banner4
23.08.2020, 18:01

Kadına Şiddeti Hayatından Çıkarmak İsteyenlere Diskur

Şiddetin her türlüsü, hayatın arka sokaklarında unutulmaya yüz tutmalıdır. Yoksa zaman içinde savaş, tecziye vb. çok özel durumlara bağlı olarak ara sokaklarda dolaşması gereken bu yapı, merkez caddelerde dolaşır hâle gelir.Doğaldır ki sözün bittiği noktada devreye giren savaş vb. gibi durumların aksine olarak şiddet, hiçbir durumda yaşamın bir parçası olmamalıdır. Hele de hayatı inşâ eden aile kurumunun yanından bile geçmemelidir.

Ülkemizde artık sıklıkla duyar olduğumuz “kadına şiddet” olgusu, aşk, sevgi, özen, duyarlılık, beğeni, yuva, evlat, sadakat vb. gibi duyguların olası muhatapları nezdinde gerçek bir durum olması mümkün değildir. Bu tercih, olsa olsa magandalıktan hâlâ kurtulamayan çözüm denilince aklına şiddet gelen kalpsiz varlıkların eseri olsa gerek. Yoksa daha düne kadar “aşkım!” dediği bir insanı değil öldürmek, zarar vermek, hatta incitmek, insan denilen varlığın birikimine ait bir eylem tarzı değildir. Ve dahi, bunun haberini yapmak bile, dünyayı paylaştığı kadınların haklarını çiğnemekten beri duran insanın utanması gereken bir tercih olmalıdır.

Şimdi, zaman zaman içimizdeki beyinsizlerin şiddet uyguladığı kadınlarımızın esasında bizim neyimiz olduğunu görmenin zamanı gelmiş gibidir. Bizler, kadın denilince, esasında kendimizden bahsetmekteyiz. Zira onlar bizim aynamızdır. Öyküde olduğu gibi, kendimizi en güzel biçimde onların aynasında görebiliriz. Bunu unutan kişi, karşısında sadece kadını görmektedir. Oysaki o, kadına bakınca, karşısında aile, evlat, gelecek, sevgi, huzur, paylaşım yanı bütünüyle kendisini görmesi lazımdır.

Akıllı insanların genel geçer mottosuna göre, “kadınsız dünya düşünülemez!”. Onun için kadınları bu dünyanın başat unsuru olarak görmeliyiz. Onların sevgi ve emekleriyle katılmadıkları her yerde mutlak surette kan ve gözyaşı bulunmaktadır. Onların insanlığın anası olarak önce karınlarında, sonra kucaklarında ve en sonunda da kalplerinde taşıdıkları erkekleri bulunmaktadır. Gün gelince bazı erkeklerin onlara şiddet uyguladığını düşünürsek, bu tercihin “insanlık” olgusuyla hiçbir zaman yan yana gelmemesi gereken bir sürece dair olduğu düşünülmelidir.

Kadını meta olarak görmeyen zihinler, onun hayata katkısını daha kısadan görebilme şansına sahiptir. Hem hayatı inşa eden vahyin bazen kadınların cinsellikleri üzerinden bir algı oluşturmaya çalışması, aynı şekilde kadınlar için de erkeklerin cinsellikleri üzerinden giden bir dengelenme gibidir. Onun nimet bazında ifade ettiği şeyler, kadın erkek varoluşun temel ölçüleridir. Öne çıkarılan bu nitelikler, kullanma amaçlı değil, paylaşım amaçlıdır. Öyle olmasaydı bazı canlılarda olduğu gibi insan nesli için de döllenme tek taraflı olabilirdi. Namus olgusunu sadece cinsellik üzerinden tanımlamak, hatta evliliklerin boşanmayla sonuçlanması durumunda bile hâlâkendince namus olgusunu devreye sokmak, olsa olsa kadının cinsellikle tanımlandığı bir zihnin ürünü olabilir. Günümüzde kadın cinayetlerinin görünür sebeplerinden olan ve boşandığı eşinin hukuksal olarak başka birisiyle evlenmesine mani olan namus anlayışının değişmesinin zamanı gelmiş ve geçmektedir.

