banner4
21.11.2019, 10:10

RUSYA’YI ISKALAMAYALIM

Dünyada, özellikle de Ortadoğu’da son 15-20 yıldır adı konmadan sessizce çok şeylerin (mesela sınırların, bu mümkün olmazsa yöneticilerin) değiştirilme çabaları hergeçen yıl artarak devam ediyor.

Bunun temelleri 1. Ve 2’nci Körfez savaşlarında atılmıştı esasında. Nitekim ABD’nin eski Dış İşleri Bakanlarından Condoleezza Rice’ın 7 Ağustos 2003 tarihinde The Washington Post gazetesinde yazdığı köşe yazısında, Ortadoğu’da Türkiye dahil 22 ülkenin sınırlarının değişeceğini söyleyerek, ABD’nin, Türkiye’de ve Ortadoğu’daki sinsi planlarını daha ta o zamanlarda açıklamıştır.

Operasyonlarına da güya çok masum bir gerekçe uydurmuşlardı: Demokrasi götürmek.

Bizim bulunduğumuz bu bölgede, yakın tarihlere kadar süre gelen güçler dengesine baktığımızda, Türkiye daha çok ABD ile; Suriye ve İran ise Rusya ile müttefik idi.

Türkiye’nin ABD ile müttefik olmasında, daha önceki bir yazımızda değindiğimiz gibi, 1945’te Stalin, Roosevelt ve Churchill’in iştirakleriyle yapılan Yalta Toplantılarında alınan kararların belirleyiciliğinin büyük olduğu sonradan anlaşılmıştır. Çünkü, daha sonra anlaşılmıştır ki, bu toplantıda devletler paylaşılmış ve Türkiye ABD’ye bırakılmıştır.

Ortadoğu’da da, Arap ülkelerinin tamamı yine ABD ve Sovyetler Birliği arasında bölüşülmüştü. Ancak, müteakip süreçte Irak ve Suriye gibi bir kaç ülke dışındakiler daha çok ABD’ye göz kırpıyorlardı.

1990 ve sonrasında, önce Irak’ın başına gelenler, daha sonra da “Arap baharları” diyerek güya sempatik olarak isimlendirilen ancak “Arap hüsranları” denilmesi daha isabetli olan, Arap ülkelerindeki olaylar ve yöneticilerinin  kendi halklarının eliyle yok edilmesine rağmen, bahara ve huzura kavuşmak bir yana rezil rüsva olan o ülke halklarının geç de olsa uyanmaya başlamasıyla yeni güçler dengesi kurulmaya başladı bölgede.

Bu süreçler yaşanırken Rusya genelde seyirci kalmayı tercih ederek, adeta tarafların yorulup tabiri caizse ağızlarının payını da alıp kendisinin kapısının çalınmasını bekledi.

Bu dönemde, ABD başkanlığında, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve daha pasif olarak da olsa İtalya, Belçika ve Hollanda’nın oluşturduğu bu batı bloku, Rusya’nın kenarda kılıcını bileyerek beklemesinin tehlikesini fark ederek, onu da sahaya çekmeye çalışsa da muvaffak olamadılar.

Önce Suriye’nin bizim uçağımızı düşürmesi, daha sonra bizim Rusya’nın uçağını düşürmemiz ve Rusya’nın Ankara büyükelçisinin öldürülmesi, hep bu çabalar nedeniyle idi bence. Sonradan anlaşıldı ki, ABD bu süreçte içimizdeki hainleri kullanmıştı. Türkiye ve Rusya neredeyse savaşın eşiğine gelmişken, 2 ülke liderlerinin soğukkanlı ve akılcı tavırları, bu tezgahları bozdu.

