banner4
26.02.2020, 20:29

FELSEFECİLERİNTUTARSIZLIĞI-25

İmamGAZALİ

Tehâfüt El-Felâsife (Felsefecilerin Tutarsızlığı)

...

ALTINCI SORUN

Allah'ın niteliklerineilişkindir;

Mutezile akımının birleştiği gibi; Felsefecilerde, birleştiler ki; İlk başlangıç için bilgi, güç ve irade niteliklerinin kanıtlanması olanaksızdır. Onlar bu adların dinsel hükümlerde söylendiğini ve dil bilgisi olarak söylenmesinin de uygun olduğunu, ancak tümünün yukarıdaki gibi tek bir varlığa ait olduğunu anlatırlar. Ancak onlara göre bizim için bilgimizin ve gücümüzün, bizim kendimizden ek özellikler olması uygun olduğu gibi, İlk başlangıcın kendisine ek özelliklerinbelirlenmesi uygun olmaz. Felsefeciler, bunun kendisinden ayrı özelliklerin kabulünün çokluğu gerektireceğini ilerisürerler. Çünkü bu özellikler bizim üzerimize iliştirilecek olursa, yenilendiklerinden biz bunların kişinin üzerine ek olduğunu biliriz. Eğer gecikmesiz bizim varlığımızla bitişik olarak tasarlansalar bile,  bu bitişik olarak kişinin üzerine ek olma halinin dışına çıkamaz. İki şeyden biri diğerinin üzerine sonradan gelirse ve bunun o, onun da bu olmadığı bilinirse, bitişik de olsalar iki ayrı şey olduğu düşünülür. Öyleyse bu özelliklerin“İlk” olanın kendisine bitişik özellikler olması, onları kendinden başka şeyler olmaktan çıkarmaz. Bu ise varlığı zorunlu olanda çokluğu gerektirir ki bu, olanaksızdır. Bu nedenle onlar özelliklerin reddi konusunda düşünce birliği etmişlerdir.

Onlara denir ki; Bu bakımdan, yukarıda açıklandığı şekilde çokluğun olanaksız olmasını nasıl öğrendiniz? Oysaki siz, Mutezile’nin dışında tümMüslümanlara karşıt oluyorsunuz, bu konuda kanıtınız nedir? Özellikleri anlatılan varlık bir olmakla birlikte“varlığı zorunlu olan Allah konusunda, çokluk olanaksızdır” diyenin sözü, özelliklerin çokluğunun olanaksız olması şekline dönüşür. Bu ise tartışmalıdır. Bunun olanaksız olduğu zorunlu olarak bilinen değildir. Dolayısıyla kanıtı gerektirir.

Felsefecilerin bu noktada iki yöntemi vardır;

Birincisi; Derler ki, Bu konuda kanıt şudur, nitelik ile  nitelenenden her birisi bu o, o da bu değilse; ya her biri var olması yönünden diğerinden bağımsız olacaktır veya biri diğerine muhtaç olacaktır, ya da biri diğerinden bağımsız olacak ve diğeri ona muhtaç kalacaktır. Eğer herbirinin bağımsız olduğu varsayılırsa her ikisinin de varlığı zorunlu olacaktır. Bu ise kesin anlamda ikilemedir ki bu olanaksızdır.

Veya ikisinden her birisi diğerine muhtaç olacaktır, o zaman ikisinden birisinin varlığı zorunlu olmaz. Çünkü varlığı zorunlu olanın anlamı, kendi kendisiyle var olmaktır ve bu kendi kendisiyle var olan her bakımdan kendisinden başkasına muhtaç olmaz. Kendisinden başkasına muhtaç olursa o “başkası” kendisinin nedeni olur ve bu başkası ortadan kaldırılınca varlığı olanaksızlaşır, dolayısıyla varlığı kendinden değil başkasından olur.

Eğer, nitelik ile  nitelenenden birisi diğerine muhtaç ama diğeri ona muhtaç değildir denilirse, bu durumda muhtaç olan nedenlidir. Varlığı zorunlu olan ise öbürüdür. Muhtaç olan nedenli olunca, bir nedene gerek duyar, bu ise varlığı zorunlu olanın, kendisinin bir nedene bağlantı kurmasına gerekçe olur.

Buna itiraz için şöyle denir; Saydığınız bu üç kısımdan seçilebilecek olanı sonuncusudur. Ancak birinci kısmı “ki bu kesin ikileme idi” iptal edişinizin, bir kanıta dayanmadığını bundan önceki sorunda belirtmiştik. Bu geçersizlik ancak bu ve daha sonraki sorunda çokluğun reddine dayanılarak tamamlanabilir. Oysaki o, bu sorunun esasa ait olmayanıdır, dolayısıyla bu sorun onun üzerine nasıl kurulabilir.