Bilmeliyiz ki, kadın erkek ilişkisi ihtiyaç ilişkisi olmasının yanında varlık ilişkisidir. Bu dünya onlarsız düşünülemeyeceği gibi bizlersiz de düşünülemez. Kadın ve erkeğin yaratılışı bu dengeyi gözeterek kurgulanmıştır. O nedenle kadın-erkek ilişkisi denilince, her daim birbirine muhtaç olan iki parçadan bahsetmekteyiz. Yaşamı sağlıklı bir şekilde sürdürebilme adına bu dengeyi görmek lazımdır. Dengenin erkekler lehine bozulmasından sonradır ki dünyanın düzeni değişmiştir. Dünyayı düzene sokacak olan sevgi, merhamet ve şefkat, kadınların hayatta söz sahibi kılınmamaları sebebiyle, şiddete evrilmiş ve dünya erkeklerin savaştığı bir arena olmuştur. Bunun tekrar etmemesi için hayatı paylaştığımız kadınlarımızın sözü ve hatta hükmü de paylaşmasına izin vermeliyiz.

Müslüman bir toplum olarak bu tür haksızlıkların asla yaşanmamasını umarken, şiddet olgusunun en belirgin şekilde bu toplumlarda da görülmesi ise, kişi, toplum ve dünya nezdinde kalıcı barışı tanzim etmek isteyen din adına üzüntü verici bir durumdur. Hatta bazı bölgelerde kadına karşı işlenen her türlü şiddetin dayandığı kutsal bildirimlerden dahi bahsedilmektedir. Dememiz o ki, kadınlar veya erkekler hakkında belirlenen hükümler konusunda vahyin belirlediği dönemsel ölçüler de olabilir. En nihayetinde vahiy, tarihin bir döneminden konuşmaktadır. Onun konuştuğu dönemin şartlarını dikkate alarak belirlemelerde bulunması son derece normaldir. Ancak dini kendi zamanında yaşamak durumunda kalan insanın bunları zirveye taşımak gibi bir görevi de bulunmaktadır. Dini sağlıklı anlamanın en kestirme yolu, örfi olan ile evrensel olanın ayrışmasını bilmekten geçer. Dindar zihnin, işine geldiği zaman artık tarihte kalmış olan ve karşılığı bulunmayan örfi uygulamaları tercih etmesi ise, ayrıca üzerinde durulması gereken bir ölçü gibidir.

Günümüz dünyasında kadınlarımıza “pozitif ayrımcılık” yapmak, erkeklerin haklarını elinden almak değil, yıllarca verilmeyen, ellerinden alınan, itiraf edilmeyen ve sömürülen hakların iadesi anlamındadır. İyi ki onlarla birlikte bu dünyada ikamet etmekteyiz. Yoksa hâlimiz nice olurdu! Kanaatimizce kadınlara pozitif anlamda verilen her hak, mutlak surette erkeklerin de faydalandığı bir durumu ortaya çıkaracaktır. Zira son derece adil ve vicdani bir tercihle, kadınların hayat arkadaşı olan erkeklerin karşılıklı olarak saygı ve sevgiye dayalı bir dünya kurması için bu adımı atmaları gereklidir. Mamafih kadının mutsuz olduğu toplumda hemen herkes mutsuzdur.