Arap baharları olaylarında da esasen 2 nihai amaç güdüldü: birisi bölgenin petrol, doğalgaz, altın, sair madenler vb kaynaklarına konmak yani gürültüye getirip çalmak, diğeri ise Arap dünyasında göreceli olarak diğerlerine göre güçlü olan Arap ülkelerini çökerterek denklem dışına atmak suretiyle bölgenin yönetimini tamamen ellerine geçirmek. Bunlarda şu ana kadar da epeyce başarılı oldular.

Irak, Libya, Sudan, Çad devreden bu süreçte çıktı. 

Suudileri, birleşik arap emirliklerini, bahreyn gibi ülkeleri de İran’la korkutarak zapturapt altına aldılar. Yine İran korkusuyla Yemen’i de bitirdiler. Yemen’in bitirilmesinde Suudi’lerin kullanılması dikkat çekiciydi. 

Kuyruğundan yakaladıkları Prens Selman üzerinden bir taraftan Arap ülkelerine operasyon çekerken, bir taraftan da islamın doğduğu topraklarda bir kısım manipülasyonlarla islamı sulandırmaya çalışıyorlar. Önümüzdeki dönemlerde, Kudüs’te yapmayı planladıkları bir kısım büyük operasyonları perdelemek için, Mekke ve Medine’de akla gelmeyen provokasyonlar yapmaları ihtimali bence mevcut ve hatta kuvvetlidir.

Mısır’da ise çok daha kolay bir şekilde, bir darbeyle işi bitirdiler. 

Doğu Akdeniz’de halen var olan bıçak sırtı güç dengeleri de, bu hazırlıkların çok önceden planlandığını gösteriyor. Aksi takdirde, Doğu Akdeniz’de şu anki mevcut birliktelikler kurulabilirmiydi? Mesela Mursi Mısır’ın başında olsaydı, Doğu Akdeniz’de Mısır ve İsrail aynı blok içinde yer alırmıydı?

Neticede bugün itibariyle Arap ülkelerinin önemlileri sayılan Suudi Arabistan, Mısır, Irak, Libya, BAE, Bahreyn ve Kuveyt tamamen ele geçirilmiş ve istediklerini yaptırabilecekleri kadar kontrolleri altındadır.

Dönelim tekrar konumuza;

Eğer Suriye’de de başarılı olsalardı, sıra İran ve Türkiye’ye gelecekti. Bunu da başarsalardı hem BOP’un önünde hiçbir engel kalmamış olacaktı, hem de İran ve Katar da dahil bölgedeki tüm petrol ve doğalgaz kaynaklarına el koymuş olacaklardı.

Ancak sıra Suriye’ye geldiğinde hesaplar tutmadı. Çünkü Suriye’nin bölünüp parçalanmasından sadece Türkiye değil, Rusya ve İran da rahatsızdı. Yani ABD başkanlığındaki blok, planlarını adım adım ve sinsice devam ettirirlerken, Suriye’ye sıra geldiğinde adeta duvara tosladılar. Çünkü karşılarında başka bir blok buldular: Türkiye, Rusya ve İran.

(Yaşananları görünce anlaşılan odur ki, İran’da önümüzdeki dönemlerde daha büyük karışıklıklar yaratılacak. Bunun ilk denemesini geçtiğimiz günlerde yaptılar. Ve bu karışıklıklar, İran’daki nüfusları 20-25 milyon civarındaki Türkler kullanılarak yapılacak; bu yapılırken pembe vaadleri de muhtemelen bu bölgenin İran’dan alınıp yeniden Azerbaycan’a bağlanması şeklinde olacak. Bu da demektir ki, İran bu ayaklanmaları bahane ederek epeyce soydaşımızı da ortadan kaldıracak. Oyun içinde oyun yani.

İranı hiç sevmesem de ve hatta parçalanıp yok olmasını arzu etsem de bu aşamada ve bu konjonktürde bu bizim işimize gelmeyecektir.

Çünkü, gerek ABD başkanlığındaki batı blokunun ve gerekse Rusya’nın, böl-parçala-yönet taktiklerini akıldan çıkarmamak gerekir. Tüm bunların yanında, diğer tarafta Ermenistan Rusya’nın desteğiyle harekete geçmek için Türkiye’nin ve Azerbaycan’ın zayıflamasını sabırla beklemektedir.)

