banner4
13.04.2020, 11:46

İMAN

Sadece insanın değil tüm mevcudatın varoluş sebebidir İman…insan dışında kalanlar imana birer vesile cihetiyle var edilmiştir. Adem ve Havva’dan genetik bir miras gibi bir gereklilik olarak aktarılmıştır ruhlarımıza. Bu yüzden Jung, imanın insan ruhunun derinliklerinde sanki kâğıt üzerine tabedilmiş yazı gibi var olduğunu ve bu yüzden inancın bir ruhsal gereklilik arzettiğini savunarak imana ontolojik bir temel gösterir.

Emin olmaktır iman. Kendinden ve kendini var edenden, varoluş amacından emin olmak. Bu hissiyatın vermiş olduğu cesaretle dünya namına hiçbir kaygı ve korku duymamak. Ancak elbette ki bu, Gazzâlî’nin düşünceleri arasında Batı’ya geçip Pascal ile devam eden süreç ile şekillenen pragmatik bir gereklilikten öte, varlığın tek sahibine tam anlamıyla bir teslimiyeti ifade eder. Ve ancak bu teslimiyete dahil olanlar “Müslüman” sıfatını taşımaya hak kazanırlar.

Ve Müslümanlık, Ah Müslümanlık!... kanatları kırık, sinesi yaralı beyaz güvercin. Sevginin, merhametin, hoşgörünün ve barışın alamet-i farikası. Kulu ilmel yakin den Hakkel yakine götüren, imanın sırat köprüsü. Meziyetleri saymakla bitmez. Ama yazık ki Müslümanlık hakkında yazdıklarım ne kadar kişiye garip ve anlamsız geliyorsa işte o kadar kırılmıştır kanatları, o kadar örselenmiş. Bu durumun sebebi ise cüzdanda taşınan bir kelimenin akılda, yürekte ve vicdanda taşınamamasıdır yazık ki. Bu ise daha korkuç bir şüpheyi, yani “emin olmama” ihtimalini akıllara getirmektedir mazallah.

İhtimalin gerçek olmasının neticesi derin bir kaygı ve dolayısıyla bu kaygıyı gidermeye yönelik disipline edilmemiş ben merkezli faaliyetler olarak zuhur etmektedir. Bu ise toplumsal bütünlüğün en büyük düşmanı olarak karşımıza çıkmakta.

Bana göre Müslüman bu gün, cahiliyeden beridir belkide en büyük sınavını vermektedir. Zira (sözde) Müslümanın o en çok arkasına sığındığı mazereti olan haçlısından tutunda yahudisine kadar Müslümana zulmetmek ve Müslümanlığı yok etmek niyetinde oldukları hararetle iddia edilen kim varsa hepsini aynı ortak düşman etkisiz bırakmış durumdadır..Tıpkı ahirette mahşer yeri gibi, Müslüman artık dünyada kendi amellerinin sonuçlarıyla başbaşadır.Ve kendisinden başka suçlayacak başka kimse de kalmamıştır. Bu gün Müslümanlar arasında doğru ile yanlışın, sahtekar ile samiminin, gerçek iyi ile kötünün dahi ayrılacağı bir dönemdir.

Ve bu gün İnananlar için temel soru şudur bence; İyilerin duası kötüleri kurtaracak mıdır? Yada kurtarmalı mıdır? Zira bu virüs iyi kötü ayrımı yapmamaktadır. Ama imanlarında samimi olanların yaşantıları, doğal ve mütemadi bir koruma alanı oluşturmaktadır virüse karşı. Bu kesindir. Nedir bunlar?; En başta kişisel ve çevre temizliği, güzel ahlak, toplum menfaatlerini şahsi menfaatlerden üstün tutma zihniyeti, fedakarlık... Bu alanı tehdit eden ise doğrudan virüsün kendisi değil, imanına uygun yaşamayanların (inancında samimi olmayanların,sahtekarların) pervasız davranışları. Toplumun geneli ile birlikte hareket etmesi gerekirken bencilce hareket etmeleridir. Onların bu tavrı aslında, bir kaç paragraf önce bahsetmiş olduğum “emin olmama” halinin neticelerinin tezahürüdür.

Aynı şekilde bu neticeyi bize gösteren bir etken de klasik kadercilik anlayışı ve bu anlayışın olumsuz bir yansıması olarak boşvermişlik durumudur. “Her şey olacağına varır” yada “yazılan neyse o yaşanır,” “tedbir takdiri bozmaz”.. şeklindeki örnekleri çoğaltabiliriz.