Bilmek gereklidir ki insan, erkek ve kadından oluşmaktadır. Yani insan denilen olgunun bütünlüğü kadın ve erkeğin birlikteliğiyle tamamlanmaktadır. Onun erkek ya da kadın üzerinden bölümlenmesi uygun bir tercih değildir. Zira erkek ve kadın, aynı unsurun parçaları olarak halk edilmişlerdir. Bu uygunluk, hem yaratılış değeri olarak ayniyet arz etmektedir, hem de görev alanındaki tamamlayıcılık bakımından benzerlik göstermektedir. Bizler, erkek ve kadının birbirini bütünleyerek insanı oluşturduğu gerçeğini asla unutmamalıyız. Bunlardan herhangi birisinin eksikliği, insanın eksikliği anlamına gelir. O nedenle bütünün eşit parçalarını oluşturan bu unsurların kendilerini bütünün yerine koyarak konuşması doğru bir yaklaşım değildir. Buna ne erkeğin ve ne de kadının hakkı bulunmaktadır. Çünkü insanın yaradılışını planlayan yüce irade böyle olmasını uygun görmüştür.

Kur’an’ın birey ve toplumu inşâ ederken öne aldığı her değer, kadın ve erkek için aynı şekilde tanımlanmıştır. Bu süreçte öncelikle adalet, eşitlik ve takva gibi ölçüleri sistemleştirmiş olan Kur’an, kadın ve erkeğin bütünlediği insandan bahsetmektedir. Onun zaman zaman kadın ya da erkekten ayrıca bahsetmesi varlık değeriyle ilgili değil, görev ve sorumluluk alanıyla ilgilidir. Yüce Allah’ın sosyal hayattaki rolleri gereği değişik hak ve sorumluluklar/selâhiyetler üzerinde durması, insanı “varlıkların en güzel ve en şereflisi olarak yarattığını” söylemesiyle birlikte düşünülmelidir. Nitekim insan, fıtraten iyilik ve kötülük yapmaya müsait bir yaratılış ve nitelikte halk edilmiştir. Onu günâha ya da iyiliğe götüren şey, yaratılışı ya da yaratılışta atalarının günâhlarını tevârüs etmesi değil, büsbütün kendi iradesidir. Bu yüzden, dinlerin çağrısı, bütünüyle irade eğitimidir desek, eksik ve de yanlış bir şey dememiş oluruz.

İnsanı harcama niyeti bulunan din ve ideolojilerin öne aldığı gibi, dünyaya kötülükle gelen insan algısından, dünyaya tertemiz olarak ama her eğilime yatkın bir fıtratta gelen insan algısına geçmek durumundayız. Zira Kutsal Kitap algısına göre insanoğlu, kendi elinde ve iradesi dâhilinde olmayan bir günâhtan sorumlu tutulmaktadır. Bu yaklaşım, insanın kendi eliyle kurtuluşunun önünü tıkamakta, ona beşerî kurtarıcılar ve fedacılar üretmek durumunda kalmaktadır. Oysaki eşyanın tabiatı gereği insanların içinde kötülük yapanlar da olacak, ancak iyiler de bulunacaktır. Bu durum, Yüce Allah nezdinde hiçbir şekilde pişmanlık konusu olmamıştır. Yani Cenâb-ı Hak, insan cinsini kadın ve erkek cinsleri üzerinden yaratmasıyla birlikte, her ikisine olan güvenini açıkça ifade etmiş gibidir. Bize düşen, Yüce Allah’ın güvendiği insanı korumaktır. Kadın ya da erkek bu insanın bütün halinde korunması lazımdır. Bu çağda, bedensel farklılıkları eksiklik ya da fazlalık olarak görme ilkelliğinden kurtulmanın vakti geçmiştir.

Yaratılış vasfı gereği “vahyin talebeleri” olmak için irade ortaya koyan bizler, insanın kadın-erkek şeklinde yaratıldığı gerçeğine daha yakın durmalıyız. Bu konudaki farklı açıklama denemelerini de nihaî tespit olarak göremeyiz. Tarihsel olarak insan denilince öncelikle erkeği anlayan zihniyetin vahyin önerdiği tutum olmadığı açıkça görülmektedir. Binaenaleyh Kur’an’a göre insan yani Âdem, evvelemirde topraktan yaratılmış yani onun bedensel unsurları topraktaki maddelerden oluşturulmuştur. Kim olursa olsun, insan olma bakımından aynı yasaya tabidir diyebiliriz. Ancak bazı dinsel geleneklerin zaman zaman bu kuralı delerek, kendi inanışlarına kapı araladıkları görülmektedir. Seçilmiş elçilerin dahi insanı oluşturan unsurlardan meydana geldiği konusunda ayrılığa mahal yoktur. Yani kadın-erkek ilişkisinde elçilerin dahi bizden farklı ayrıcalıklı bir konumları bulunmamaktadır.