Bu dönemde Rusya, Suriye konusunda da uyanıklığını devam ettirdi. Çünkü onlara göre, Suriye’nin toprak bütünlüğü konusu kendilerinden daha çok Türkiye için önemliydi. Dolayısıyla Türkiye zaten sahaya inecekti. Bu nedenle minimum maliyetle ve sıfır riskle ustaca planlarını uyguladı.

İran ise her zaman ki gibi olaylara mezhepçilik penceresinden baktı ve Suriye rejiminin ayakta kalması ve Sünnilerin yok edilmesi amaçlı olarak, perde arkasından her türlü hile, hurda ve entrikayı uyguladı. Yani amacı insani değil, mezhepçilik idi.

Bu şekilde Rusya ve İran daha çok uzaktan ve kontrollü izlemede kaldı. Menfaatlerinin gerektirdiği küçük dokunuşları ise, küçük operasyonlar veya konumlanmalar ile yaptılar.

Kahraman ordumuzun önce Ağustos 2016’da başlattığı Fırat Kalkanı harekatı, müteakiben Ocak 2018’de başlattığı zeytin dalı harekatı ve Ekim 2019’da başlattığı Barış Pınarı Harekatı ile, hiç kimsenin beklemediği kadar (elhamdulillah) net ve çabuk zaferler kazanınca bölgede dengeler yeniden şekillenmeye başladı.

Hatırlarsanız, Fırat Kalkanı harekatımız, Fetöcü 15 Temmuz kalkışmasından hemen sonraki dönemde başlamıştı ve tüm dünya bu nedenle de bizden başarı falan değil, başarısızlık beklemişti. Ama Allah’a şükürler olsun ki, devletimizin her kurum ve kademedeki yöneticilerinin akıllı ve isabetli kararları ve Allah’ın da yardımıyla tüm dünyaya parmak ısırtarak başarımızı tescil etmiştik o dönemde.

İşte Suriye’deki bu 3 tane kapsamlı ve sonuç alıcı harekatlarımızdan sonra, onlar hiç istemese de, karar vericilerin oturduğu masada biz de yerimizi aldık.

Bu 3 harekatlarımızın öncesinde, bölgede ana aktör olarak 3 ülke vardı: ABD, Rusya ve İran. Bir de her zaman ki gibi İsrail tabi.

Rusya bu dönemde sıcak savaşa girmek bir yana, adeta iyi oynayan kazansın der gibi izledi. Bize yaptığı tek ve önemli katkısı, hava sahasını açmak ve bölgenin bazı kısımlarından askerlerini çekmek oldu.

Şimdi, çok yakın dönemde bu yaşananlardan hareketle Rusya’nın stratejisine ve ne yapmaya çalıştığına baktığımızda, mümkün olduğunca kendisi dövüşe girmeden ama çıkarlarını da gözeterek en az mali ve askeri zayiatla elini güçlendirmeye çalıştığını görüyoruz.

Rusya gayet iyi bilmektedir ki, İran’a ve Türkiye’ye birşey olursa sıra kendisine gelecektir. Aynı zamanda bu 2 ülkenin çok güçlenmesi de işine gelmeyecektir.

Rusya’nın diğer taraftan da etrafı sarılmıştır. Bugün Ukrayna, Romanya, Gürcistan gibi ülkelerde ABD’nin oldukça önemli ölçüde asker ve silah yığdığı bir sır değildir.

İşte bu konjonktürde Rusya, Türkiye ile ilişkilerini mümkün olduğunca geliştirip güçlendirmeye ve çekebildiği kadar yanına çekmeye çalışmaktadır. S 400’leri vermesinin nedenlerinden birisi de budur. Çünkü bu şekilde hem hedef dağıtmakta, hem güçlü bir NATO üyesini yanına alarak  karşıya adeta gözdağı vermekte ve hem de elde edeceği gelirlerle savaş sanayii ekonomisini de güçlendirmektedir.

