banner4
06.06.2020, 15:56

AMERİKAN BAHARI

2’nci dünya savaşından sonra, Sovyetler Birliği ile birlikte dünyanın 2 süper gücünden birisi olan, 1991’in sonlarında Sovyetler Birliğinin çökmesiyle de, (Sovyetler Birliğinin çöküş tarihi olarak devlet başkanı Mihail Gorbaçov’un istifa tarihi olan 26 Aralık 1991 kabul edilir), o zamandan bu yana dünyanın tek süper gücü olan ABD’de son günlerde yaşananları ibretle izliyoruz.

Türkiye’ye, benzeri durumlarda, “özgürlüklerin kısıtlanması”, “insan hakları”, “polisin müdahalesi” “gösteri hakkı” gibi konularda ahkam kesenlerin, konu kendileri olunca sus-pus olmaları yanında, polis şiddetini ve göz göre göre bir insanı polisin diziyle boğarak öldürdüğünü şaşırarak, üzülerek ve ibretle izledik.

ABD, 2’nci dünya savaşından sonra, siyonist gücün rehberliği ve koordinesinde, tüm dünyaya ortak dil olarak kendi dilini ve konvertibl para birimi olarak da kendi parasını kabul ettirince, yıkılması güç bir dünya sömürü İmparatorluğu oluşturmuştur. Aradan geçen çok uzun yıllar içerisinde, tüm sistemleriyle birlikte dünyaya egemen olan İngilizce ve doları, kısa sürede gündemden tamamen çıkarıp, yerlerini sistemleriyle birlikte ikame edebilmek sanıldığı kadar kolay değildir.

ABD bu 2 unsuru, yani uluslararası dil olarak İngilizce ve uluslararası ticarette ödeme aracı olarak da konvertibl doları kaybettiği anda dağılma sürecine geçecektir. Çin ve Rusya gibi ülkeler başta olmak üzere, bu konuda yani milli paralarla ödemeler yapılması konusunda, çalışmaya çoktan başlamış olmalarıyla birlikte, bu başarılması oldukça zor ve uzun yıllar alacak bir çalışma olacaktır. Sonunda başarılıp başarılamayacağı da şüphelidir.

Burada çözülmesi gereken ilk sorun, paritede baz alınacak değerler ve bankacılık sisteminin nasıl işletileceğidir.

Kuruluşu ve gelişmesi yani tarihi zulümlerle dolu olan ABD’nin, bu zulümler üzerine oturmaya ilelebet devam edemeyeceği zaten bellidir.

Kuruluşunda milyonlarca yerliyi katleden, müteakip yıllarında da, ekonomisini içeride ve dışarıda sömürü üzerine kuran ABD, hem kendi içindeki ve hem de tüm dünyadaki halklar ve ülkeler uyandıkça, kendisinin batışa ve bitişe doğru gideceği bir kehanet değildir.

Ülkeleri ve halkları, çoğu zaman “demokrasi götürmek” bahanesiyle kandırıp katleden, korkuya ve sömürüye dayalı imparatorluk kuran ABD için artık sonun başlangıcına yaklaşıldığı anlaşılmaktadır.

Özellikle, 2’nci dünya savaşından sonraki dönemde, finansmanını sömürdüğü ülkelerden sağlamak suretiyle, ülkelerin gelecek vaadeden beyinlerini de çalmıştır. Yani amiyane tabirle, ırmağın taşıyla ırmağın kuşunu avlamış ve gücüne güç katmıştır.

Tüm ülkelerde, neredeyse her gencin ideali  olarak, ABD’de eğitim almak ve/veya üniversite eğitiminden sonra master-doktora ve akademik kariyer yapmak da dahil olmak üzere, ABD’de çalışmak beyinlere kazınmıştır. Çünkü ABD’nin sağladığı maddi-manevi imkanlar, kendi ülkesinin sağlayabileceğinden kat be kat fazla olmuştur. 

Oysa ki bu imkanların finansmanı, o gencin kendi ülkesinden çalınanlarla sağlanmıştır. Yani kısacası, ABD, akıllı ama adaletsiz politikalarla ülkelerin hem ekonomisini hem de beyinlerini sömürmüş ve bu suretle de gücüne güç katarak yoluna devam edegelmiştir.

Ancak, gerek kuruluşunda ve gerekse sonraki tüm aşamalarda adalet ve merhamet bulunmadığından, zulüm ve sömürüyle sonsuza kadar abâd olamayacağını varsaymamıştır.

Akdeniz’i kontrol altında tutmak, Akdeniz’de ve Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerdeki petrol ve doğalgaz başta olmak üzere yeraltı zenginliklerini sömürmek amacıyla, bu ülkelere refah ve demokrasi götürüyorum diyerek bir kısım AB ülkeleri ile birlikte o ülkelere fiilen müdahale eden, ülkelerde ayaklanmalar çıkaran ABD, eğer adım adım uyguladığı bu sinsi planlarını istediği şekilde sonuçlandırmayı başarabilseydi, Suriye’den sonra sıranın ülkemize de geleceği bu operasyonların adını, (her zamanki taktikle, kulağa hoş gelecek ve çok sempatik bir şekilde), “Arap Baharı” koyan ABD, şimdi kendi baharıyla cebelleşmektedir.