Ancak bu üçünden seçilebilecek söz şöyle söylemektir; Kişi, var olmak bakımından özelliklere muhtaç değildir. Tıpkı bizim için olduğu gibi, nitelikler ise nitelenene muhtaçtır.

Öyleyse geriye şu sözleri kalıyor: Başkasına muhtaç olan şey varlığı zorunlu olan olamaz.

Onlara denilir ki; Eğer siz, varlığı zorunlu olan deyişi ile; kendisi için etken neden olmayan şeyi söylemiş iseniz, neden böyle diyorsunuz. Böylece niçin varlığı zorunlu olanın kendisi öncesizlik olduğu ve etkeni bulunmadığı gibi, özelliğide onunla birlikte başlangıcı olmayandır ve niteliğininde etkeni yoktur demeyi olanaksız sayıyorsunuz? Eğer siz, varlığı zorunlu olan deyimi ile onun öncelik bakımından bir nedeni olamayacağını diyorsanız, bu yoruma göre o, varlığı zorunlu olan olamaz. Ancak buna rağmen öncesizlik olup onun etkeni yoktur. Bunu olanaksız saydıran neden nedir?

Denilirseki; Mutlak varlığı zorunlu olan, etken ve olabilir nedeni olmayandır. Onun olabilir nedeni olduğu kabul edilirse, nedenle meydana gelen olduğu da kabul edilmiş sayılır.

Derizki; olabilir olan varlığa“olabilir neden” adı verilmesi sizin deyişinizdir ve sizin anlatımınıza göre; Varlığı zorunlu olanın, gerçekleşmesinigösteren bir kanıt yoktur. Yalnızca onun neden ve nedenlilerin zincirlemesini kesen bir yönünün kanıtlanmasınıbelirtenkanıt vardır ve bu belirti bu kadardan öteye gitmemiştir. Zincirlemenin kesilmesi; öncesizlik özellikleri olan, etken nitelikleri olmayan bir tek ile olasıdır. O kendisinden etken değildir, ancak özellikleri kendisinde yerleşmiştir. Öyleyse varlığı zorunlu olan sözü  bırakılmalıdır. Çünkü bu noktada karıştırma olabilir. Çünkü kanıt ancak zincirlemenin kesinliğine kanıt olmuştur. Bunun dışındaki bir şeye kesinlikle belirti olmaz. Bunun dışındakine belirtiönerileri ise hüküm vermektir.

Denilirse ki; Etken neden konusunda zincirlemeyi kesmek gerektiği gibi, olabilir neden konusunda da zincirlemeyi kesmek gerekir. Çünkü her var,  var olacak bir yere muhtaç olsa ve o yer de başka bir yere muhtaç olsa zincirleme gerekli olur. Tıpkı her var olanın bir nedene, nedenin de aynı şekilde bir başka nedene muhtaç olması gibi.

Deriz ki; Doğru söylersiniz. Kuşkusuz ki biz de aynı şekilde bu zincirlemeyi kestik ve dedik ki; nitelik“İlk” olanın kendisindedir ve onun kendisi başkasıyla var olan değildir. Gerçekten bizim bilgimiz kendimizdedir, kendimiz de bilgimizin yeridir ve kendimiz de yer durumunda değildir. Aynı şekilde niteliğinde kişi ile birlikte var olan neden olarak zincirlemesi kopmuş sayılır. Çünkü kendisinin etkeni bulunmadığı gibi, onun da etkeni yoktur. Varlık; bu nitelikle kendisinin ve niteliğinin nedeni olmadan vardır. Olabilir nedene gelince, onun zincirlemesi ancak varlık üzerinde kesintiye uğrar. Nedenin ortadan kalkmasıyla, mahallin de ortadan kalkması nereden gerekmektedir? Kanıt; ancak zincirlemenin kesilmesini zorunlu kılmaktadır. Zincirlemenin kesintisine olanak veren her yol, varlığı zorunlu olanın varlığına yönlendiren kanıtın önermesine uygundur.

Eğer; Varlığı zorunlu olan sözü ile etken nedeni olmayan varlıktan başka bir şey denilmişse ve onunla zincirleme kesintiye uğruyorsa, biz bunun zorunlu olduğunu asla kabul etmeyiz. Akıl, varlığına neden bulunmayan, başlangıcı olmayan bir var olanın kabulü için ne kadar genişlerse, hem kendisine, hem de niteliklerinin varlığına neden bulunmayan başlangıcı olmayan bir nitelenenin kabulü için de aynı şekilde genişler.

