banner4
12.04.2021, 10:43

Allah’ın Tek’lik Boyutunu Kavramak-10

Dinsel ve felsefesel kuramlara ilişkin kitaplarda inanmanın tanımı yapılırken genellikle onun söyleniş biçimiyle sözel boyutuna, doğrulamayla duygu boyutuna, zaman zaman edimle duyu ve davranış boyutuna vurgu yapılır. Bu tanım ve bölümleme içinde akıl, düşünce ve bilgi boyutuna çoğu zaman yer verilmez. Oysaki inanç sürecinde söz ve duygu arasında görülen bu boşluk, akıl ve bilginin bu ikisi arasında oluşturacağı bir bağıntıyla doldurulabilir. “Allah’ın Tek’lik” bilincinin zihinsel boyutunun aslında böyle bir gereksinimden ortaya çıktığı söylenebilir. Görüldüğü üzere, “Tek’lik Bilinci ile Bilgi” ilişkisinin birey ve özvarlık olarak nefsi ilgilendirmesi, bu bağlamda özvarlığın bilme ve anlama yetisini öne çıkarmakta, ayetlerdeki “bil” bildirimi ve “heva”yı giderme olgusu, doğal olarak bizi bilmenin odağındaki akıl ve zihne yönlendirmektedir. Bu biçimde bilmenin ve bilginin niteliği, “Allah’ın Tek’lik Boyutunun” zihin ve bilgi odaklı yeni bir okumasını gündeme getirmektedir.

La ilahe illa Allah/İlah yoktur, yalnızca Allah vardır” tümcesinde vurgulanan “Allah’lık Niteliği” kavramı, Kur’an’daki “İlahlık” kavramsallığı ile doğrudan ilgilidir. Öyle ki Kur’an’da, Allah’ın ilahlığına muhataplık söz konusu olduğunda, insan dışındaki varlıkların, konuşan ile konuşulanın ilişkisi içinde değerlendirilmeği görülüyor. Başka bir anlatımla, “İlahlık” genel olarak akılsal varlıkların muhatap olabileceği ve onların zihinsel sorumluluk alanlarına ilişen bir konudur. Nas Suresinin 114/3 ayetinde, “İnsanların İlahına...” denilmek suretiyle Allah’ın ilahlığı bir bakıma insanlara ve insanlığa ayrılmıştır. Buna karşın ise, “Rab’lık” kavramının Kur’an’da böyle bir ayırım özelliği yoktur. Fatiha Suresinin 1/1 ayetindeki giriş tümcesinde yer alan, “Övgü, tüm alemlerin (boyutların) Rabbi olan Allah’a özgüdür.” ve bir başka yerde Enam Suresinin 6/164 ayetinde ise, “Her şeyin Rabbi...” biçimindeki anlatımlar, “Rab’lığın” insan dahil varlıkların tümünü kapsayan bir anlam genişliğine sahip olduğunu görüyoruz. Ayrıca ölçü olarak kıyaslandığında, Kur’an’da dokuz yüz yetmiş defa geçen “Rab” sözcüğünün, yüz kırk yedi defa geçen “İlah” sözcüğünün yanında daha geniş bir kullanım alanına sahip olduğu görülmektedir. “İlahlığın” yalnızca yükümlülere ayrılması ister istemez zihinsel, yani yükümlüye özgü diğer varlıklardan ve canlılardan ayıran asıl etmene yönlendirmektedir. Bu ayırım noktası doğal olarak “konuşan canlı” tanımlamasında görülen, insanı diğer canlılardan ayıran akıl yetisidir. Dolayısıyla diğer canlılardan ayıran bu ayrıcalık, insanı “İlahlığın” muhatabı durumuna getirmektedir.

Akıl ve zihin söz konusu olunca ilk akla gelen şey genellikle düşünme yetisidir. İnsanı diğer canlılardan farklı yapan asıl etmen onun düşünebiliyor olmasıdır. Yöntemsel veya düzenli bir düşünce kendi içinde kesinlikle bir mantık ve kurguya sahiptir. Bu kurgu, doğal olarak içerisinde bilme ve bilgilenme çalışmasını da içerir. Mantıkçılar tarafından bunları kapsayan düşünme ve bilme biçimine genellikle “zihinsel tasarım” adı verilir. Bu bağlamdaki zihinsel tasarım bazen bilgi ya da bilgilenme olarak anılır. Bilgi için yapılan tanımlamalar, aslında zihinsel odaklı ve bir bakıma düşüncenin özünü oluşturan olgulardır. En genel kabule göre bilgi, “zihinsel tasarım ve doğrulamayı da kapsayan kavrayıştır”. Bunun yanında daha tümel açıdan, “bilgi, anlamdır” şeklinde de bir tanım bulunmaktadır. İslam tasavvufçusu ve düşünürü Teftazani, bilgi sözcüğünün bir ortak sözcük olduğunu belirttikten sonra genel olarak bilginin, “akılsal bir kavrayış” olarak tanımlanmasında görüş birliği olduğunu ve bu kavrayışın iki biçimde yorumlanabileceğini söyler. İlk yoruma göre, “bilgi, akılda biçimin oluşmasıdır”. Bu tanım gereğince “bilgi, bir şeyin zihindeki resmini” gösterir. Bilgi sözünün odağındaki zihnin çektiği bu resim, terimsel olarak “zihinsel tasarım” diye adlandırılmaktadır. Aklın kavrayışına daha tümel anlamda getirilen ikinci açıklamada, insan bilincinin, bilgi aracılığıyla anlamsal ilişkisine vurgu yapılmış ve “bilgi, bilincin anlama ulaşması” şeklinde tanımlanmıştır. Zihinde biçimin oluşumu, bilincin anlama ulaşmasından sonraki bir süreçte tamamlanmış olacağından, zihinsel tasarım, bilinçte oluşan anlamın tam olarak zihinde yerleşmesi anlamına gelmektedir. Söz konusu iki tanımdan ilkinde bilmenin sonucu olan bilginin niteliğine vurgu yapılırken, ikinci tanımda ise bilgiyi, sonuç veren bir bilme ve bilgilenme çalışmasının içeriğine vurgu yapılmaktadır.