Son günlerdeki olaylar ve ayaklanmalarla ABD’nin çökeceğini beklemek, elbetteki aceleci bir hayalden öteye gitmez. Çünkü bu bir süreçtir. Bu olaylar bize sadece, ABD toplumunun, düzeninin ve sisteminin çatlamaya başladığını göstermektedir, bir başka ifadeyle çözülme sürecinin başladığına işaret etmektedir. Ancak bu çözülme ve çöküş elbetteki epey zaman alacaktır. Çünkü, sineğin ölümü ile, filin ölümü aynı olmayacaktır. 

Yahudi ağırlıklı küreselcilerin, kapital varlıklarını yani devasa sermayelerini ve tabiki gelişen teknolojilerini, ABD’den Çin’e taşımaya/aktarmaya başlamalarıyla, ABD için dağılma süreci zaten başlamıştır. Bu süreç en çok 25-30 yıla kadar tamamlanacaktır.

Bu süreçten sonra yeni süper güç (görünen odur ki) Çin olacaktır. Çin’in bir çok kritik ülkelerde kritik ve stratejik yerler (limanlar, fabrikalar, geniş araziler, köprüler vb) satın alması veya 99 yıl gibi sürelerle kiralamasının sadece ekonomik tabirlerle izah edilmesi yetersiz bir yaklaşımdır ve bizim büyük resmi görebilmemizi de engeller.

Türkiye olarak baktığımızda, 2’nci dünya savaşının bitiminin hemen arkasından, ülkemiz hazırlıksız yakalandığından olsa gerek, 2 bloklu olarak kutuplaşan dünyada, komünizm korkusu ve bizden toprak talepleri nedenleriyle Sovyetler Birliği ile değil, ABD’nin başını çektiği Batı Bloğu ile beraber olmayı tercih ettiğimizi, 1945 ve devamı süreçte ülkemizi yönetenlerin bu tercihlerinin bizi zaman içerisinde ABD uşağı haline getirdiğini görürüz. ABD’nin yanında olmaktansa Sovyetler Birliğinin başını çektiği blokta yer alsaydık, daha büyük hangi sıkıntılarla karşı karşıya kalabilirdik, o da bilinmez.

İşte şimdilerde karşımıza tarihi bir fırsat daha çıkmıştır. Bu süreci planlı, proğramlı ve akıllıca değerlendirebildiğimiz takdirde, gelecek dönemde dünyada hangi dengeler veya bloklar kurulursa kurulsun, ülkemiz artık 2’nci dünya savaşı sonrası konjonktürdeki gibi benzeri bir tercihte bulunmak zorunda kalmayacağı gibi, inşaallah kendisi, doğrudan belirleyici olarak, bir bloğun başında olacaktır.

Bir vatandaş olarak gözlemlediğimiz kadarıyla, ülkemiz  bu süreci gayet akıllı götürmektedir; ki, başta Türk Keneşi’ndeki ilerleme ve kurumsallaştırma olmak üzere, müteakip aşamada Osmanlı Bakiyesi coğrafyalarda o ülkelerle ortak çıkarlara dayalı bir gönül ve ekonomik beraberlik de tesis edilebilirsek, 25-30 yıl sonrasının yeni dünyasındaki süper güçlerden birisinin de Türkiyemiz olabileceğine yürekten inanıyorum.

Bu kapsamda, Türkiye’nin lider ve sürükleyici güç olacağı, Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Pakistan, Macaristan, Endonezya, Malezya ve Katar’ın komisyonlarda etkin olarak yer alacağı bir şekilde olmak üzere, Türk Keneşi ile Arap Coğrafyasından uygun görülecek ülkelerin de dahil edileceği, bir üst çatı altında toplanması, dünyada bizi ciddi manada söz sahibi yapacak ve süper güçlüğe giden yolda önemli bir avantaj sağlayacaktır. Ve bunu bir hayal olarak da görmüyorum. 

(Ben Türk Keneşi’ne Pakistan, Endonezya, Malezya, Katar, Bulgaristan, Ukrayna, Venezuela, Küba, Japonya ve Güney Kore’nin de bir şekilde dahil edilmesinin, orta ve uzun vadede çok büyük yararlar sağlayacağı fikrindeyim ve umarım zaman içerisinde bu da gerçekleşir.)

Aksi takdirde, bugün başımıza bela olan ABD’nin yerini, ileride Rusya ve Çin alacaktır. (Ki, ben önümüzdeki dönemde, Çin’i dengelemek için Hindistan’ın da önemli bir güç yapılacağını tahmin ediyorum.)

Neticede tüm bunları başarmalıyız, başarmak zorundayız ve Allah’ın izniyle de başaracağız. Başarmak için halihazırda her türlü iklim müsait gözükmektedir.

Bunun içinde birlik-beraberlik içerisinde, çalışmaya üretmeye devam etmek zorundayız.

Devletimize ve devlet aklına her zaman güvendik ve sonuna kadar güvenmeye de devam edeceğiz.

Selam, sevgi ve saygıyla!..

Yorumlar (1)
Nurettin CENGİZ 4 yıl önce
Allah’ım ülkemisi kötülerin şerrinden korusun.Düşündüren ve düşündükçe de ibret alınacak tesbitler.Elinize ve yüreğinize sağlık Sayın Müsteşarım.Saygı ve selamlar.
12
az bulutlu