banner4
04.12.2019, 12:04

IRAK NASIL BU HALLERE DÜŞTÜ? (ESKİZANİ TARİKATI/CEMAATİ)

Sadece bugüne bakarak gelecekte nelerle karşılaşabileceğimizi çok isabetli bir şekilde tartamayız. Gelecekte ne olacağını elbetteki sadece Allah bilir, ancak gerek ferd olarak herbir kişi ve gerekse tüzel kişiler ve hatta devletler, geleceğe ilişkin planlar programlar yaparken geçmişi de bilmeleri ve iş işten geçmeden tüm tedbirleri almaları gerekir. Hele bu konular ülke güvenliği ile ilgili konular ise, muhtemel namert rakiplerin/düşmanların planlarını, stratejilerini/taktiklerini de bilmek ve uyanık olmak şarttır.

Ben bu bakış açısından yola çıkarak, yakın tarihimizde, bölgenin önemli bir ülkesi ve komşumuz olan Irak’ın nasıl kolayca bu hallere düşürüldüğünü analiz etmeye çalışacağım.

Arap ülkeleri içinde Irak, Libya gibi birkaç ülke her zaman birkaç adım önde ve söz sahibi olan ülkeler idi. Aynı zamanda bu ülkeler petrol zengini ülkelerdi ve her 2 ülkenin başında, demir yumrukla ülkelerini yöneten liderleri vardı.

ABD ilk operasyonu İran’a yaptı. Zamanla alt yapısını sinsice oluşturup, adeta ilmek ilmek örerek gerekli her türlü zemini hazırladıktan sonra, Hümeyniyi Paris’ten getirip İran’ın başına geçirdiler ve bunu yaparken de tüm operasyonu dini ve mezhep motifleri üzerine inşa ettiler.

Hümeyni güya hep dini lider olarak lanse edildi ve resmî olarak güya bu statüde kaldı ama, ülkeyi her yönden yöneten aslında bizzat o idi.

Hümeyninin İran’ın başına geçirilmesinden sonra, bu kez mezhepçiliği körükleyerek, komşusu ve yine İran gibi petrol zengini Irak’la savaşa tutuşturdular. Her 2 ülke de Müslüman olmakla birlikte, İran Şii, Irak Sünni idi. İşte 2 ülkeyi savaştırmak İçin mezhep ayrımcılığını kullanarak sinsice birbirlerine karşı kışkırttılar. Ve bunu yani birbiriyle savaşmalarını Humeyni’nin Tahran’a inmesinden (1 Şubat 1979) sadece 20 ay sonra başardılar. Ve İran-Irak savaşı 22 Eylül 1980’de başladı.

8 sene süren İran-Irak savaşının tek kazananı oldu: ABD. Kaybeden ise her 2 ülke, yani İran ve Irak.

ABD bu dönemde İran ve Irak’a sattığı silah/mühimmat bedelinin toplamının birkaç yüz milyar dolar olduğu söylenilir.

İran tarafında da, Irak tarafında da insanlar din için savaştıklarına inandırıldılar ve binlerce insan hayatlarını kaybetti.

8 yıl süren savaşı müteakip, her 2 ülke de harap ve bitap düşmelerine rağmen, petrol zengini ülkeler olmalarının verdiği avantajla yine de erken toparlandılar.

Bu arada ABD İran’da epey kontrol sağlamıştı. Molların ABD düşmanlığı, hatta o dönemde ABD büyükelçiliğinin basılması vs vs falan hep perdeleme hareketleri idi bence. Çünkü Humeyni’yi İran’ın başına geçiren zaten CIA ve MOSSAD idi. ABD karşıtı küçük çaplı sair olaylar ise, İran’ın iç kamuoyu başta olmak üzere, dünya kamuoyunda hedef saptırtmaktan yani “aaa kuşa bak kuşa” taktiğinden başka birşey değildi.

Ancak ABD, İran’da kendi menfaatine sağladığı bu gelişmeleri Irak’ta pek sağlayamamıştı.

Oysa Irak da ele geçirilmek isteniyordu. Bunun esasen ABD açısından bakıldığında 3 ana sebebi vardı: Birincisi petrol/doğalgaz kaynaklarını ve hazinesindeki külliyetli altın ve likid (döviz, tahvil vb) birikimini ele geçirmek. İkincisi, İsrail’in bölgedeki güvenliğini sağlamlaştırmak ve arz-ı mev’ud’a giden yolda bir kaleyi daha teslim almak. Üçüncüsü de, Saddam’ın Arap milliyetçisi anlayışı olması ve bu anlayışla diğer Arap ülkelerinin liderliğine oynaması ve en azından Arapları emperyalist güçlere karşı uyandırma gayretlerinin verdiği rahatsızlık.