İkinci yöntem şu sözleridir; Bizdeki bilgi ve güç nitelikleri, bizim kendimizin aslına dahil değil, aksine bize sonradan özellik olarak ilişmişlerdir. Bu özellikler“İlk” olan için de belirlenince; aynı şekilde onun da kendisine dahil olmaz, her ne kadar sürekli onunla birlikte olsa da ona eklenerek geçen olmuş olur. Bir çok özellik vardır ki, özellik olduğu şeyden ayrılmaz veya ona gerekli olur ve buna rağmen kendisinin dayanağı şeklinde olmaz. Özellik olunca da kendine uyar, kendide onun nedeni olur ve böylece o nedenli olur. Bu durumda onun varlığı nasıl zorunlu olur? Bu değişik bir anlatımla “İlk” olanın aynıdır.

Deriz ki; Özelliğin kişiye uyan ve kendisinin ona neden olmasıyla, kendisinin onun etken nedeni, onun da kendisinin fiilden etkileneni olduğunu demek istiyorsanız durum böyle değildir. Çünkü bu görüş, bizim bilgimizin kendimize ilişmesi konusunda bile bunu zorunlu kılmaz. Çünkü bizim varlığımız, bilgimizin etken nedeni değildir.

Eğer; Bununla kendisinin mahal olduğunu ve özelliğinde mahalden ayrı kendiliğinden var olmadığını diyorsanız bu kabuldür. Bu, neden olanaksız olsun? Bunu doğal, özellik veya nedenle olan ile ya da anlatanın istediği herhangi bir deyiş ile anlatmak  anlamı değiştirmez. Belirtilen anlam, niteliklerin  nitelenenlerle var olması gibi, “İlk” olanın, kendi ile var olmasından başkası değil ise. “İlk” olanın kendisiyle var olup bunun yanısıra başlangıcı olmayan olması ve etkeni bulunmaması neden olanaksız olsun?

Felsefecilerintümkanıtları; olabilir, uygun, uyan, gerekli ve nedenli gibi adlar takarak söylemi kötüleştirip saptırmaktan oluşur. Bu ise hoş karşılanmayacak bir şeydir.

Denir ki; Bu anlatımla; onun etkeni bulunduğu deniliyorsa, konu böyle değildir. Eğer etkeni bulunmadığı, yalnızca onun var olduğu mahallin bulunduğu belirtiliyorsa, hangi söylem kullanılırsa kullanılsın, hiçbir değişim söz konusu değildir.

Başka bir bakımdan da anlatımı saptırmaya çalışıyorlar ve bu söylem; “İlk” olanın özelliklere muhtaç olmasına gerekçe oluyor, onun kesin anlamda bağımsız olmadığını ortaya koyuyor. Çünkü kesin anlamda bağımsız, kendi varlığından başkasına muhtaç olmayandır, diyorlar.

Bu söz de; Anlatım  olarak, son derece söz kusuruyla doludur. Çünkü mükemmellik niteliği, eksiksiz olanın kendisinden ayrılamaz ki onun için, “başkasına muhtaçtır” denebilsin. Çünkü o halen bilgi, güç ve yaşamözellikleri ile eksiksiz ise ve eksiksiz olmaya devam ediyorsa ve önceden eksiksiz idi ise nasıl muhtaç olacaktır? Veya mükemmelliği gerekli görmenin, ihtiyaçla belirtilmesi nasıl uygun olur? Bu şöyle diyenin sözüne benzer: “Eksiksiz, mükemmelliğe muhtaç olmayandır. Kendi varlığı için mükemmellik niteliğinin varlığına muhtaç olan eksiktir.” Bunun için denilir ki: Eksiksiz olmasının anlamı; tamlığın kendisinde var olması demektir. Aynı şekilde zengin olmasının anlamı; kendi varlığında ihtiyacı reddeden özelliklerin var bulunmasıdır. Siz bu tür sözel hayallerle, Allah’ın varlığı ve özelliklerinin   olgunluğa erdiği, mükemmellik niteliğini nasıl inkar ediyorsunuz?

