banner4
12.12.2023, 09:23

GERTRUDE BELL

Asıl adı Gertrude Margaret Lowthian Bell’dir. 14 Temmuz 1868’de Britanya’nın Durham Kontluğu’nda ayrıcalıklı, varlıklı ve asilzade bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir.

İlk ve orta öğrenimini Londra’daki çeşitli okullarda tamamlayan Bell, Tarih okumak için Oxford Üniversitesi’ne gitmeye karar verir. Ancak o yıllarda Londra’da ve özellikle de Oxford Üniversitesinde kız öğrencilerin okumasına müsaade edilmemektedir. 500'den fazla çalışanı olan demir çelik üreticisi, fabrikatör dedesinin tavassutuyla girer okula. Burada başarılı bir eğitim dönemi geçirerek okuldan birincilikle mezun olmayı başaran ilk kadın olsa da, mezuniyetini müteakip diploma değil sertifika verilir kendisine. Diplomasına ancak yıllar sonra kavuşabilecektir.

Bell, Yahudi bir ailenin kızı, idealist, Kraliçeye sadık, ülkesine aşık, fanatik derecede milliyetçi bir kişiliktir. Kendisi dinsiz olmakla birlikte, Yahudi olan ailesi nedeniyle Yahudilere ve ülkesine samimi bağlılık, saygı ve sempati duymaktadır.

Kendi tercihiyle ve tarihe olan olağanüstü ilgisiyle tarih okumuştur. Öğrenciliği sırasında Farsça, Almanca ve Arapça da öğrenmeye başlamıştır. İlerleyen yıllarda Çince ve Japonca da öğrenecektir. İlgisini Ortadoğu çekmektedir. Bu durum, kendisinin ve kendisini yetiştirenlerin uzun vadeli hesaplar içerisinde olduğu göstermesi bakımından ilginçtir.

Teyzesini kocası Sir Frank Lascelles Tahran’a Büyükelçi atanınca, 1892’de onun yanına gider. İran’da her konuda ilgi ve destek bulur. Bu tarihte 24 yaşındadır.

Özellikle Arap aşiretlerinin, bedevîlerin yaşayışları onu ilgilendirmiş ve bunun İngiliz Ortadoğu politikasına faydası olacağını düşünmüştür. Böylece Miss Bell’in çalışmaları iki taraflı olarak gelişmiştir. Bunların birincisi onun arkeolog ve sanat tarihçisi tarafı, ikincisi ise Araplar’ın arasına girerek onların İngiliz yayılma programına iknalarını sağlamaya çalışan politik tarafıdır.

Bayan Bell, 1893-1899 yılları arasında Almanya, İtalya, İsviçre ve Fransa’da seyahatler yaptıktan sonra ilk defa olarak 1899’da Kudüs’e gider. Kudüs’te, Doğu Avrupa’da zor durumda olan Yahudilere kucak açarak Osmanlı coğrafyasına getiren yahudilerin kurduğu ünlü NİLİ casusluk örgütüne fikir, ekonomik ve stratejik destekler sağlar. Kendisi dinsiz olmakla birlikte, Yahudi kökenli bir ailenin çocuğu olarak, Yahudilere büyük sempatisi vardır ve üstelik Osmanlıyı yıkabilmek için onların da desteğine ihtiyaç duymaktadır.

Buradan 1900’ün Haziran ayında yola çıkarak Suriye’yi dolaştı ve Cebelidürûz’a gitti. 1902-1903’te Hindistan, Cava, Burma, Çin, Japonya ve Amerika’yı dolaştıktan sonra Ortadoğu gezisini 1905’te tekrarlayarak aynı yerlerden bir daha geçti ve bu gezilerde gördüklerini bir seyahatnâme biçiminde değil, daha çok çöl insanlarının yaşantı ve duygularını dile getiren bir üslûpla The Desert and the Sown  (Çöl ve Ekim) başlığı altında bir kitap halinde yayımlamıştır.

Bu dönemde, Tarihçi ve Arkeolog olarak kazı ve incelemeler yapmak amacıyla, bir yolunu bularak Sultan Abdülhamit’ten bir izin/ferman kopartarak tüm Osmanlı Coğrafyasını ve Anadoluyu karış karış gezer. Bu seyahatlerinde idealist bir arkeolog rolündedir.