Ancak Rusya ile müttefiklik, bizim açımızdan, en az ABD kadar riskli ve tehlikelidir. Putinin eski bir istihbaratçı ve iyi bir Rus milliyetçisi olduğunu, uluslararası ilişkilerde tecrübeli ve soğukkanlı bir satranç oyuncusu olduğunu gözardı edemeyiz. Buna en güzel delil, uzun yıllar Ruslara kök söktüren Çeçenlerin, kendi içlerinden birini başlarına geçirerek sorunu kökünden çözmesindeki stratejik-taktik ustalığını gösterebiliriz.

Bugün Libya’da, ABD ile Rusya’nın aynı safta ve bizim karşımızda bulunduklarını da göz ardı etmeyelim. 

Ki, kritik sair konular ile, petrol, altın vb madenler gibi kaymaklı konularda, ABD ve Rusya’nın şimdilerde de gizli işbirliklerine devam ettiklerine inanıyorum.

Bizim açımızdan konulara bakışa devam edersek; Rusya Federasyonu içerisindeki, Türk kökenli bir kısım özerk cumhuriyetlerin yanısıra, Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla bağımsızlıklarını elde eden Türki Cumhuriyetlerin, bizim Rusya ile en geç 20-25 yıla kadar çatışma ihtimalimiz olan riskli konuların en başında geldiğini Putin de, Rusya derin devleti de, Rus istihbaratı da gayet iyi bilmektedir.

Çünkü bizim açımızdan Türki Cumhuriyetler soydaşlarımız olduğu için ve bu ortak paydada buluşup örgütlü güç olmak ne kadar önemliyse, Rusya açısından da Türki Cumhuriyetler kendilerinin bir imparatorluk bakiyesi olarak o kadar önemlidir; üstelik sadece 70 yıl kadar hükmettikleri bu ülkelerde maalesef dil ve kültür asimilasyonunu had safhada uygulamışlardır. Rusya Federasyonunun, Türki Cumhuriyetler de dahil, eski SSCB mensubu tüm ülkelerde ağırlığı halen daha kısmen de olsa devam etmektedir. Bu dil ve kültür asimilasyonu nedeniyle, Türki Cumhuriyetlerin gerçek kimliğine dönebilmeleri için belki de bir neslin değişmesi bile gerekebilecektir.

Üstelik bu Cumhuriyetlerden Kırgızistan’da fetö üzerinden ABD’nin, Tacikistan’da da Çin’in hali hazırda çok etkin olduğunu gözardı etmemek gerekir. Tacikistan’da son yıllarda, Çinlilerle evlenmelerin artarak devam etmesi size de çok şaşırtıcı ve hatta uzun vadeli sinsi bir planın uygulanması amacı gibi gelmiyor mu?

Tüm bunlara rağmen, geçtiğimiz ay Bakü’de yapılan Türk Devletleri toplantısında verilen birlik beraberlik mesajlarından sonra, Rusya’nın bunu not ettiğini ve eğer fırsat bulursa elinden gelen provakasyonları yapmaktan çekinmeyeceğini, Rus istihbaratının bu konuda çoktan harekete geçtiğini tahmin etmemek hatta bilmemek ve anlamamak mümkün mü? Kaldı ki bunu sadece Rusya değil aynı zamanda Çin’in de dikkatle takip ettiği kesindir.

Biz de elbetteki kendi çıkarlarımız doğrultusunda Rusya ile de, İran’la da, diğer başka ülkelerle de gereken ekonomik, ticari ve siyasi ilişkilerimizi geliştirerek devam ettireceğiz. Bunda bir proplem yok. Ama benim vurgulamaya çalıştığım husus, ABD nefretinden dolayı, son dönemde ülkemizde oluşan Rusya sempatisinin son derece yanlış ve tehlikeli olduğu hususudur. Çünkü atalarımızın yüzyılların tecrübesiyle söylediği gibi: ayıdan post, moskoftan dost olmaz.