Her doğrulama,  aslında kendisinde öne geçen bazı zihinsel tasarımlara dayanır; sonuçta Kelime-i Tevhidin (Allah’ın Tek’lik Boyutunun) gerçekten bir doğrulama olduğu esas alınırsa bu giriş, aslında “Allah’ın Tek’lik Boyutunu” düşüncenin ve bilginin nesnesi yapmanın bir ön koşulu olarak değerlendirilebilir. Çünkü inancın aslını ve özünü oluşturan bir tümcenin içerdiği kavramların zihinde tasarım biçimi, sonrasında gelen bilinçsel doğrulamanın niteliğini doğrudan belirleyen etkenler arasındadır. “La ilahe illa Allah/İlah yoktur, yalnızca Allah vardır” tümcesinin anlamını kavramak, buna ilişkin zihinde sağlıklı ve doğru bir biçim oluşturmak, bu bağlamda söz ve duyguya bakan boyut yanında, “Tek’lik” bilincinin, bilgi ve heva çizgisinde zihne bakan boyutunun gözardı edilmemesine bağlıdır. “La ilahe illa Allah/İlah yoktur, yalnızca Allah vardır” bilinçsel doğrulama tümcesinin başlangıcı ve zihinsel tasarımı nedir diye sorulduğunda, karşımıza zihinsel tasarımı olarak “İlah” ve “Allah” kavramları çıkmaktadır. Bu iki kavram arasında bilinenden bilinmeyene ilkesinden hareketle, insan zihninin öncelikle bilip anlamaya yöneleceği ilk alan “İlah” kavramıdır. Çünkü zihnin başlangıçta Allah kavramına yönelmesi, kavramın taşıdığı derinlik ve ağırlık gereği kendi içinde birtakım zorluklar taşımaktadır. “La ilahe illa Allah” tümcesi olarak “Allah ilahtır” olumlu biçimi yerine, “İlah yoktur; yalnızca Allah vardır” diye olumsuz bir anlatım biçimi verilmesi, tümceye “Allah” yerine “İlah” sözcüğüyle başlanması, insan zihninin kapasite ve gücünün dikkate alınması olarak yorumlanabilir.

Tarihsel süreçte, “Allah’ın Tek’lik Boyutu” ve zihin arasındaki aranın açılması bir bakıma, kanıtlama ile yok sayma ikilisinden birine duyulan yönelim ve yoğunlaşmayla ilgilidir. Örneğin, “zorunlu kanıtlama” konusuna yönelmek, bir anlamda Allah’ın varlığını ve “Tek’lik” boyutunu temellendirmek anlamına gelirken; öte yandan “İlahları yok sayma” ile, Allah dışındaki ilahları kabul etmeme ve inanmamaya yönelmek başka bir temellendirme biçimidir. Ancak, zorunlu kanıtlamada seçilen yöntem genellikle, akılsal ve düşünsel öncüllerden daha çok aktarım esasına dayalı sözel ve duygusal bir doğrulamayla yapılan olumlama işlevidir. Özellikle halk düzeyinde egemen olan anlayış biçimi, “Var vardır ve varı tartışmaya, sorgulamaya gerek yoktur” biçimindedir. Dolayısıyla, “Allah’ın Tek’lik Boyutu” içinde yer alan kanıtlama olgusu, çoğu zaman yok saymanın önüne geçmektedir.

Bu bakımdan, “Allah’ın Tek’lik Boyutunun” insan için salt sözel bir doğrulamanın ötesinde zihinsel bir sorun olması, her şeyden önce başlangıcı sayılan “yok sayma” ile “ilah” kavramına yönelik zihinsel tasarımla doğrudan ilgilidir. “Allah’ın Tek’lik Boyutunu” bir zihinsel sorun olarak ele alan Nikdevi, kitapçığında konunun aydınlatılması adına önemli belirlemeler yapmaktadır. Kitapçığının başında yazar, Osmanlı İmparatorluğunda bir bilgin olan Mehmet Birgivi’den, “Allah’ın Tek’lik Boyutu” ile ilgili karmaşık ve bağdaşık, açıklamaya gereksinim duyulan bazı sözlerin kendisine sunulduğunu ve bunları açıklamak için kitapçığını yazdığını belirtmektedir. Kitapçığını yazmasına neden olan, “Allah’ın Tek’lik Boyutunu” zihinsel bir sorun olarak çözümleyen ve tanımlayan açıklamaya gerek duyulan sözleri şu şekildedir; “La ilahe illallah, yok sayma ve kanıtlamadır. 1.Yok sayılanın aynısı yoktur; çünkü yok sayma meydana gelen üzerinedir. 2. Kanıtlanan var olandır; çünkü kanıtlama meydana gelen üzerinedir. 3.Yok sayılan, kanıtlanın aynıdır. 4. Kanıtlanan, kanıtlananın aynıdır. 5. Kanıtlayan, yok sayanın aynıdır. 6.Yok sayılan, yok sayılanın aynıdır. Onlar bir iken altı olmuştur. Kim bunu verilen karara göre söylerse o kişi bilmemiştir. Kim de bunu Allah’ın sözündeki neden üzere söylerse kesinlikle o kişi bunu gerçek bir müslüman olarak söylemiştir”.

...

Yorumlar (0)
12
az bulutlu