Öyleyse siz; Bir varlık ve özellik tespit ettiniz ve özelliğinvarlığa girişini belirttiniz, bu ise, birleştirmedir ve her birleştirme herhangi bir birleştirene muhtaçtır. Bunun için “İlk” olanın cisim olması uygun olmaz. Çünkü cisim bileşiktir.” denilirse,

Deriz ki; Her birleştirme herhangi bir birleştirene muhtaçtır sözü, her varlık bir var edene muhtaçtır, sözü gibidir. Ona denir ki: “İlk” olan vardır, başlangıcı olmayandır, onun nedeni ve var edicisi yoktur. Aynı şekilde denilir ki o nitelenendir, başlangıcı olmayandır, kendisinin ve özelliğinin nedeni yoktur, özelliğinin kendisiyle var olmasının bir nedeni de yoktur. Tümü de nedensiz başlangıcı olmayandır, cismin “İlk” olanın kendisi olmasının uygun olmayışı, onun sonradan var olanlardan olmaması nedeniyle, sonradan var olmasındandır. Cisminin sonradan var olduğu belirlenemeyenvarlığın, ilk nedeninin cisim olmasının uygunluğu gerekir. Gerçekten biraz sonra biz sizi buna zorlayacağız.

Bu konuda onların tüm yöntemleri zihinselkurgulamalardan başka bir şey değildir.

Sonra onlar; varlığın kendisine iliştirdikleri şeylerin tümüne redde gücü yetmeyenlerdir. Onlar varlığınbilen olmasını kabul ediyorlar. Bu ise onları, bilgisel soyut varlığın üzerine ek koymaya zorluyor. Kendilerine denilir ki; Siz “İlk” olanın, kendi varlığındanbaşkasını bildiğini kabul ediyor musunuz? İçlerinden bir kısmı bunu kabul eder, bir kısmı da, “kendisinden başkasını bilmez” der. Birincisi İbni Sina’nın tercih ettiği yöntemdir. İbni Sina “İlk” olanın tüm eşyayı zaman içerisine girmeyen tümel bir türden bildiğini öne sürdü. İbni Sina’ya göre, İlk olanın kendisini içine almanın, bilenin kendisinde değişikliği gerektirdiği parçaları bilmez.

Deriz ki; İlk olanın tüm türleri ve sonsuz cinslerin varlığını bilmesi; kendi özvarlığı olan nefsini bilmesinin aynı mıdır, başka mıdır?

Derseniz ki;“bu, onun başkasıdır” çokluğu belirlemiş ve kuralı bozmuş olursunuz. “Aynıdır” derseniz insanın başkasını bilmesinin kendini ve varlığını bilmesinin aynı olduğunu iddia edenden ayırt edilemezsiniz. Böyle diyen kişinin ise aklının eksikliğine karar verilir.

Denilir ki; Tek bir şeyin tanımlaması onun, öyle zannederek birlikte hem olumlu, hem olumsuz olmasını olanaksız saymaktır. Öyleyse bir tek şeyi bilmek; bir tek şey olması nedeniyle, onun bir tek durum içerisinde var ve yok olarak zannedilmesini olanaksız kılar. İnsanın kendi nefsini bilip başkasını bilmemesini kabul etmek, zanna dayanarak olanaksız olmadığına göre; şöyle denilebilir: “İlk” olanın, başkasını bilmesi varlığını bilmesinden ayrıdır. Çünkü “onun bilmesi; İlk olan olsaydı” onun bilmesinin reddi, “onun” reddi olurdu ve kanıtı da “onun” kanıtlanması olurdu. Çünkü Ahmet’in hem var hem de yok olması olanaksızdır, yani ikisinin de, varlık ve yokluk, aynı durumda olması olanaksızdır. Buna karşılık başkasını bilmekle kendini bilmenin birlikte olması olanaksız değildir. “İlk” olanın, başkasıyla birlikte kendisini bilmesi de aynıdır. Çünkü birinin bulunup diğerinin bulunmamasını zannetmek olasıdır. Öyleyse ikisi ayrı şeylerdir. Ama kendisinin varlığı olmadan var olmasını düşünmek olanaksızdır. Eğer tümel böyle olsaydı bu kuruntu olanaksız olurdu. Felsefecilerin“İlk” olanın, varlığından başkasını bildiğini kabul edenler; kuşkusuz ki çokluğu belirlemiş sayılırlar.

Denilirse ki; O, varlığından başkasını ilk niyetle bilmez. Ancak tümelin başlangıcı olarak varlığını bilir. Bu ise ikinci niyetle tümelin bilgisini gerektirir. Çünkü varlığını bilmesi ancak bir ilk başlangıç olarak olası olur ki, bu varlığının gerçeğidir. Varlığını ise, başkasının ilkesi olarak bilmesi olası değildir. Aksi durumda başkası da içermek ve gereklilik yoluyla onun bilgisi dahiline girer. Varlığının gerekli olanları bulunması uzak görülemez. Bu ise varlığının esasında çokluğu gerektirmez, aksine varlığın kendisinde çokluğun bulunmasını önler.

