banner4
30.04.2020, 23:01

BİR DEĞERLER TARTIŞMASI...

Acaba diyorum önce kendi tarafımızı seçip, konumumuzun sahip olduğu hakikatler üzerinden, değerlerimizin tartışmasız meşrulaştırılmasını mı sağlamak istiyoruz? Olur mu bu olay ‘din, iman meselesidir’ diyecek sözleri işitiyorum…Peki dinin haram kıldığı diğer eylemlerde (faiz, yetim malı yemek vb.) bu değer hassasiyetleri neden olmuyor da söz ‘cinsellik’ konusuna geldi mi hemencecik sütreler (dini ibadetin ifası sırasındaki sınırlar) çekiliyor?..

            Ben ne ilahiyatçıyım ne de insan hakları felsefesi konusunda yeterli eğitim aldım.

            Zihnimden sadece düşünüyorum. Ortada iki farklı değer alanı görüyorum: Dinin değer alanı; Hukukun değer alanı…

            Biliyoruz ki her zaman ve her yerde, dinin ve ahlakın yargıları ile hukukun yaptırımları aynı değil…

            Örneğin; Din, zinayı, kumarı, hak yemeyi, zulmetmeyi, hırsızlığı haram sayıp kınadığı halde, hukuk zinayı suç saymaz, kanunen meşrulaştırılmış (yasal yağma) hak yemeyi, kamu malını hırsızlamayı cezalandırmaz. Yine yetişkin iki insanın cinsel beraberliklerini suç olarak görmez, fuhşu cezalandırmaz, ancak fuhşa teşvik edeni, kolaylaştıranı, aracılık edeni ve yer temin edeni cezalandırır. Hukuk benzer şekilde kumar oynamayı da suç saymaz ama kumar yeri temin edeni ve imkan sağlayanı cezalandırır.

            Kamuoyunda tartışmaya konu olan bu durumu, en iyi “hukuk felsefecileri” bilir...

            Bu anlamda, din ve ahlak ile hukuk, aynı bakış açılarına sahip değildir... Dahası pozitif hukuk; yukarıda açıkladığımız örneklerde olduğu gibi ahlakın ölçülerine ve dini değerlere göre hareket etmez. Ülkemizde pozitif hukukun batıdan, kültürün ise doğudan gelmesinin benzer çatışma alanları bulunmaktadır. Kendi kültürel  değerlerimize uygun hukuk üretemediğimizde ve evrensel bir değer olarak bunu kabul ettiremediğimizde, böylesi çatışmalar da kaçınılmaz olacaktır.

            Diyanet’in “Din, zinayı ve eşcinselliği haram kılar ve yasaklar” açıklaması üzerinden, Ankara Barosu’nun itiraz etmesinin anlamı nedir?

            Olayı tersine çevirerek düşünelim: Dinin haram kıldığı eylemleri ‘hukukun cezalandırmaması üzerinden’ Diyanet, hukuka çatmak suretiyle “Neden bunları suç haline getirmiyorsun, bu eylemleri cezalandırmıyorsun?” demiş olsa sözümüz ne olurdu?..

            Demek ki dinin ve hukukun değer alanlarında bazı farklılıklar var... Her iki tarafın birbirine olan müdahalesi, hukuk felsefecilerinin bildiği bir konudur. Bu nedenle, ne hukukun, dini alana müdahalesi ‘dini aşağılamadır’, ne de dinin, hukuka müdahalesi ‘Anayasa’da güvence altına alınmış laik ve hukuk devletinin ihlalidir.’ Zira amaç ve kast unsuruna göre konu, bir ‘değer yargısı’ tartışmasından öte değildir...

            Öyleyse tarafların birbirini anlaması için karşı tarafın yerine geçerek, bir empati kurmak suretiyle, çatışma  çözümlenebilir niteliktedir.

            Olayın bir de “toplumsal bakış yönünü” değerlendirmek gerekir: Dinin, zina ve eşcinsel beraberlikleri (homoseksüel) vb. ahlaki yozlaşmaları “haram” sayması konusunda  toplumsal çoğunluk “dinin tarafını” tutmaktadır. Türk Toplumu, dinin haram kıldığı bu davranışların, bir şekilde ‘kınanmış olmasından’ rahatsız da değildir. Aslında Diyanet’in açıklaması, dinin değer alanından bir bakıştır ki “bu tür eylemlerin haram olduğuna, günah barındırdığına” yönelik ‘kınanmak suretiyle vazgeçirme’ beyanından öte, hukuk alanını ihlal edici nitelikte ‘nefret suçu’ kastı gütmüş değildir. Belki benzer haramlar konusunda, (zulmeden amir, kanuna karşı hile kullanan düzenbaz, yetim malı yiyen kimseler hakkında) yeterli kınama yapmadığına dair eleştiri getirilebilir. Ama bilinir ki bazı davranışlar hukuken cezasız kalsa bile dinen ve ahlaken, eylemlerin kınanması, toplumun beklentisidir. Hatta burada hukukun çare üretemediği haksız davranışlara karşı, dinin  ve ahlakın  “set çekmiş” olması, hukuka katkı sunarak yardımcı olmaktadır.