ABD yıllar öncesinde (1800’lü yılların başında) Irakta “Kesnizani” isimli olarak kurulmuş olan tarikatı, CIA ve MOSSAD vasıtasıyla kendi kontrolüne geçirerek palazlandırmaya, cilalamaya ve kullanmaya başlamıştı. Bunu yaparken 2 şeyi kullandı: size (kürtlere) müstakil bir devlet kurduracağız vaadleri; 2’ncisi de dini ve mezhepsel hassasiyetleri.

Kesnizani, Süleymaniye vilayetine bağlı Çamçamal bölgesinde mevcut olan kürt aşiretlerindendi. 1800’lü yıllarda bu bölgeye yerleştirildikleri söylenilir.

Irak’ın ABD tarafından işgalinden çok çok önce, İngilizler Irak’ı işgal ettiklerinde (1900’lerin başlarında) tarikatın o zamanki şeyhi Şeyh Abdülkadir, İngilizlere karşı direnmiş ve müritleriyle birlikte silahlı mücadele (cihad) etmiştir. Bunun üzerine İngilizler köylerine saldırıp halkı katletmeye başlayınca, şeyh ve ailesi kaçıp İran’a sığınmış ve vefat ettiği 1919’a kadar İran’da yaşamıştır.

Şeyh Abdülkadir’den sonra yerine Şeyh Hüseyin geçmiş, ve bu şeyh de 1. Dünya Savaşında İngilizlere karşı silahlı mücadele (cihad) etmiştir.  Şeyh Hüseyin’in 1938’de vefatının ardından bu kez onun oğlu şeyh Abdülkerim El-Kesnizani tarikatın başına geçmiştir. Şeyh Abdülkerim 1978’de vefat edince yerine oğlu Şeyh Muhammed El-Kesnizani geçmiştir. İşte Irak’ın işgali sırasında vaadlerle kandırılan ve ABD ile işbirliği yapan da budur.

Tarikatın “Kesnizani” olan ismi de, işte bu sürekli babadan oğula geçerek devam edegelen şeyhlerin lakablarından yada bir bakıma soy isimlerinden gelmektedir. Kesnizani’nin anlamı da “ben birşey bilmiyorum”dur.

Şeyh, Irak’ın işgalinde, ABD’ye karşı konulmaması için fetva vermiş; Ve ele geçirilmiş, evrilmiş, yoldan çıkarılmış, ABD uşağı haline getirilmiş olan bu tarikat sayesinde ABD’nin Irak’ı kolayca işgal etmesi sağlanmıştır.

Şeyh kendisi ve ataları da Kürt idi ve Saddamın kürtlere karşı uyguladığı zalim politikalar da, bu örgütün CIA ve MOSSAD’a yaklaşmasında ve kontrolüne girmesinde oldukça etkili olmuştur. 

Ancak Kürtler, daha doğrusu Eskizani tarikatı ve müridleri, Saddamın zulümlerinden dolayı ABD’nin yanında ve hatta emrinde yer alırken, kendilerine yapılan vaadlere boş yere inanmakta olduklarını, oysa haçlıların hiçbir zaman (özellikle de sünni müslümanlara) yardımcı falan olmayacaklarını, tam tersine kullanıp atacaklarını öngörememişlerdir. Tarih bunun onlarca yüzlerce örnekleriyle doludur.

Zaman içerisinde, tamamen dini duyguları kullanarak ve sömürerek büyüyen daha doğrusu CIA ve MOSSAD tarafından parlatılıp büyütülen bu tarikat/cemaat müridleri arasına, Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in ilk eşi Sacide Hayrullah, oğlu Uday ve yardımcısı İzzet Ed-Düri başta olmak üzere birçok general, akademisyen, bilim adamı, yargı mensubu, bürokrat ve siyasetçi de katıldı.