Bunayanıt birkaç yönlüdür;

Birincisi; Sizin “İlk olan, kendisini başlangıç olarak bilir” sözünüz hüküm vermektir. Çünkü, “İlk” olanın, yalnızca kendisinin varlığını bilmesi gerekir. Başlangıç olmasını bilmesi ise, varlığın bilgisinin üzerindeki  eklentidir. Çünkü başlangıç oluş, kendine katılmıştır. Onun kendini bilip de ilişmesini bilmemesi uygundur. Başlangıç oluşu, ilişme olmasaydı kendisi çokluk kazanırdı ve onun hem varlığı hem de başlangıç olması söz konusu olurdu ki bu ikisi ayrı şeylerdir. Nasıl ki insanın kendisini bilmesi ve kendisinin nedenli oluşunu bilmemesi uygun ise, “çünkü onun nedenli oluşu nedenine ilişme iledir” aynı şekilde neden oluşu da nedenli oluşuna ilişme iledir. Budurumda, “İlk olan,  başlangıç oluşunu bilir, çünkü onda kendisinin ve başlangıç oluşun bilgisi vardır ve bu ilişmedir, ilişme ise kendisinden başkasıdır, ilişmeyi biliş kendini bilişten ayrıdır” sözlerinde yukarıdaki belirttiğimiz kanıta göre, sözle üstün gelme vardır. Şöyleki; varlığını bilmek ve başlangıç oluşu bilmemek, sanarak olabilir. Ancak kendini bilmeden, kendini bildiğini sanmak olası değildir, çünkü kendi bir tektir.

İkinci şekil şu sözünüzdür; “tümher şey ona ikinci kasıtla bilinendir” sözünüz akla uygun bir söz değildir. Çünkü onun bilgisi, kendi varlığını kapsadığı gibi, başkasını da kapsadığı için, iki ayrı bilinen olacaktır ve O, her ikisini de bilecektir. Bilinenlerin birden çok olması ve değişikliği bilginin de birden çok olmasını ve değişikliğini gerektirir. Çünkü bilinenlerden birisi, öyle zannıyla diğerinden ayrılmayı kabul eder. Dolayısıyla ikisinden birisini bilmek, diğerini bilmenin aynı olmaz. Çünkü ikisinden birisini bilmek, diğerini bilmenin aynı olsaydı, ikisinden birisinin varlığını varsayıp, diğerinin varsayılmaması zorlaşırdı. Tümü bir olduğuna göre, burada diğeri yoktur. Bu ise onu ikinci kasıtla anlamdırmaktan ayrı değildir.

Sonra, “Onun bilgisinden, ne gökte ne de yerde bilinen en küçük parçacık ölçüsü dahil hiçbir şey eksik bulunmaz” sözü çokluğun reddi için nasıl sunulabilir? O, tümü; tümel şekilde bilir, ona,  bilinen olan tümler sonsuz değildir ve buna ilişen bilgi de çokluğuna ve değişikliğine rağmen her yönden tek bir bilgidir.

Bu konuda İbni Sina, çokluğun gerekliliğinden kaçınmak için, onun ancak kendi özvarlığını bileceğini öne süren diğer felsefecilere karşıt olmuştur. Öyleyse nasıl oluyor da çokluğun reddi konusunda onlara katılıyor, başkasını bilmenin kanıtlanması konusunda onlardan ayrılıyor? Ve neden “Allah ne dünyada, ne de ölümötesinde hiçbir şeyi bilmez, ancak kendi özvarlığını bilir, Allah’ın dışında olan ise hem onu bilir, hem özvarlığını, hem de başkasını bilir” demekten utanmıyor da “dolayısıyla başkayı, bilgi bakımından Allah’tan daha üstündür” demekten utanıyor? Evet utanarak böyle demeyi bırakıp kaçınıyor, ama her yönden çokluğun reddinde diretmekten utanmıyor? Onun varlığını ve diğerlerini bilmesinin, üstelik tüm eşyayı bilmesinin çok olmaksızın varlığının kendisi olacağını iddia ediyor. Bu görüş; ilk bakışta çelişkisi belli olduğundan dolayı, diğer felsefecilerin kaçındıkları çelişkinin aynıdır. Öyleyse onun görüşlerindeki utanmazlıkta içlerinden bir kısmı diğerinden ayrılmış değildir.

Allah’ın yolundan ayrılanlara ve Allah’a özgü işlerin aslına bakış ve hayaliyle egemen olacağını sananlara, Allah işte böyle yapar.