Nitekim insanların evveli olan Âdem ile yine insan olan Hz. İsa, bu yaratılışta eşit bir konumda bulunmakta, Ehl-i Kitap’ın iddia etmiş olduğu gibi Tanrı değil, yaratılış bakımında aynı durumda yani insanoğludur. Hatta Kur’an, günâh işleme niteliğimizi daha Hz. Âdem’in iki oğlu ve kurban olayı üzerinden bidayette anlatmak suretiyle,insanın kötü bir varlık olmasa bile, kötülük işleyebileceği kapasitesinin olduğunu deklere etmiştir. Neticede insanın bu denli farklı kimlikleri taşıyabileceği gerçeği, onun diğer varlıklardan farkını ifade etmesinin yanında, ne derece güçlü bir varlık olduğunu da göstermektedir. Onun bu denli donanımlara sahip olması da Yüce Allah’ın ezelî projesidir diyebiliriz. Bu projeye uygun davranış beklemek, hemen herkesin temel beklentisidir.

Kadına ya da insanlığa karşı işlenen şiddetin haklı gerekçelerini aramak, beyhude bir uğraş olmalıdır. O nedenle İslam, Müslüman ve Din gibi ülvi değerler ile kadına şiddeti yan yana getirmek züldür. Hemen herkes ve de her toplum bu imajdan kaçınmalıdır. İnsanlığını kaybetmiş olan bazı kişilerin eşini öldürmesini toplum olarak lanetlemek gerekmektedir. Bu konudaki her adımın desteklenmesi de lazımdır. Ancak bu işin temelde bir değişim ve eğitim işi olduğunu unutmamalıyız. O nedenle kadın erkek dünyamızı inşâ eden kavram ve kabulleri yeniden ele almalıyız. Bu cinayetlere malzeme kılınan namus anlayışının yeniden tanımlanması lazımdır. Yoksa kendisinin yaptığını başkasına hak olarak vermek istemeyen bencil bir neslin üretimine katkı sunmuş olacağız. Son olarak, “şiddetin bahanesi olmaz” diyerek, dünyayı paylaştığımız diğer yarılarımıza değil şiddet, asık suratın bile fazla geldiğini akıldan çıkarmamalıyız. Eşini baştacı eden kişi, her daim baştacı edilir. Ne ekerseniz onu biçersiniz…

Yorumlar (1)
Şükran 4 yıl önce
Bulunduğumuz toplum maalesef ki çoğunluk bu görüşte değil. Ben kendim de zaman zaman şiddete uğradım. Ne kötü ki bize öyle bir durum enjekte edilmiş ki çoğu yerde onları haklı görmekten ziyade adımız çıkmasın diye susmaya mahkum kalırız. Bu durumda şiddet uygulayan kişi kendisini haklı görür. Ve buna benzer olaylar çok olur. Bu yüzdende kadına şiddet durmuyor, devam ediyor. Kadına şiddet uygulanmasının diğer sebeblerinden birisi de vahyin yanlış anlaşılmasıdır. İnsan kadın ve erkekten yaratıldı. Yaratılış itibari ile ikisi de eşit konumda. Yalnız toplum bunu ya tarihten günümüze böyle geldiği için ya da anlamak istemediği için hep erkek daha üstündür görüşünü benimserler. Makale de konuyu bizim bakamadığımız açıları da en güzel şekilde ele almış. Umarım makaleninde değindiği gibi kadına şiddettin her türlüsünden uzak durulur.
12
az bulutlu