banner4
14.03.2022, 12:06

DR. TARIK NUSRET

Hem 14 Mart Tıp Bayramı olması, hem Doktorlarımızın özlük haklarında iyileştirme taleplerinin yanında, kendilerine münferiden de olsa kimi zaman yapılan fiziki veya psikolojik şiddete karşı daha caydırıcı tedbir alınması yolundaki haklı talepleri ve hem de yurt dışına gidişlerinin konuşulduğu bir dönemde, 18 Mart Çanakkale Zaferimizin Yıl Dönümü yaklaşırken, muhteşem bir vatan evladı Doktorumuzu yazmak istedim: Dr. Nusret Bey’i.

Çanakkale Savaşı ve atalarımızın 7 düvele karşı yokluklar içerisinde kazandığı zafer hepimiz için göğsümüzü kabartıcı olduğu gibi, dünya savaş tarihinde de öncesi, sonrası, tarafları, tarafların imkanları ve içinde bulunduğu şartları gibi her yönüyle örnek olan ve savaş tarihlerinde okutulan savaşlardan birisidir.

Çanakkale Savaşının en üst komuta kademesinden rütbesiz askerine, cephe gerisinde görev yapanından cepheye silah mühimmat taşıyanlara, kıyafet ve yiyecek tedarik ederek gönderenlerden, evladına seni bugünler için doğurdum büyüttüm vatana borcunu öde diyerek daha bıyığı terlememiş evlatlarını cepheye uğurlayan analarımıza kadar, bu vatanın fedakar ve cefakar evlatlarından bilinen bilinmeyen bir çok kahramanları vardır.

Azınlıklar mallarına mal katıp daha da zenginleşirken, bu vatanın has evlatları cephelerde aç susuz savaşmışlar, sağ kalıp geri dönebilen bir avuç vatan evladı da daha sonra o azınlıkların yanında işçi olarak çalışmak zorunda kalmışlardır. Maalesef yaşanan gerçekler bunlardır. 

Bu kahramanlardan biri de, cephede, ancak cephenin hemen gerisinde görev yapan Dr. Nusret Bey’dir.

Dr. Nusret Bey bu görevi sırasında, çok iyi ve fedakar bir doktor olduğu kadar, aşağıda anlatacağımız yaşanmış olay da, tüm dünyanın saygı duyduğu ve gıpta ettiği bir olaydır:

Dr. Nusret’in görevli olduğu cephe gerisindeki Sıhhiye Çadırına hergün 100’lerce hatta bazen binlerce yaralı gelmektedir. 

Gelen yaralılar, hava şartları ne olursa olsun, çadırda yer olmadığından, önce çadırın dışındaki derme çatma masalara, masalar müsait değilse doğrudan yere yatırılmakta ve yaralının durumuna göre Dr. Nusret tarafından acele bir şekilde değerlendirilip karar verilmektedir. 

Dr. Nusret bir yandan çok sayıdaki yaralıların tedavilerine yetişmeye çalışırken, bir yandan da yeni gelen yine çok sayıdaki yaralıları değerlendirip, iyileşip iyileşemeyeceği gibi tespitlere göre hemen ameliyata almakta veya elde bulunabilen ilaçlardan verdirmekte yada yaralıyı biraz daha dış taraflara aldırıp orada sıhhiye ekibince tedavisine devam edilmektedir. Öyleki, o yoğunlukta bazı yaralılar ölüme terk edilmek zorunda bile kalınmaktadır.

Yarası ağır da olsa, ameliyata alınıp kurtarılabilecek olanlara hemen morfin verilip, acısı hafifletilmeye ve operasyon öncesi uyuşturulmaya çalışılmaktadır; ancak, eldeki morfin miktarı da çok çok azdır. Bu nedenle Dr. Nusret karar verirken, hem çok hızlı karar vermek, hem de adeta kılı kırk yarmak zorundadır.

Sıhhiye ekibinin sürekli ve koşar adımlarla, sıhhiye çadırına yaralıları taşıdığı bir ortamda, durumu oldukça ağır olan yaralılardan birini daha getirip, derme çatma masanın üzerine koyarlar. 

Dr. Nusret yaralıyı görünce, sıhhiye görevlilerine, yaralıyı dış tarafa alıp masayı boşaltmalarını talimatlandırır. Çünkü bu yaralının bir bacağı kopmuş, bağırsakları vücudunun dışına çıkmış, her tarafı kan revan içinde yani tam anlamıyla berbat durumdadır ve maalesef ölümüne dakikalar kalmıştır. Ancak bilinci açık ve bir yandan acı içinde kıvranırken bir yandan tüm gücünü toplayarak Dr.  Nusret’e hitaben çıkarabildiği kadarcık sesiyle:

“Baba, babacığım benim, ben oğlun Tahsin” diye kısık ve zar-zor çıkan sesini duyurmak gayretindedir. Ancak Dr. Tahsin talimatını değiştirmez ve görevli sıhhiyeler tarafından dış taraflara bir yere alınarak, sıhhiye çadırının oradaki masa boşaltılır. 

Yaralı asker Tahsin’e acısını hafifletecek ne morfin ne de başka bir ağrı kesici verilmemiştir. 

Dr. Tahsin de, her zaman olduğu gibi çok seri bir şekilde diğer yaralılara koşar.

Nihayet birkaç saat kadar sonra bir boşluk bulup, oğlunu arayıp bulur. Oğlu bir ağacın kenarında sedye üzerinde yatmaktadır. Yaklaşıp bakınca çoktan şehit olduğunu anlar.

Herne kadar beklediği bir durum olsa da, bir baba olarak gözlerinden yaşlar boşalır. Oğlunun cenazesine sarılır ve adeta doya doya ağlar.

Ağzından “oğlum sana söyleyemezdim, acı çekerek şehit oldun ama morfinimiz çok çok azdı, ameliyata alırsak kurtulma ümidi olan yaralı askerlerimize bile yetmeyecek kadar az. Bunu sana söyleyemezdim, sana senin kurtulma ümidin yok oğlum diyemezdim. Seni duydum da, tanıdım da, ama kurtulma ümidi olan yaralı askerlerimize vakit kaybetmeden koşmak zorundaydım. Aynı nedenlerle seninle helalleşip vedalaşamadık da. Mekanın cennet olsun oğlum. Bize hakkını helal et evladım.” Cümleleri dökülür. Sonra göz yaşlarını siler ve tekrar görevine döner.

Bu olay bu şekilde dünyanın hiçbir ülkesinde, milletinde yaşanmaz.

İşte Çanakkale Zaferimizi bize kazandıran “Çanakkale Ruhu” denilen ruh budur.

Bu adalet, bu fedakarlık, bu asalet ve gayret, bizi biz yapan ve başka hiçbir millete nasip olmayan haslettir.

Bu vesileyle tüm şehitlerimizi saygı, minnet ve rahmetle anıyorum.

Allah hepsinden razı olsun. Allah hepsine rahmet eylesin; mekanları cennet, ruhları şâd olsun..

Bu vesileyle Tıp Doktorlarımızın, Diş Hekimlerimizin, Hemşirelerimizin ve tüm sağlık çalışanlarımızın ve bunlar kadar değerli Veteriner Hekimlerimizin 14 Mart Tıp Bayramlarını kutluyor, kendilerine bir vatandaş olarak samimi şükranlarımı arz ediyorum. Cenab-ı Allah onlardan ve onları yetiştirenlerden razı olsun..

Yorumlar (0)
12
az bulutlu