Öyle ki, Irak’ın Saddam Hüseyin’den sonraki en güçlü 2’nci adamı olarak bilinen İzzet Ed-Duri, Genel Kurmay Başkanı Mareşal Ayat El-Ravi, Genel Askeri İstihbarat Başkanı Mareşal Vefik El-Samati, Hava Kuvvetleri Komutanı Mareşal Hamid Şaban, Cumhuriyet Muhafızları Komutanları, Medine Tümenleri Komutanları, Irak istihbarat örgütü El-Muhaberat gibi çok üst düzey yetkililer şeyhin ayağını öpecek kadar bağlı birer mürit olmuşlardı.

ABD’nin (CIA’nın) ve MOSSAD’ın istediği şekilde herşey yolunda giderken, saddam hüseyinin hiç birşeyden haberi yoktu; ancak tarikatın ve tarikat vasıtasıyla da CIA’nın ve MOSSAD’ın herşeyden ve hem de anında haberi oluyordu.

Kesnizani hareketi zaten, zaman içerisinde CIA ve MOSSAD’ın sinsi planları, taktikleri ve vaadleriyle, bir tarikattan ziyade bir gizli örgüte evrilmişti. Öyleki, örgütte kimse kimseyi tanımaz ve daha çok hiyerarşi içerisinde hiyerarşi olan gizli bir yapılanmaya bürünmüştü. 

ABD’nin İran’a müdahalesi başladığında, Şeyh fetva yayınladı: “Kimse evinden çıkmasın, ABD askerlerine karşı koymasın, hatta yardımcı olsun, aksi davranış büyük günahtır, onlar Irak’a bizim için bizi kurtarmaya geldiler.” 

İddialara göre, bu fetvanın bedeli de  yüklü bir meblağ olarak şeyhe ayrıca ödenmiş, Şeyh de bu paranın önemli bir kısmını tarikatta üst mertebeye yükselmiş müritlerine dağıttırmıştı.

Yani talihsizliğe ve ibrete bakınki, dedeleri İngilizlere karşı silahlı mücadele veren eskizani tarikatının, 2 göbek sonraki torunu olan şeyhi ise CIA-MOSSAD’ın maşası oluyordu.

ABD’nin, işgale başlarken uydurduğu bahanesi de hazırdı: “Irak kimyasal silahlara/kitlesel imha silahlarına sahip ve teröristleri barındırıyor.” Ve 21 Mart 2003’te Irak’ı işgal etti. Ve bu tarihten sadece 1 ay kadar sonra, adeta elini kolunu sallaya sallaya Bağdat’ı da ele geçirdiler.

ABD askerleri Bağdat’a yaklaştıklarında, Irak Devlet Başkan Yardımcısı Taha Yasin Ramazan televizyonda canlı yayına çıkıp, “ABD askerleri Bağdat’a girecekmiş, gelsinler bakalım, onlara çok büyük sürprizimiz var, onları Bağdat’ta perişan edeceğiz” diyordu ama, yaptıkları tüm planların (ellerindeki silahlardan tünellerin krokisine kadar) çoktan CIA ve MOSSAD’ın elinde olduğunu bilmiyordu.

Hele Irak Enformasyon Bakanı Muhammed Said El-Sahaf’ın TV’ler karşısında tüm dünyaya hitaben yaptığı açıklamaları tamamen gülünç duruma düşürüyordu kendisini ve yönetimini. Çünkü işgal sırasında Bakanın eline verilen bilgi notları ve konuşma metinleri tamamen yalan, hayal ürünü ve gerçekle uzaktan yakından alakası olmayan kandırmaca bilgilerdi. ABD ordusunun amacı, Bağdat’taki yönetimi uyandırmadan ve zayiat vermeden Bağdat’ı ele geçirmekti.

Neticede, ABD ordusu doğru dürüst hiçbir zorlukla karşılaşmadan Bağdat’ı da ele geçirdi.

Irakın işgali sırasında, neredeyse ordu hiç direnmedi. Kesnizani tarikatı/örgütü müridi olmayan çok az sayıda askerin direnmesi de bir işe yaramadı. Ne bir savaş uçağı havalandı, ne bir topçu birliği ve ne de bir tank birliği. Hatta savaş uçaklarının bir kısmının çöle gömdürüldüğü sonradan ortaya çıktı.

Özellikle ve sadece başlangıçta, Irak’ın güneyinde (kısa bir süre) ciddi bir direnç olsa da, şeyhin fetvası gelince bu bölgede de direnmekten ve ABD ile savaşmaktan vazgeçildi. Zaten bu direnç de ilk ve sondu.