Kadim zamanlardan bu yana din üzerinden toplumları yönetmek isteyenlerin kendi hatalarını örtmek için kullanmak üzere icad etmiş oldukları bir araçtan başka bir şey değildir klasik kadercilik mantığı. Zira karşı gelinemez, hesap sorulamaz tek güç Yüce yaratıcıdır. Beşeri başarısızlıkları O’nun yazgısına bağlamak en kolay ve etkili sorumluluktan kurtulma yöntemidir. Temelde bu mantık Kur’an a, insanın yaratılış gayesi ve mantığına da aykırıdır. Öyle ya: Madem ömrün her anı önceden planlanmış ve yaşanılacak herşey önceden belirlenmiş, öyle ise imtahanın gereği nedir.? Ya da bu mantığa göre insanların günahları gerçekte kendilerine mi aittir.? “İnsanın iradesi var ve kendi iradesi ile hareket ediyor” deniliyor. Peki cüzi irade, külli iradenin önceden belirlediği şartları değiştirmeye muktedir olabilir mi?.Ya da O’nun bilinçaltımıza yerleştirdiği yaşantı kaydımızı fiiliyata dökerken bu fiiliyatı kendimize ait olarak mı biliyoruz acaba? Görüleceği üzere klasik kadercilik mantığının tatminkar bir cevap sunamayacağı onlarca soru üretmek mümkündür..

Oysa ki Kader: “İnsanın kendi iradesi sonucu ortaya koymuş olduğu hal ve davranışların, neticeleri bakımından kendisini ve kendisi dışındaki diğer varlıkları etkilemesi” olarak tanımlandığında kendi içinde ve aynı zamanda Kur’an mantığıyla tutarlı bir anlam kazanır. Yani kişi iyi ya da kötü ye niyetini filliyata döktüğü anda neticesi o filliyat ile doğrudan ya da dolaylı yoldan ilişkili olan herkesin kaderi olur. Durumun böyle olması ise Allah’ın ilminden ve kudretinden hiçbir şey eksiltmez.

Bu tanımdan sonra gelelim asıl meseleye;

Mademki kendi irademizle yaptıklarımız hem kendimizi hemde çevremizdeki diğer insanların kaderlerini oluşturmakta/belirlemekte/değiştirmektedir, öyle ise içinde yaşadığımız toplumun her bir bireyine karşı mevcut ve müstakbel eylemlerimiz sebebiyle sorumlu olmamız da kaçınılmazdır. İşte bu sebepten dolayı şayet bir toplumda, birlikte yaşıyorsak yaşadığımız hayatı sadece kendimiz için yaşama lüksümüz yoktur. Başka bir değişle “bu hayat benim, nasıl istersem öyle yaşarım deme şansımız yoktur”

Dünyanın geri kalanı ile birlikte biz de Ülke ve Millet olarak çetin bir sınavdan geçiyoruz. Çok sınavlar geçirdik, çok badireler atlattık. Fakat bu sınavın önceki sınavlardan önemli bir farkı var. O da: karşı karşıya olduğumuz müsibetin hiç bir ülkeye ve kimseye iltimas geçmiyor oluşu, Yani eşit şartlardayız. Bu bakımdan mazeretimiz de yok. Hatta her fırsatta halkının %99’unun Müslüman olduğu iddia edilen bir ülke olarak kendi Ülkemizin, Müslümanlığın bize sağlamış olduğu beşeri ve sosyal hayata dair nitelikler sebebiyle bir kaç adım önde olması icab eder. Elbette kimliğimizle övündüğümüz kadar bu kimliğe layık olarak yaşayabiliyorsak!... İşte biz bu süreçte en çok inancımızın imtihanını vereceğiz.

Unutmamak gerekir ki Dua: Rahmeti Bahşedecek Olan’a layık, ikaz ve emirlerine uygun olarak yaşayanların nasibidir. Kitap’ta kurallar yazılmış ve Rehber yolu göstermiş…Sırat-ı mustakim’i görmezden gelerek günü kurtarmaya çalışan zihniyette samimiyetsiz yalvarmanın kimseye bir faydası olmayacaktır. Aslolan fiili duayı kalıcı hale getirmektir.

Bu sebeple, ya şahsi bekamızın hayrı için bile, ancak toplum menfaatlerinin ali tutulması gerektiğine kani olup, bencillikliermizi bir kenara bırakarak bu müsibetten de birlikte hareket ederek / hepberaber ve daha güçlü olarak selamete çıkacağız. Ya da aynı gemide ayrı taraflara kürek çeken insanlar gibi külliyen batıp helak olacağız.

Soru ve sorun açık, yol ve yöntem belli, defter kitap serbest.

Sınavımızda Allah Yar ve Yardımcımız Olsun.

Hürmetlerimle.

Yorumlar (2)
Memun Sekin 4 yıl önce
Gerçekten hepimiz için tam bir sınav.Sınavı geçme adına hepimize büyük sorumluluklar düşüyor.Elinize sağlık herkes payına düşeni ala bari...
Taner Alparslan 4 yıl önce
Duamız bu yönde. Teşekkürler ederim
12
az bulutlu