarak,son bir sefer daha seslendi.

Aslın da seslenmek istedi ama dudakları buz tuttuğu için, sadece mırıldana bildi.

Seni çok sevdim dedi,kendisinin bile duyamayacağı bir sesle.

Nefes almakta zorlanıyordu.

Ayakları taşımıyordu onu.

Geriye doğru, Ahmedine bir kaç adım daha atmak istedi ama olmuyordu.

Artık bacakları kendisine ait değildi.

Elleri ile önünü açmaya çalıştı ama o da olmadı. Parmakları donmuştu. kıpırdatamadı o parmakları.

Oysa Ahmet kıyamazdı bu parmakları avucunun içine alırken.

Evlilik yüzüğünü takarken tiril tiril titriyordu elleri, yüzük parmağımı tutmaya çalışırken mutluluktan ağlamıştı ve misafirler çok şaşırmışlardı.

Biz Kürtlerde Erkeğin ağlaması çok nadir görülen bir şeydir.

Zayıflık olarak görülür.

Ama Ahmet bardaktan boşalırcasına ağlamıştı, o gün

İkimizde okumuştuk ve aynı okuldan mezun olmuştuk.

Ama savaş yoksulluğu dayanılmaz boyuta çıkarmıştı ve üç yıldır işsizdi Ahmet.

Bana akrabalarının bir bölümü Türkiye'de ve bir bölümü de Avrupa'da demişti. 

Bizde gidelim diye diretiyordu.

Bura da seni ve bizi geçindirecek bir iş bulma imkanım yok diyordu.

Sürekli savaştan kaçan insanlarla dolup taşıyordu yasadığımız kent.

Ve savaş devam ettiği için, devam ediyordu bu göç dalgası.

Çaresizlikten geliyorlardı.

Ölmemek için.

Çoluk çocuk binlerce insan akı akın geliyordu.

Yaşama umudu ile.

Herkesin işsiz ve mülteci olduğu bir yerdi yaşadığımız yer.

Buradan kurtulup Avrupa'da insanca yaşayanların hikayeleri konuşuluyordu her yerde.

Bir yeni hayat.

Bir yeni hayal.

Bir yeni umut adına, bizde evimizdeki eşyaları ve evlendiğimiz de aldığımız altınları satarak, Türkiye üzerinden Avrupa'ya gitmek için kaçakçılarla anlaşıp yola koyulduk.

Bembeyaz dağları aşarak yürümeye başladık.

Ahmet sımsıkı tutmuştu ellerimi.

Gururla,

Umutla tutmuştu ellerimi.

Bana yeni bir hayat,

Beraber mutlu olacağımız,

Çocuklarımızı beraber büyüteceğimiz bir hayata doğru,   yeni bir hayata yolculuğun gururu ile tutuyordu ellerimi ve Türkiye sınırını geçmiştik,

Bir kaç saatlik yolculuğumuz kalmıştı.

En sevdiği türküleri söyleye söyleye yol alıyorduk.

Ama birden bire tipiye yakalandık.

Allah'ım bu ne rüzgardı.

Gözlerimizi bile açamıyorduk.

Yönümüzü kaybetmiştik.

Nereye gittiğimizi bilmiyorduk artık.

Ahmet kollarımı tutmuş, merak etme kurtulacağız az kaldı diyordu ve bunu sürekli tekrar ediyordu.

Adım atamıyorduk,

Rüzgar savuruyordu bizi sağa sola.

Ahmet bir kaç adım atmak istedi o an ve ne olduysa o an oldu.

Beraber aşağılara doğru düşmeye başladık ve Ahmedin elleri elimi bırakmıştı.

Artık teprenemiyordum.

Sesini duyabiliyordum ancak.

Bana sesleniyordu.

Korkma diyordu.

Buradayım diyordu.

Çok uzaktan gelmiyordu sesi.

Yakınımdaydı biliyordum ama tipiden göremiyordum onu.

Ne kadar zaman geçti bilemiyorum.

Zaman donmuştu burada.

Bağırdım avazım çıktığı kadar Ahmet diye.

Ama artık ses vermiyordu.

Gücüm tükeninceye kadar bağırmaya ve onu çağırmaya çalışıyordum.

Artık bende bağıramıyordum.

Teprenemiyordum.

Vücudumu hissetmiyordum.

Uykum geliyordu.

Uyumamaya çalışıyordum.

Ama çok uykum vardı.

Artık sadece uyumak istiyordum.

Üşüyorum. 

Uyandırmayın beni.

Yorumlar (1)
Memun Sekin 4 yıl önce
Umuda koşarken yıkılan dünyası ve üşüyorum bir daha uyanmamak üzere...ne hazin ve acı bir durum...
12
az bulutlu