Irak tamamen ele geçirilince, bu suretle bölgede aynı zamanda İsrail’in güvenliği de artırılmış oldu, çünkü düşmanlardan birisi yok edildi.

Bağdat’ın ve dolayısıyla Irak’ın ele geçirilmesinin hemen akabinde, ülkenin dört bir tarafında katliamlara, tecavüzlere başladılar. Bütün muhalifleri sessizce ve sinsice katlettiler. Bir taraftan da petrol kuyularına, merkez bankası rezervlerine, döviz altın ne varsa el koyup ülkelerine aktardılar. Buyurun size Haçlı adaleti.

ABD’nin Irak’ın işgali öncesinde, hem Kürtlere, hem Şiilere ve hem de Sünnilere ayrı ayrı devlet kurmak sözü vardı.

Kuzey Irak’ta güya özerk bir Kürt devleti kuruldu. Ama nasıl bir Kürt devleti ise, barzanilerin yahudi kökenli olmasının yanısıra, ABD’nin kuklası oldular. Kürt devletinden ziyade, yahudi-ermeni ağırlıklı ama görünüşte güya kürt devleti idi. Ve herkes bilmektedir ki, Barzani ailesi bu toprakları ileride İsrail’e teslim etmek üzere emanetçidirler. Ama bu asla dillendirilmez. 

Aradan geçen yaklaşık 20 sene sonra, Irak’ın şimdiki genel durumu ise herkesin malumu. Yani varlık içinde yokluk yaşayan, içler acısı bir ülke. Olan, masum halka oldu yani.

Irak’ın petrolü de, hazinesindeki döviz ve altınları da, hepsi ABD ve İsrail hazinesine aktarıldı. Ayrıca binlerce/yüzbinlerce insan öldü, milyonlarca insan halen daha mağdur, binlerce kadın/kız tecavüze uğradı.

Bağdat’ın ele geçirilmesinin hemen akabinde, o gün ABD’li askerlerin gözetiminde ve sinsi gülüşleri nezaretinde Saddam’ın heykelini yıkanlardan birisi olan ve TV’lerde günlerce gösterilen Irak’lı bir şahsın çok büyük pişmanlıkları ve itirafları uzun süre YouTubeda yer aldı. Ama son pişmanlık tabiki hiçbir işe yaramazdı.

Yakın tarihlere kadar gazetelerde Irak’ta renkli gözlü çocuklardan bahsedildiği de bir ibret vesikasıdır. Renkli gözlü bu çocukların babalarının işgalci ABD askerleri olduğu, kürtaj imkanı bulamayan yada kürtaj günah diye çocukları doğuran o kadınların ruh haletlerini anlatacak kelime varmıdır? Irak’ın demografik yapısını da bozdular.

Kuzey Irak’ta Türkmen topraklarında kurdurulan ve Irak’ta petrolün yoğun olarak bulunduğu Süleymaniye, Erbil, Kerkük ve Musul’da defalarca operasyon yapıldı. En az 4-5 asırdan beridir Türkmen kentleri olan bu kentlerde, Tapu ve Nüfus daireleri, arşivleri, kayıtları yakılarak yok edildi, yani geride hukuki bir iz, yazılı bir belge, kayıt bırakılmadı. Türkmen liderleri öldürüldü. Türkmenler göçe zorlandı ve dağıtıldı. Kalanlar ise etkisizleştirildi, korkutuldu, susturuldu. Demografik yapı epeyce değiştirildi. 

Şu anda değilse bile, en çok 30-40 seneye kadar (kamu dünya hafızası tamamen kaybolduğu zaman) artık oralar tamamen ele geçirilmiş olacak. Ve bir zamanlar (tam 5 asırdan beri) Türkmen kentleri olduğuna maalesef artık kimse inanmayacak bile.

Zaten tapu ve nüfus idarelerinin kayıtlarının ve arşivlerinin yakılması da, bu uzun vadeli amaç ve planların bir parçasıydı.

Tüm bu operasyonlar, kuzu postuna bürünmüş CIA-MOSSAD uşağı Barzani ailesi/yönetimi vasıtasıyla yapıldı.

ABD, Irak’a işgal operasyonlarını Kürt Kesnizani tarikatını kullanarak yaptı, devamındaki operasyonları da Kürt olduklarını söyleyen ama esasen yahudi kökenli olan Barzanilere yaptırıyorlar. 