Her zaman dile getirmeye çalıştığımız gibi, bizim açımızdan en doğru olan, Türk Birliği oluşturulmasıdır. Bunu başarmak sanıldığından çok daha zor olsa da, imkansız da değildir. Ancak görünen o ki, bu birliğin gerçekleşmesi için sanırım daha uzun yıllara ihtiyaç vardır.

Eğer biz Türkiye Cumhuriyeti olarak, özellikle savunma sanayiinde son 7-8 yıldır yakaladığımız pozitif ivmeyi, ekonominin diğer dallarında da yakalar ve bunu sürdürülebilir bir biçimde kalıcı olarak sağlayabilirsek, 15-20 yıl sonra çok daha üst noktalarda oluruz.

Ancak, dışarıda bunları yaparken, içeride de özellikle israfa ve savurganlığa dikkat etmek ve gelir dağılımındaki adaletli bölüşümü mümkün olduğunca sağlayabilmek için kalıcı adımlar atmak ve tedbirler almak zorundayız. 

Özellikle adalette terazinin her ne olursa olsun asla şaşmaması, ekonomik konularda tam bir adalet, liyakat ve şeffaflığın hakim olması, alt ve orta ölçekli esnafın mutlaka desteklenmesi, halkın refah seviyesinin artırılması için gereken tüm tedbirlerin alınması, yanlış yapanlara mutlaka gerekli mali ve/veya adli cezaların verilmesi, olmazsa olmaz denecek kadar önemlidir. 

Bizim milletimiz efendidir, merttir, fedakardır,  kadirşinastır, vefalıdır. Kendisine 1 adım atana, 2 adım atar. Ama bunun için görmesi, bilmesi, inanması yani ikna olması lazımdır. İşte bunun yolu da adalet, liyakat, eşitlik ve şeffaflıktır.

İçeride birlik, beraberlik ve güven ne kadar yüksek ve sağlam ise, dışarıdaki başarı da o oranda net ve sağlam olur.

Nil nehrine bir koyun düşüp boğulsa sorumlusu islam halifesi olan benim diyen Hz. Ömer’in adaletini sağlayabilecek kadar iddialı olamayız belki ama, her bir vatandaşımızın, kamu kurumlarından özel sektöre kadar ülkemizin her bir birimine güvenini sağlamayı, eğer gerçekten istersek çok rahat başarabiliriz. Burada lazım olan sadece, herkesin egolarından kurtulması ve empati yapmasıdır. 

Unutmayalım ki, siyasi görüşü, dini anlayışı, etnik kökeni vs ne olursa olsun herkes insandır ve herbir insanın (elbetteki yeteneklerine, gayretlerine, başarısına göre ve devletine-milletine bağlı dürüst vatandaş olmak kaydıyla) diğer herkes gibi en iyi-en güzel şeylere sahip olmak, adaletle/eşit muamele görmek ve tüm haklardan eşit yararlanmak hakkı vardır.

Selam, saygı ve dua ile!..

Yorumlar (2)
Mehmet Ulusoy 4 yıl önce
Teşekkürler sayın Müsteşarım.Bu güzel bilgilendirmeleriniz için.
Recep Koçer 4 yıl önce
Yazılarınızı keyifle okuyorum. Sayın Müsteşarım; Türk Birleşik Devletleri tez elden kurulmalı, şimdiden gürültü, patırtı yapmadan sessizce bu işi götürmeliyiz. İnanırsak başarı bizimledir. Rabbim: Bir kez daha Dünya nizamı ve adil bir paylaşım için bize bir kez daha bu ruhsatı vermesini diliyorum. Selam ve saygılarımla, sağlıcakla kalın.
12
az bulutlu