            Ankara Barosu’nun hukuki bakış açısı üzerinden yaptığı açıklamaya gelince; Açıklamanın bir kısmı hukuki değer alanında kalarak, ‘her insanın doğuştan bazı temel haklara sahip olduğu, cinsel yaşayış ve cinsel kimliği konusunda başkalarına zarar vermemek kaydıyla bağımsız ve özgür olduğuna’ dair yaklaşımıdır ki itiraz edilmeyecek cümleler iken, yadırganacak şekilde ’çocuk tecavüzcülerinin ve kadın cinayetleri’ konusunda duyulan öfkenin etkisi altında -sanki haksız tahriki oluşturan din gibi - din alanına müdahale ederek,  ‘eski çağlara’ yapılan vurgularla, Lut kavminin yaptıklarını da meşrulaştıracak tarzda sözlerle, dinin sosyal kural koymayı amaçlayan ‘kınama alanına’ müdahale etmiş olmasıdır. (Uygun bir zaman ve ortamda, çocuk evlilikleri ve kadın cinayetlerinde, dini yorumlayanların tutumunda eksiklik var mıdır, bu da konuşmalıdır.) Neyse ki ‘eski çağlara dair atfın, kesinlikle din ve İslam olmadığı’ açıklanarak, konunun yanlış anlaşılmasının önüne geçilmiştir.

            Emin olduğumuz şudur:

            “Din”, inanç değerlerinin dışına çıkarak, bir insanın gayrimeşru yaşam ile öte dünyada azaba uğramasını asla istemez, onlardan ‘nefret etmeyi’ değil, bunalımlı insanı, düştüğü bu çıkmazdan “kurtarmayı” amaçlar.

            Diğer taraftan “Hukuk” da insan haklarının önemine vurgu yaparak, ‘dini aşağılamayı’ değil, birey hak ve özgürlüğü kapsamında, cinsel kimlik bunalımına düşenlerin “toplumun eşit üyesi” olduğuna dair hukuk güvencesi vermek ister.

            Tartışmanın arka planında, dinin ya da hukukun “temel bilinçaltı değerlerinin farklılığı” vardır…Önem yerleri buradadır. Değer yargılarının, her alanda uzlaşması zaten gerekmemektedir. Ama hakikatin parçaları üzerinden ‘çatışma oluşturmaya’ gerek de yoktur. Olay ‘değerler savaşına’ dönüştürüldüğü takdirde, konu ‘güç mücadelesine’ evrilir ve bu durumda, güçlü olan kazanır. Fakat dinin değer olarak anlatmak istediği ile hukukun hak olarak tanıtmak istediği hakikatler, bütünüyle kaybolur...

            Aslında sorunun bu şekilde anlaşılmış olması, toplumun huzur temellerini daha iyi kurabilmesi konusunda iyi bir “müzakere fırsatı” doğurmaktadır. Çatışmaya dönüştürmeden değer sorunlarımızı konuşmak, düşünce etkileşimi yoluyla fikri değişimlerin kapısını açacaktır. Doğru ve etkili iletişim dili kullanılarak -ben diliyle- kim neyi ifade etmek istediğini -saygıyla- açıkladığında ve etkin dinleme yapıldığında, çözümler birlikte bulunacaktır.

            Bence yaşanılan olaydan alınacak asıl ders şudur: Din anlatıcıları, “kolaylaştırın, güçleştirmeyin; müjdeleyin, nefret ettirmeyin” çizgisinde, “yumuşak sözle” yanlışları ifade etmeyi, daha fazla önemsemelidir... Hukuk ise insan haklarına dayalı bir hukukun toplumda yerleşmesini amaç edinirken, dinin ve ahlakın, toplumu sosyal düzen kurallarına yönlendirme çabasından daha fazla memnun olmalıdır.

Yorumlar (0)
12
az bulutlu