Ancak, nasıl ki şu anda Kesnizani tarikatının adı-sanı-esamesi okunmuyorsa yani kullandılar, işleri bitti ve attılar ise; işleri bitince Barzanileri de kullanıp atacaklar. Unutmayalım ki bunlar CIA-MOSSAD’ın emanetçileridirler.

Kesnizani isimli tarikatın/örgütün örgütlenme biçimi ve sonrasında yaptıklarına ve ülkelerine ihanet hareketlerine bakınca, sizin de aklınıza direk fetö terör örgütü gelmiyor mu?

Örgüt (fetö) ele başısının “Haçlıların ülkenizi işgal etmesi çok tehlikeli değildir, onlar esasen karınıza kızınıza el sürmezler, mabedinize ilişmezler” diyerek (bunu halen daha kendi ağzından YouTubedan bulup dinleyebilirsiniz) kendi ağzından aynen bu şekilde çıkan sözleri ne kadar da (müritlerini ikna ve haçlıların işini kolaylaştırmak amaçlı) şerefsiz, hain, kalleşçe, yalan ve alçakça bir beyan ve fetva olduğunu ve şimdi bu şerefsizce beyanın hatta bir bakıma fetvasının amacını daha iyi anlıyormuyuz? 

Haçlıları Irak’ta ve Suriye’de gördük. Bırakın namusa şerefe dokunmamalarını, daha beterlerini yaptılar. Önce kendileri kadınlara tecavüz ettiler. O zavallı kadınların/kızların birçoğu istemeyerek tecavüzcülerinin çocuklarını doğurdular. Ne acı değil mi? Kadınları, kızları pazarlarda köle olarak sattırdılar. 

Oysa, bu haçlıların söylemleri: (güya) Irak’a demokrasi götürmek idi.

Tüm bunlardan, ayrı ayrı çıkarılacak çok dersler var.

Neticede görülmüş ve anlaşılmıştır ki, bir ülkeyi en kolay ele geçirmenin yolu, dini duyguları kullanmaktır. 

Dini duygular merkezinde bir tarikat/cemaat/örgüt/parti kurarsınız ve hiç acele etmeden bunu uzun yıllar içerisinde besler büyütürsünüz. Önce liderini cazip vaadlerle, parayla pulla, bağımsızlık vermek devlet kurdurmak vaadiyle, vs vs yanınıza çekersiniz; sonra da masum ama bilinçsiz (özellikle de yönetimde, yargıda, askeriyede, bürokraside, siyasette, akademide, tıpta/mühendislikte/üretimde etkili) halkı da yanınıza aldınız mı alt yapı tamamen hazırdır. Geriye sadece, mevcut yönetimi halkın gözünden düşürecek işlemler kalmıştır. Bunu da başarırsanız ülke tamamen işgale hazır hale gelmiştir.

Beyinlerini tarikate/cemaate/örgüte/partiye teslim etmiş insanları ikna etmek için uğraşmaya gerek yoktur. Tarikat/Cemaat/örgüt/parti liderini ikna etmeniz ve bu satılmış örgüt liderinin bir fetva vermesi yeter de artar bile. Düşmanın istediği de budur, yani örgüt liderinin ikna edilmesi işi bitirir. 

Kabul edelim ki, bizim toplumumuz da dini konularda maalesef yeterince bilgili ve bilinçli değil. Hal böyle olunca da, dini hassasiyetleri kullanarak yapılacak her türlü sinsi operasyonlara (az da olsa) açık haldeyiz.

Bizim insanımızın da, masumane dini duygularını kullanılarak aynı tuzaklara düşürülmemesi için, bir taraftan objektif dini bilgiler ve vatandaşlık bilinci bilgileri okullarda ve televizyonlarda verilmeli, bir taraftan da tüm dini örgütlenmeler/cemaatler mutlaka ve bir an önce denetim altına alınmalıdır. Özellikle yönetim kademeleri adım adım takip edilmelidir. 

Bu dini eğitimler/bilgilendirmeler yapılırken Irak’ın işgali ve bu işgalde Kesnizani tarikatının/örgütünün rolü mutlaka örnek olay olarak anlatılmalıdır.

