banner4
10.07.2020, 10:41

GEÇMİŞE ŞÜKRAN DUYAN DÜŞÜNÜR: KİNDİ

İslam felsefesinin ilk büyük düşünürü olan Kindi (801-866), felsefeyi “insan sanatlarının en üstünü ve en değerlisi” ve felsefenin görevini de "insanın gücü ölçüsünde, varlığın hakikatini bilmesi” şeklinde tanımlar.

Kindi, Bağdat’ta yaşamıştır. Kütüphane kuran Kindi, halife Me’mun’un takdirini kazanmıştır.O, matematiğin kavranmasını, soyut bir bilim olan metafiziği kavramak için ön şart saymıştır.Kindi’ye göre aritmetik, geometri, astronomi ve musikiden oluşan matematik ilimlerini bilmeyen bir kimse, felsefeyi öğrenemez.Eski yunan anlayışları gibi Kindi’de “1”in bölünemez olduğundan sayı değil, sayıların ilkesidir. Sayıların 2’den başladığını savunur. Platon’n “ideası”, Kindi de “cevhere” dönüşür ve cevher kavramı “her gerçekliğin altında yatan gerçeklik” olur.İslam düşünürü, bilgiyi “varlığın hakikatini bilme” ve “sarsılmayan görüş” olarak tanımlar. Bilginin kaynağı konusunda duyuyu, aklı, sezgiyi ve vahyi kavramlaştırmıştır.Kindi felsefeyi, “en değerli uğraş ve sanat” olarak görecektir. En çok “İlk Felsefe” üzerinde duran Kindi, ahlakın da felsefenin en temel konularından biri olduğunu belirtir.

“İlk Felsefe Üzerine” kitabında, geçmiş kadim filozoflardan övgüyle söz eden Kindi, felsefenin “birikerek ilerlediğini” söyleyecektir. Filozofa düşen, hakikatin nereden geldiğinin ve kim tarafından söylendiğinin önemi olmaksızın, onu minnetle karşılamaktır. Onun ilmini değerli kılan husus, bilgiye olan ihtiyacı herkesten alma isteğidir. Bu noktada taassuba/bağnazlığa düşmez:

“Hak bilirliğin gereği olarak bize düşen, hakiki ve ciddi konularda kendilerinden büyük ölçüde yararlandıklarımız şöyle dursun, basit ve küçük ölçüde yararlandıklarımızı dahi karalamamaktır. Her ne kadar bazı gerçekleri görememişlerse de bize intikal eden düşünce ürünleriyle onlar, bizim atamız ve ortağımız sayılırlar. O ürünler bize, onların hakikatine eremedikleri birçok bilgiye ulaşmak için bir yol ve bir araç olmuştur.

Özellikle şu husus bizce ve dilimizi konuşmayan bizden önceki seçkin felsefecilerce çok iyi bilinmektedir ki, ne bir kişi ne de bir topluluk kendi çabasıyla gerçeği tam olarak kuşatabilmiştir. Çabaları sonucunda bunlar ya gerçek adına bir şey elde edememişler ya da gerçekle kıyaslanınca çok az şey elde edebilmişlerdir. Fakat her birinin gerçek adına elde ettiği o azıcık bilgiler bir araya toplanınca, büyük bir değer oluşturmuştur. O halde, bize gerçeği büyük ölçüde getirenler bir yana, onu azıcık olarak ulaştıranlara da şükür borcumuz büyük olmalı…

Çünkü onlar kendi düşünce ürünlerine bizleri ortak ettiler ve sundukları mantıki önermelerle gizli gerçeklere ulaşmanın yollarını kolaylaşırdılar. Onlar olmasaydı, bu kadar yoğun çalışmamıza rağmen, doğru önermelerden hareketle sonucu çıkarıp, bilinmeyene ulaşmamız mümkün olmazdı. İşte bu birikim, geçmiş yüzyıllardan beri zamanımıza kadar süregelen yoğun ve yorucu çalışmaların bir sonucudur.

Felsefede, Yunanlıların seçkin kişisi olan Aristoteles, bu konuda ne güzel söylemiştir. Der ki: ‘Bize gerçek adına bir şey getirenler bir yana, onların atalarına da teşekkür etmeliyiz. Çünkü onlar bunların varlık sebebi, bunlar da bizim gerçeğe ulaşmamızın sebebidirler...’

Nereden gelirse gelsin, isterse bize uzak ve karşıt milletlerden gelsin, gerçeğin güzelliğini benimsemekten ve ona sahip olmaktan utanmamalıyız… Çünkü gerçeği arayan için gerçekten daha değerli bir şey yoktur. O halde, gerçeği eksik görmek ve onu söyleyeni ve getireni küçümsemek yakışık almaz. Hiç kimse gerçeği küçümsemez, tersine herkes ondan şeref duyar!..”

Yorumlar (0)
12
az bulutlu