Denilirse ki; İlk olanın kendinin başlangıç olduğunu ilişme yoluyla bildiği sabit olunca, her iki bağlanmışı bilmek ile birleşmektedir. Çünkü oğulu bilen kişi bunu tek bir bilgiyle bilmektedir. Bu bilginin içinde dolaylı olarak babayı, babalığı ve oğulluğu bilme vardır. Böylece bilinen çoğalır bilgi tekleşir. İşte aynı şekilde “İlk” olan da kendini başkasının başlangıcı olarak bilir. Böylece bilinen çoğalsa da bilgi, bir tane olur. Sonra bu konu,tek bir bilinen ve bilginin o bilinene ilişmesi konusunda düşünülürse ve bu çokluğu gerektirmezse; cinsi çokluğu gerektirmeyen şeyden ek olan şey de çokluğu gerektirmez. Aynı şekilde herhangi bir şeyi bilen ve herhangi bir şeyi bildiğini bilen onu aynı bilgiyle bilir. Her bilgi; kendisi ve bilineni ile bilgidir, böylece bilinen birden çok olursa da, bilgi bir tane olur. Buna şu da belirtiolur: Siz görüyorsunuz ki Allah’ın bilgilerinin sonu yoktur. Bilgisi ise bir tektir. Siz onu sayısının sonu olmayan bilgilerle nitelendirmiyorsunuz. Eğer bilinenlerin çokluğu bilginin kendisinde de çokluğunu gerektirseydi, Allah’ın kendisinde sayılarının sonu olmayan bilgilerin bulunması gerekirdi ki bu olanaksızdır.

Deriz ki; Her ne kadar bilgi, birçok yönden tek ise de, onun iki bilinene ait olması düşünülemez. Aksine bu, felsefecilerin çokluğun ölçüsü konusundaki tutum ve deyişlerine göre bir tür çokluğu gerektirir. Üstelik onlar daha da ileri giderek demişlerdir ki; eğer “İlk” olanın varlıkla nitelenen bir aslı olsaydı bu bile çokluk olurdu. Onun için gerçeği olan tek bir şeyin sonra varlıkla nitelendirilmesini düşünmemişlerdir. Üstelik şöyle zannetmişlerdir: Varlık gerçeğe bağlanmıştır ve onun başkasıdır, dolayısıyla çokluğu gerektirir. Öyleyse bu şekilde, birçok bilgilere ilişen herhangi bir bilgi varsaymak olanaksızdır. O zaman asıl olana  iliştirilen herhangi bir varlığın değerlendirilmesidurumunda gerekli olan çokluk türünden daha önemli ve daha üstün bir çokluk türü gerekir. Oğulun ve diğer bağlanmışların bilgisine gelince onda da çokluk vardır. Çünkü oğulun bilgisi, oğulun kendisinin bilgisini ve babanın kişiliğinin bilgisini gerektirir ki, bunun ikisi iki bilgidir. Üçüncü bilgi de oğulun babaya ilişmesidir. Evet bu üçüncü bilgi önceki iki bilgi tarafından içerilmektedir. Çünkü onların her ikiside bu bilginin koşul ve zorunluluğundandır. Aksi durumda önce bağlanılanı bilmeyen kimse, ilişmesini de bilmez. Bunlar ise birden çok bilgilerdir bir kısmı diğerinin koşulu durumundadır.

Aynı şekilde,“İlk” olan, kendisini onların başlangıcı olması nedeniyle diğer tür ve türlere ilişmiş olarak bilince; kendisini ve teker teker cisimleri, böylece özvarlığının başlangıç olma işi bakımından onlara ilişmesini de bilmesi gerekir. Aksi durumda ilişmenin onun tarafından bilindiği düşünülemez.

Onların, “ herhangi bir şeyi bilen bu bilginin kendisiyle yani aynı bilgi ile bildiğini de bilir, böylece bilgiler birden çok, bilgi ise tek olur” sözleri doğru değildir. Aksine bir şeyi bilen bildiğini başka bir şeyle bilir. Böylece sonunda bilmediği, kendisinden bilgisiz olduğu bir bilgiye ulaşır. Biz bunun sonsuza kadar zincirleme devam edeceğini söylemiyoruz. Aksine bilinenle ilgili bir bilgide kesileceğini, onun ise bilinenin varlığından değil, bu bilginin varlığından bilgisiz olduğunu söylüyoruz. O, siyahı bilen kişi gibidir. Bilgi durumundaözvarlığı olan nefsi; konusu karanlık olan bilinene dalmışken ve siyahı bildiğinden bilgisiz ve ona yönelik değilken, ona yönelecek olursa; yönelişleri son buluncaya kadarbaşka bir bilgiye ihtiyaç duyar.