Benim kanaatim odur ki, cemaatlerde/tarikatlarda eğer varsa veya ileride olacaksa bir ihanet, bunun en baştaki sebebi tarikat/cemaat liderinin ve yönetim kadrosunun sorgulanamaması ve ağzından çıkan talimatların (hiç muhakeme etmeden) yerine getirilmesi inanışıdır. Yani daha alt kademedeki herkes, tahsili, ünvanı, görevi, zenginliği/fakirliği, yaşı, tecrübesi, sosyal statüsü vs vs ne olursa olsun emre kayıtsız şartsız uymaktadır. Bu husus her daim potansiyel risk taşımaktadır. Çünkü beyinler, akıl, mantık ve muhakeme yetileri artık kendisinde değil, örgüt liderindedir; ve ilaveten daha da vahim olanı, kişi bunun farkında değildir.

Hali hazırda bir kısım cemaatler/tarikatlar gerçekten tamamen iyi niyetle ve Allah rızası için hizmet ediyor olsalar bile, ileride cemaat/tarikat lideri değiştiğinde vs, ülkemiz/milletimiz aleyhine kandırılıp kullanılmayacağının garantisi yoktur. Çünkü sinsi düşman asla boş durmayacaktır. Buna en güzel örnek, yukarıda tarihsel gelişim ve dönüşüm sürecini anlattığımız Kesnizani cemaati/tarikatıdır.

Bu nedenle bütün tarikat ve cemaatlerin yönetim kadroları, devletimiz birimleri tarafından 7/24 izlenmelidir. İzleyenlerin de tarikat/cemaat mensubu/sempatizanı olmaması gerektiğini söylemeye de herhalde hacet yoktur.

Masum ama bilinçsiz ve yeterli objektif dini bilgilere sahip olmayan sıradan dindar insanları bile parayla pulla vb şeylerle belki kandıramazsınız, ikna edemezsiniz belki ama, dini duygularını kullanarak çok rahat kandırırsınız, ikna edersiniz. Hele bir de tarikat/cemaat şeklinde bir örgütlü toplum var ise, tarikat/cemaat liderini ikna ettiğinizde tüm mensuplarını ikna etmiş olursunuz. Bu durum, sinsi düşmanlar için aranıp da bulunamayacak kadar çok önemli bir zemin ve fırsattır.

Milletimizin birlik beraberliği, feraseti, aklı mantığı, keskin zekası ve öngörüsü çok kuvvetli olsa da, doğru ve objektif dini bilgilerle bilgilendirilmesi, bunun yanında televizyonlarda fetö, eskizani, Boko Haram, deaş gibi güya İslami geçinen ama esasında CIA-MOSSAD maşası olan tüm örgütlerin (yaşanmış örnek olaylar olarak) televizyonlarda kamu spotu şeklinde, okullarda da müstakil bir ders olarak zaman zaman anlatılması ve ilaveten okullarda vatandaşlık veya bilinçli yurttaşlık bilgisi gibi isimlendirilebilecek resmî dersler konulması önemli ve gereklidir.

Selam, saygı ve dua ile!..

Yorumlar (2)
Mehmet Şahin 4 yıl önce
Barzani’lerin kökeni konusunda, California Üniversitesi (UCLA) görev yapan Prof. Yona Sabar’ın “The Folk Literature of The Kudistani Jews: An Antology” (Kürdistan Yahudilerinin Halk Edebiyatı: Antoloji) adlı kitabı tüm dünyada kaynak olarak kabul edilen bir çalışma ve yayındır. Gerek bu kitapla ilgili ve gerekse,
Uğur Mumcu’nun 7 Ocak 1993 tarihli Cumhuriyet Gazetesindeki yazısı ve dayanaklarını,
İnternetten bulup bakabilirsiniz.

Kesnizani tarikatı ile ilgili ise, gerek Google’da ve gerekse YouTubeda onlarca görüntü, anlatım, çalışma ve haber mevcut. Ve hiçbirisi tekzip edilmemiş.

Öte yandan, ben detaylı bir araştırma neticesinde bu yazımı kaleme aldım. Amacım şunu veya bunu itham etmek değil, durum tespiti yapmak ve bir kamuoyu bilgisi ve bilinci oluşmasına katkı sağlamaktır.
Okurlarımın bilgilerine arz ediyorum.
Memun Sekin 4 yıl önce
Irakta yaşananları ve sonuçlarını bir şeyhin fetvasına bağlamak ve Barzani ailesini yahudi kökenli ilan etmek yazarın Irak konusunda eksik bilgiye sahip olduğunu düşünüyorum.
12
az bulutlu