İşinin, ülkesinin, ideallerinin aşığı ve sinsi bir Türk düşmanı Bell, tahsil hayatı boyunca hem tarih okuması ve tarihe merakı, hem de Osmanlı Devletini yıkmak için adeta bilenmiş ve bilinçlenmiştir. Belki de onu yetiştirenler bu amaçla yetiştirmişlerdir.

İlk kez 1899’da İstanbul’a gelir, bir yolunu bulur ve referansları vasıtasıyla Sultan Abdülhamit’le tanıştırılır. Bell, bu tanışmada iyi bir tarihçi ve arkeolog olarak lanse edilerek, Osmanlı Coğrafyasında rahatça seyahat edebilmesi, kazılar yapabilmesi, tarihi yerleri gezmesi ve fotoğraflaması, ihtiyaç duyduğu herkesle görüşebilmesi için izin/ferman alır. Bu ona her türlü kapının açılması demektir.

Osmanlı coğrafyasında, elinde Sultan Abdülhamit’in izni/fermanı da bulunduğundan oldukça rahat dolaşır. Bu yıllarda, Türkleri, Arapları ve Osmanlı bünyesindeki diğer tüm etnik grupları yakından tanımıştır. Coğrafyaya, arap kabilelerine, islam dinine o kadar vakıf olmuştur ki, artık İngiliz istihbaratına düzenli olarak raporlar aktarmaya başlar. Bir yandan da sürekli olarak Osmanlı coğrafyasında ve özellikle de Ortadoğu bölgesinde yaşayan arapları kışkırtır. Ortadoğuya önem vermesinin nedeni, oldukça zengin tarihi ve arkeolojik değerlerinin yanısıra, başta petrol olmak üzere yeraltı zenginlikleridir.

Bu dönemlerde, Araplar arasında oldukça sempati ve güven kazanmıştır. Araplar kendisine “Çöl Kraliçesi”, “Ümmetin Annesi” ünvanları vermiştir.

Irak’la ise daha ayrı bir ilişkisi vardır ve Irak coğrafyasında bulunanlar da kendisine “Irak’ın Taçsız Kraliçesi” demektedirler. Irak’a daha özel bir önem veren Gertrude Bell, nüfusunun bir kısmı Türk, bir kısmı Arap, bir kısmı Kürt, bir kısmı acem; dini inanış olarak da müslümanların daha yoğun olduğu ancak şiilerin yoğunlukta olduğu bir ortamda, Irak Kralı olarak sünni müslüman olan Faysal’ı atatarak, en başından işi sinsice kurgulamıştır. Babasına yazdığı bir mektupta, "bugün cetvelle ileride kurulacak olan Irak devletinin sınırlarını ve bize ihanet edemeyecek kralı belirledim" demiştir.

Kendisinden yıllar sonra bölgeye gelen ve Bell gibi kendisi de Oxford’ta tarih okuyan ünlü casus Lawrence’i yetiştiren, bölgeyi ve bölge halklarını tanıtan ve tanıştıran da Getrude Bell’dir. Öyleki, Lawrence asker kökenli olmadığı halde, Bell’in önerisiyle Ortadoğu’ya gelirken, daha etkili olabilmesi ve amaçlarına kolay ulaşabilmesi için albay rütbesiyle gönderilmiştir.

Gertrude Bell ile Lawrence Kahire’de Britanya irtibat ofisinde yüzyüze tanışırlar ve sonraki stratejilerini belirlerler. Aralarındaki ilişki, patronun Gertrude Bell olmak üzere anne-oğul ilişkisidir. Getrude Bell, Lawrence’den 20 yaş büyüktür ve O’ndan 15 yıl kadar önce Ortadoğuya gelmiştir. Ortadoğu’da bulunduğu yıllarda yanında her daim hem seyisi olan ve hem de Ortadoğu coğrafyasını, arap aşiretlerini, aralarındaki husumetleri vs çok çok iyi bilen ermeni Fartuh vardır.

Ortadoğu’da faaliyetlerine devam ederken, aynı zamanda dönemin ünlü İngiltere Savaş Bakanı (sonradan Başbakan olmuştur) Churchill’e Ortadoğu konusunda danışmanlık yapmaya başlar. Savaş Bakanlığı’nın isteği üzerine elindeki tüm bilgileri ve haritaları kendisine teslim eder. Yıllar sonra Churchill anılarında, Gertrude Bell sayesinde Ortadoğu’yu coğrafi, siyasi ve kültürel açıdan kolayca çözdüklerini ve kendisinin devletine bağlı, davasına ve kraliçeye sadık bir kahraman ve iyi bir dost olduğunu söyleyecektir.