Bu, Allah'ın diğer bilinen şeylerde sizin aleyhinize döner, çünkü onun bilinenleri sonsuz değildir. Size göre bilgi tektir” demelerine gelince, deriz ki; biz bu kitapta hazırlık yapan kimselerin konulara dalması gibi girmedik. Aksine itiraz eden insanların dalışı gibi konulara daldık. Bunun için de kitaba “FelsefecilerinTutarsızlığı” adını verdik, gerçeğe başlangıç demedik. Bu yüzden bizim bu konuda yanıt verme zorunluluğumuz yoktur.

Denilirse ki; Biz sizi akımlardan belli bir akımın görüşüne göre kanıtlarla susturmuyoruz. Yaratılmışlarıntümakımlarına yönelen ve soruna yöneliş bakımından eşit olan konulara gelince, bu noktada sizin bir şey öne sürmeniz uygun olmaz. Bu sorun sizin aleyhinize yöneliktir ve hiçbir akımın ondan kurtuluş olanağı yoktur.

Deriz ki; Hayır, amaç; sizi, sorunların gerçeğinin kesin kanıtlarıyla bilme konusunda ki savınızda çaresiz bırakmak ve iddianızdaki kuşkuyu ortaya koymaktır. Sizin çaresiz olduğunuz ortaya çıkmıştır. İnsanlardan bir kısmı,  Allah’a özgükonuların gerçeğine salt akıl bakışıyla erişilemeyeceğine inanmıştır. Üstelik onlara göre Allah’a özgü konuların gerçeğinden bilgili olmak insanın gücü içerisinde değildir. Bunun için dinsel hükümlerin elçisidemiştir ki: “Allah'ın yaratıkları konusunda düşününüz. Ancak kendisi konusunda düşünmeyiniz”Budurumda sizin, Allah’ın Resulünün doğruluğuna mucize kanıtıyla inanan, aklın önermelerine dayanarak gönderilen Resulün kişiliğini kabul eden, akıl bakışıyla niteliklere bakmaktan kaçınan ve Allah'ınnitelikleriyle ilgili olarak din hükümlerinin elçisinin Allah katından getirdiği şeylere uyan, onun izini takip eden. “Çok bilen, irade eden, gücü yeten ve diri” gibi nitelikleri ona genelleyen, kendisine izin verilmeyen nitelikleri genellemekten uzaklaşan, aklın bu konuların gerçeğini kavramaktan çaresiz olduğunu kabul eden bu akıma karşı yanıtınız nasıldır?

Sizin onlara karşıtlığınız; yalnızca, kanıt yöntemlerini ve kıyasların şekilleriyle ilgili öncüller sıralama yöntemlerini bilmeme ve “biz bu konuları aklı yöntemlerle bildik”savından oluşuyor. Oysaki sizin çaresizliğiniz ortaya çıkmıştır, yöntemlerinizin tutarsızlığı ve bilgi iddianızın hayasızlığı belirmiştir. Bu açıklamadan amaç işte budur. Allah’tan söz eden bilgiselkanıtların geometrik kanıtlar gibi kesin olduğunu iddia edenler nerededirler?

Denilirse ki; Bu zorluk İbniSina’yı susturur, çünkü o “İlk” olanın kendisinden başkasını bildiğini iddia etmiştir. Oysaki felsefecilerden araştırma uzmanları onun yalnızca kendi nefsini bildiğinde birleşmişlerdir, dolayısıyla onlar için bu zorluk ortadan kalkar.

Deriz ki; Sizi tümüyle bu görüşten yasaklarız. Eğer bu derece söz kusuru içerisinde bulunmasaydı, daha sonra gelenler o görüşü desteklemekten çekinmezlerdi. Biz buradaki utanmazlık şekline dikkatleri çekeriz. Çünkü burada nedenlilerin “İlk” olana üstün kılınması söz konusudur. Çünkü melek, insan ve akıl sahiplerinden her biri, kendi nefsini ve başlangıcını bildiği gibi, başkasını da bilir. “İlk ise ancak nefsini bilir” sözü bırakın melekleri insanlardan herhangi birisi için bile eksik bir sözdür. Üstelik hayvanlar bile kendilerinin bilincine vararak, kendilerinden başka şeyleri de bilirler. Kuşkusuz ki bilgi bir yüceliktir. Bilginin yokluğu ise eksikliktir. Onların “O, aşık ve aşık olunandır, en mükemmel aydınlık ve tüm güzellik ona aittir” sözleri nerede kalıyor? Aslı ve gerçeği bulunmayan ve evrende meydana gelen olaylardan bilgisi olmayan, kendisini susturan ve kendisinden çıkan şeyleri bilmeyen bölünmez bir varlığın güzelliği ve tümlüğü nerededir? Allah’ın evreninde bunun ötesinde daha çokherhangi bir eksiklik olabilir mi?

