banner4
15.03.2020, 12:23

DEMOKRASİ  İÇİN SİVİL SİYASET   

Açık bir toplumda, demokrasinin kutsalı insan, mabedi de çok partili siyasi Meclis olduğu bilinir. Şüphesiz, her siyasi partinin birinci hedefi, Meclise girmek ve iktidar olmaktır. Demokrasisi arızalı ülkelerde şikeli kurulan Hülle partileri bile, iktidarı hedefler. Siyasi partilerin ikinci hedefi ise, Meclise giden yolda yurttaşlarına yaraşır çağdaş bir yasamayı, yürütmeyi ve yargıyı adaletle çoğaltarak,  kaliteli hizmetleriyle uzun süre iktidarda kalmaktır. Bu nedenle her siyasi parti iktidara gelmeden önce kitlelere ülke sathında güvenilir bir duruş ve istikrar vadeden iyi bir sosyoekonomik program sunar.

Partiler iktidara geldiklerinde kariyerlerini sürdürülebilmek için, karşı saflarda bulunan kitleleri de kendine çekmeye çalışırlar. Siyasetten söylediklerinin arkasında da durmak isterler. Ne yazık ki, gelişmekte olan ülkelerde “kapitalizmin eşitsiz gelişim yasası”  liberalizmin küresel koşullarıyla birleşerek o ülkelerin iç çelişkilerini azgınlaştırarak, demokrasi ve barış içinde yaşama hakkını onlara pek tanınmaz. İç ve dış pazarlarının ekonomi politikaları için, ulusal yiğitliğe soyunan liderleri ve siyasi iktidarlarını kumpasa değil adeta mengeneye alırlar ve “kazın ayağı”nın ne olduğunu onlara bir güzel gösterirler. Bu gibi ülkelerin iktidarları, emperyal gerçeğe kafaları çarpan siyasetleri nedeniyle kulvar değiştirmeye yavaş yavaş alıştırılırlar. Bu nedenle, partileri de, ülkede iktidar olduğu da önce siyasetlerinin “ehl-i beytleri”ni ve adamlarını fildişi kulelerde iktidar olanaklarıyla taltif eder ve geldikleri yeri onlara unuttururlar.  Seçilmişler, geldikleri seçim bölgelerinin en zenginleri en zekileri, en uyanıkları en radikalleri en rahmanileri veya en aydınları olabilirler. Zaten bu seçilmeden önceki halleridir olsa da değişmek zorundalar.

Yeni siyasi kariyer elde eden Milletvekilleri, artık ne kadar dürüstlük timsali olurlarsa olsunlar, sistemin bilmedikleri ve görmedikleri mahfillerinde yeni olanakların efsuni parıltısına kapılmaya adaydırlar. Parti içi disiplinle evcilleştikçe, siyasi kariyerlerini ve elbette onları gönderen halkı unutma sürecine girmeleri de zaten pek yadırganmaz. Siyasetçilerin pratikleri bu minvalde mercek altına alındığında, buna dair resimler periyodik olarak görülür. Şüphesiz siyasi kariyerli yani seçilmiş her birey, hele iktidarın seçilmişi ise, bu sistemin özel olanaklarına ve ayrıcalıklarına artık bir “hazıra kondu”dur. Bu böyle de; güzelim memlekette, siyasetçisini Meclise gönderen halk özünde siyasetçisinden ne beklemektedir? Siyasetçiye hangi gözle bakıldığını kim söyleyebilir? Demokrasilerde siyasetçi, halk için, her yönüyle yasamayı düzenlemeye, yenilemeye yürütme ve yargıya mukayyet olmak için seçilmiştir. Bu tanım doğru mu? Bu tanım teoride doğru, yazımıza konu ülkelerin pratiğinde yanlıştır. Bizim buralarda Milletvekili halkın gözünde, iş bulaniş bitireniş takipçisidir. Yasama, yürütme ve yargıyı düzenleme çalışmaları halkı pek bağlamaz, halkın pek de umurunda değildir.