Bell, aynı zamanda, ortadoğuda ve özellikle Kudüs ve civarında faaliyet gösteren ünlü Yahudi casusluk örgütü NİLİ’nin beyinlerinden biridir. Yine aynı şekilde, İsrail Devletinin Kuruluşunda ilk resmi bildirge olan 1. Balfour Deklarasyonunun fikir sahiplerinden birisidir. Lloyd George’un Başbakanlığı döneminde, Britanya Savaş Kabinesinde Dışişleri Bakanı olan Arthur James Balfour’un girişimiyle 1917 yılında ilk Balfour Deklarasyonu, Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasının ilk resmi temel taşı kabul edilmektedir.

1909’da tekrar İstanbul’a geldiğinde, Abdülhamid tahttan indirilmiştir. The Tımes’ın İstanbul temsilcisi ve muhabiri olan Philip Graves’in referansıyla Yıldız Sarayını gezerken “Ülkeme ve kraliçeye görevimi fazlasıyla yaptım, son bir görevim kaldı, yakında başlayacak Dünya Savaşından sonra İstanbul da bizim olacak, yine buraya gelip başarımızı boğaza karşı içkimizi yudumlayarak kutlamak istiyorum dediği söylenilir.

1926 yılında Irak’ta bulunurken uyuyabilmek için aldığı söylenilen yüksek dozda uyku hapları ve ağrı kesiciler nedeniyle öldüğünde sadece 56 yaşındadır. Bu ölüm kimi kaynaklara göre intihar, kimi kaynaklara göre ise suikasttır. Ancak 56 yıllık ömrüne ve özellikle de son 30-35 yıla sığdırdığı çalışmaları kendisi ve ülkesi adına olağanüstü başarılardır. Öyleki, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasını neredeyse tek başına sevk ve idare etmiş, Ortadoğuda Irak, Suriye, Ürdün, Lübnan, Suudi Arabistan gibi hem Türklere ve hem de birbirlerine düşman 10’larca devlet kurdurmuş, herbir devletin başına nüfusun etnik yapısı ve dini inançlarıyla örtüşmeyen Krallar atattırarak devletlerin halkıyla da kavgalı olmasını sağlamıştır. Aradan geçen 1 asırdan fazla bir süreye rağmen o dönemden bu yana Ortadoğu’ya huzur ve barış gelmediği gibi, bölgedeki başta petrol ve doğalgaz olmak üzere tüm zenginliklerini İngiltere ve ABD paylaşmaya devam etmektedir.

Bizim açımızdan baktığımızda, bırakınız tüm Ortadoğu’yu sadece Kerkük ve Musul’un elimizden çıkmasıyla, geride kalan 1 asırda mahrum kalınan petrol ve doğalgazın değeri muhtemelen trilyonlarca dolar olarak ifade edilebilir.

2015 yılında, yönetmenliğini Werner Herzog’un yaptığı ve Kidman, James Franco, Damian Lewis, Jay Abdo’nun rol aldığı Çöl Kraliçesi (Queen of the Desert) isimli sinema filmi yapılmıştır. İlginç olan senerastinden yönetmenine ve oyuncularına kadar tamamı Yahudidir ve Gertrude Bell olağanüstü bir kahraman olarak işlenmektedir.

Neticede, Osmanlı Devleti iç entrikalarla boğuşurken, bu da yetmezmiş gibi devşirmeler siyasette, yönetimde ve hatta orduda etkin-yetkin görevlere getirilirken, bazıları boş durmamış ve koskoca bir imparatorluk bozuk para olarak harcanmıştır. Bu harcanmanın bedeli, yine binlerce şehit vererek devleti yeniden kurmak ve Ortadoğu zenginliklerini kaptırarak dışa mahkum bir ülke olmak zorunda kalmak olmuştur.

Geleceğini sağlam kurmak ve ilerlemek için, doktorundan mühendisine, öğretmeninden öğrencisine, çiftçisinden iş insanına kadar hepimizin ve özellikle de gençlerimizin ve çocuklarımızın gerçek tarihi her şeyiyle bilmesi, geçmişten dersler çıkararak geleceğe yürümesi gerekir..

Yorumlar (0)
12
az bulutlu