Akıl sahipleri; Kendi iddialarınca düşünülen konularda derinliğine daldıklarını söyleyip de son görüşlerinin sonucunda Rablerin Rabbının, nedenlerin, neden olanların evrende meydana gelen olaylar konusunda hiçbir bilgiye sahip olmadığı sonucuna varan bu akımkonusunda, ne kadar hayret etseler yeridir. Bu durumda, Allah'la ölü arasında, kendini bilmekten başka ne fark kalır? Haksızlık edenlerin söylediklerinden tümüyle yüce olan Allah bundan uzaktır. Kendini bilip başkasını bilemeyenin bilgisindeki mükemmellik nerededir? Bu görüşün utanmazlığını ve çirkinliğini ortaya koymak için uzun uzadıya açıklamaya ve sözü uzatmaya gerek yoktur.

Felsefeciler bu şeyle, utanılacak duruma düşmüş olmalarına rağmen, çokluktan kurtulmuş olmadıkları söylenebilir. Biz diyoruz ki onun kendisini bilmesi, kendisinin aynı mıdır, başkası mıdır? Derseniz ki kendisinden başkadır, çokluk gelmiş olur. Derseniz ki kendisinin aynıdır; o zaman, sizinle insanın kendi kendisini bilmesi, kendisinin aynıdır diyen kişinin arasında ne fark vardır? Ki bu söz aptallıktır. Çünkü O“İlk”, kendisinden bilgisizken kendi kendisinin varlığını düşünür, sonra bu bilgisizliği ortadan kalkar, kendisinin farkına varır. Böylece kendisinin bilincine varması kuşkusuz kendisinin başkası olur.

Derseniz ki; İnsan bazen kendi kendisini bilmekten uzak olur, sonra aniden bilgi kendisine geçer, o zaman bilginin geçmesi kendinin başkası olur kuşkusuz.

Deriz ki; Başkalık geçme ve yaklaştırma yoluyla bilinmez. Çünkü, herhangi bir şeyin aynının herhangi bir şeye geçmesi uygun olmaz. Herhangi bir şeyin başkası da herhangi bir şeye yaklaşınca o şey aynı şey olmaz, dolayısıyla onun başkası olması ortadan kalkmaz. Şöyleki, “İlk”, kendi kendisini bilmekte ise, onun kendi kendisini bilmesi, kendisinin aynı olmasına belirtiolmaz. Zan, kendinin takdiri konusunda daha da genişler. Sonra bilme bilincinin geçişi eğer aynıyla kişinin kendisi olsaydı, bu zannetme düşünülemezdi.

Denilirse ki; Onun kendisi akıl, düşünme ve bilgidir. Onun önce kendisi sonra ona dayalı bilgisinin varlığı söz konusu değildir.

Deriz ki; Bu sözde, açıkça ahmaklık görülüyor. Çünkü bilgi, nitelik ve belirtilerdir ve de bu bir nitelenenin bulunmasını gerektirir. “Onun kendisi akıl ve bilgidir” diyenin sözü “o güç ve iradedir ve de kendi nefsi ile vardır” diyenin sözü gibidir, eğer bu söz söylenmişse, siyah ve beyaz konusunda; “O, kendi özvarlığıyla vardır” Nicelik; üçleme ve dörtleme konusunda“kendi nefsiyle vardır, böylece tüm özellikler de böyledir” diyenin sözü gibidir. “Cisimlerinözelliklerinin cisim olmadan kendiliğinden var olması özelliklerinin başkasıdır.” sözünün olanaksız olduğu,  yolun aynıyla canlıların “bilgi, yaşam, güç ve irade” gibi niteliklerinin kendi nefisleriyle var olmayıp, kendiyle var olduğu da bilinir, öyleyse yaşam kendi ile vardır ve onun yaşamı kendisi iledir, diğer nitelikleride böyledir. Budurumda onlar, “İlk” olanı hem diğer özelliklerden reddetme, hem de gerçek ve aslında reddetme ile yetinmemişler ki ondan kendi nefsiyle var olmasını da reddetmişlerdir.

Sonunda“İlk”i kendi nefsi ile var olamayan belirtiler ve özelliklerini gerçeğine çevirmişlerdir.

Biz bundan sonra Allah’ın izniyle“İlk”in kendi özvarlığını ve başkasını bilici olması konusunda onların kanıt getirmekten çaresiz olduklarını başlı başına bir konu olarak açıklayacağız.

...

Yorumlar (0)
12
az bulutlu