banner4
26.02.2020, 09:14

GERİSİ HİKAYE

Siyasal İslam bitti.

Abdullah Gül çok ses getiren röportajında böyle söyledi.

Yeni parti kuran Ahmet Davudoğlu da siyasal islamcı bir paradigmadan yana.

Dolayısıyla bir kaç senedir tartışılan bu konu yeniden alevlendi.

Özetle; İslamın bir devlet sistemi önermediği, siyasetin bir aracı olamayacağı düşüncesine doğru giden tartışmanın içerisindeyiz.

İslam kendisine bir şey eklendiğinde veya bir şey çıkarıldığında artık o, İslam olmaktan çıkmıştır.

Tevrat, Zebur ve İncil tahrif edilince(ekleme ve çıkarma) asla değişmeyeceği kesin olan Kur’an nazil oldu.

Kur’anın muhafazası meselesi bir sorun olmasa da yorumlanması ve Kur’an adına çelişkili pratiklerin tarihte nasıl bir yanlışlığa, adaletsizliğe ve zulme dönüştüğünün trajik  örnekleri mevcut.

Diğer yandan olabildiğince güzel uygulamalar mevcut ve insanlığın huzurla  ve rahat bir nefes alarak yaşadığı zamanlara denk düşüyor.

Bu meseleler son bir kaç senedir üzerinde okuduğumuz ve düşündüğümüz konular.

Şimdilik, İslamın bir devlet sistemi bir siyasal sistem kurmaktan ve önermekten ziyade eşrefi mahlukat olan “insan”ın nasıl inşa edileceğini nasıl yaşayacağını ortaya koyan bir din olduğu kanaatindeyiz.

Din kelimesi  “medeniyet” anlamına da gelmektedir.

İnsanın yaşama klavuzu olan Kurân ve onun din olarak adı İslâm tarif ettiği insanı aklıyla hareket etme konusunda destekliyor.

İşte bu insanın nasıl bir medeniyet kuracağını belirleyecek olan, zamanın, coğrafyanın, toplumun şartları  belirleyecektir.

Devlet sistemi, siyasal sistem, egemenliğin belirlenmesi ve sürecin işlemesi ve diğer tali konular  bu genel yaklaşım üzerinden belirlenmelidir.

Örneğin, dindarların iktidarı, muhafazakar anlayış gibi konular din açısından yozlaşmaya açık anlayışlardır.

Objektifliği oradan kaldırmaya, adaletin tecellisinde zorlamaya sebep olacak evrilmeler gösterir.

Sorulması gereken sorulardan biri de şudur.

İslam Ahirete yeniden dirilmeye imanı gerektirir. Bir hesap gününün hayatın muhasebesinin olduğuna inanmayı ister.

Şimdi devlet yöneticilerinin müslüman olduğu bir demokratik parlementer veya ne derseniz deyin sistemde bu inançlarının etkisi ne olacaktır.

Ahirete inanan bir Cumhurbaşkanı, Başbakan veya Belediye başkanı bu inanacı nedeniyle demokrasiye veya devlet yönetim sistemine karşı tutumu ahirete inanamayan bir yöneticiye göre nasıl şekil alacaktır.

Beşeri sistemlerde insan günah işleyen bir varlık değildir olsa olsa suç işler. Suçunu örtbas edebildiği ve yakalanmadığı sürece bir sorun kalmayacaktır. Peki müslüman için öyle mi ya?

Müslüman kendisini her an gören duyan yaptıklarını bilen ve en önemlisi gönüllerinde olandan bile haberdar olan Allah’a iman ediyorken kanunun suç gördüğünün bile ötesinde bir mesuliyetle davranmayacak mıdır?

Bütün İslam Dünyası diyebileceğimiz coğrafya temelde bu sorunu yaşamaktadır.

Biz ülkemizden örneklerle konumuza devam edelim.

Demokrasimiz ve devlet rejimimiz baştan beri müslümanlar tarafından yönetilseydi acaba ne olurdu? bu soruyu şöyle bir düşünmenizi öneririm.

Bir müslüman olarak zoruma giderek söyleyeyim mi? 

Daha kötü olmayabilirdik.

Hani Amerika, Almanya da yaşayan müslümanlar gibi bir durumda mı olurduk acaba?

Peki  Cumhuriyetimizin başından beri kendilerini müslüman olarak bildiklerimiz tarafından yönetildik vardığımız nokta neresidir?

Hatta son yirmi senedir üzerine kendilerini muhafazakar/dindar olarak ilan edenler tarafından yönetiliyoruz. Bu tecrübe bize ne kattı, değişen ne oldu?

Hatta bu anlayışın önde gelenlerinin tartışması üzerinden bu yazı sebep buldu.

Dindarların muhalefeti, adalet talepleri, insan hak ve hürriyeti konusundaki düşünceleri, adil bölüşüm heyecanları iktidar sürecinde nasıl bir değişikliğe uğradı?

Hem dünyamızdan hem ahiretimizden olduk endişesi taşıyanlar var mıdır?

Peki bu yozlaşmada sebep sadece dindarların kendi arzu ve heveslerine direnemedikleri mi meselesi midir?

Yoksa baştan yanlışı doğru yaşamak konusundaki çelişkileri mi?

Doğrusu insan kendi tarifi konusunda ne kadar da bencildir.

Abdullah Gül itibarını ve saltanatını sürdüğü siyasal islamcılığı bir kenara atıvermiş.

“Yan çizmek” kavramı var. Abdullah Gül ve siyasal Islamcılığın baskın karakterini ifade eder.

Siayasal islam bitti diyen Sayın Gül, bu tavrıyla siyasal islamcı tavrını devam ettirmektedir.

Karşısında daha samimi davranan Sayın Davudoğlu ise, zihinsel yüceliğinin komik bir pratiğinin şaşmaz gayretlisi olarak yoluna devam edecektir.

Sayın Erdoğan’ın pragmatik cesaretinden ve hesapsız samimiyetinden  yürüyeceği kadar ki süre sonrasına kadar neler olur kim bilir?

İmam-i Azam, Beyazit-i Bestamı, Şemsi Tebrizi, Fatih Sultan Mehmet veya Alparslan hadi kesin şart Hz.Ömer ile bu akşam sohbet ediyormuş gibi düşünsünler ve yarın yine konuşsunlar diyeceğim geliyor.

Sistemimiz nedir sorusuna bakmadan bir tane İbrahim Ethem bulun, uçursun sizi. Adamlık görün, adam gibi bir memleketiniz olsun.

Gerisi hikaye. Hikayelerimizi de yazarız.

Yorumlar (4)
Abdulkadir Şahin 4 yıl önce
yeni şeyler söylemek lazım tecrübelerden faydalanarak ama yeni yüzlerle
Uğur Kurtulan 4 yıl önce
Nifak hayat bulunca ağızlar bavul olur. Harika ve vicdani tespitler gene Sn Başkandan geldi. Sağolsun
Dr. Hüseyin ASLAN 4 yıl önce
Hüseyin bey gerçekten güzel bir yazı kaleme almışsınız. Herkez kendine düseni alsın kaleminize Allah kuvvet versin
İrfan 4 yıl önce
Dinimizi yaşamamamız veya bilmedigimiz için yaşadığımızı sanmamız değil midir Marx'a "Din halkın afyonudur" sözünü söyleten... Siyaset genel olarak dinin ve bu bağlamda ki değerlerin "birleştir ve yönet" özelliğini kullanmaktan öteye giderse başka faydalarını da görecektir..
12
az bulutlu