Bu bakış ve beklenti yeni seçilmiş siyasi kariyer sahibimizi, bir süre sonra halkın bitmeyen talepleriyle, sistemin iktidar siyasetçisine sunduğu özel olanaklar arasında bocalamaya sürükler. Süreç içinde  halkının vaatlerini yerine getiremeyen siyasetçi, artık seçmenin gözünde bir “aldatan” olup çıkar. Seçildikten sonra partisinin yükseliş basamakları için kendisinde aranan donatılara haiz olmadığından hareketle, fazla kabul görmemesi, bu kez kendisi, kendini  aldanan yerine koymaya başlar. Bu psikolojik kırılmalarla bir süre sonra  siyasetin, “büyük balık küçük balık” ve “deveden büyük fil var ” mantığını unutmaması gerektiğini anlar ve güçlüden yana olmak med-cezirinde kendini korumaya alır. Böylece yeni siyasetçi, kendini lidere ve Genel Merkeze, tam biat modunda canlı tutar, bireysel kurtuluşa yönelir. İktidarın olanaklarını, dünyalıklarına katarak ve safahata dalarak, varoşları, yoksul yığınları kendinden öncekiler gibi unutuverir. 

Bu klasik yol ayırımı vakti gelende çarşıda, pazarda, yargıda, eğitimde, yürütmede ve bölüşümde çoğalarak aykırı ses olarak yükselir. Ülkede ve partide iç çalkantılar başlar. Her iktidar zaman ilerledikçe Mecliste sosyoekonomik eğri duruşlara sahne olur. Akıllı bir iktidarın atacağı tüm adımlarda kendisi dışındaki demokrasi güçlerine ne zaman ve nerede ihtiyaç duyacağını öncü kadrolarınca bilinmesi ve izlenmesi gerektiğini taktiksel olarak değil, stratejik bir yöntem olarak bilmeli ve bakmalıdır. Ben-merkezci iddiasında ısrar eden siyasetler, kimi iktidarlar tökezlemeye mahkumdur. Buna özenen bir iktidar aynı zamanda, güç sendromu tehlikesini de beraberinde taşımaya başlamış demektir. Maalesef bugün ileri demokrasi ülkelerinde iktidar kurmaylarında bile rastlanan siyasi miyopluk kadar, güç sendromu ve siyasi obeziteye de rastlanabilmektedir

Lider ve kadrosu, iyi gitmeyen bazı şeyleri,  iktidar dışındaki sivil ve özerk oluşumların ikazlarını dikkate alarak  aşmayı becermeli. Lakin yukarıda değindiğimiz gibi, liderin çevresini saran kimi siyasi miyoplar güç sendromunu aşamama rehavetiyle, liderlerini kitlelerden koparmaya sebep olabilmektedirler.   Oysa İktidarın ve liderinin kendisi dışındaki sivil demokrasi güçleriyle diyaloğu, Meclis içi muhalefetle diyaloğu, her zaman gerginliğin supabı, yönetebilmenin erdemliliği ve demokrasiyi kamuoyuna mal etme sanatı olduğunu bilmeleri  gerekiyor. Demokratik lider ve demokratik iktidar, toplumsal dengeleri doğru koruyan ve iyi gitmeyen şeyleri tespit eden, yetenek çeşitliliğini sunan, varsa  eksikleri kabul eden iradedir. Her liderin siyasi genlerinde bu kavrayıcı anlayış vardır. Ancak yakın çevresi ve yakın temas grubu, liderinin bu iradesine göreceli de olsa baskın gelip gelmediğiyle doğru orantılıdır.

Herkesin anlayacağı önerimize gelince; yeni Türkiye’nin kısa ve orta vadede siyasi, ekonomik ve kültür kalitesi için, iç politikada;

1- Yeni sivil “zero” bir Anayasa,

2-Başkanlık sisteminin alt yapısını oluşturacak yerel ve genel seçimlerin ve meclis yasalarının yapılması,

3-Kürd Demokratik Haklarının, devletin demokratik üniterliğini hedeflemekten geçtiğini ve bunu saklamanın artık ülkeye ve herkese zarar verdiğini anlaşılır kılmak gerekir.

Bütün mesele, bu üç değişimi siyasi poker gülüşüyle değil, vaktinde ve cesaretle iç siyaset yaşamında, sokakta, çarşıda, pazarda,  mecliste, kamuoyunda, demokratik tahammülün ve olgunluğun nasıl sağlanacağını anlaşılır kılmaktadır. İç ve dış şartlar gerilimli olsa da, huzur ve istikrar için; *Zaman, İnsanları sorunlarıyla değil, haklarıyla tanımak zamanıdır.

Yorumlar (0)
12
az bulutlu