banner4
27.12.2019, 08:16

DOĞU AKDENİZ: SİZ HEPİNİZ, BİZ TEK

Doğu Akdeniz son 1 yıldır, özellikle de son 2-3 aydır tüm dünyanın gündeminde. En başta da bizim gündemimizde tabiki. Ve her geçen gün tansiyon giderek artıyor.

Dünyada artan enerji ihtiyacı karşısında, ülkeler enerji kaynakları arzını artırabilmenin peşindeler. Durum böyle olunca, egemen güçler, hakları olup olmadığına bakmaksızın, her türlü entrikaları çevirerek ve hakları olmasa da, hazıra konmak istiyorlar. 

Bunun için, yıllar öncesinden yapıldığı artık çok net anlaşılan hain planları tutmayınca da, iş, uluslararası bilek gücüne kalıyor.

Konu üzerindeki araştırmalarımdan öğrendiğim kadarıyla, Doğu Akdeniz’de ilk büyük doğalgaz sahasını “Leviathan” ismini vererek 2010 yılında İsrail keşfetti. Müteakiben, İsrail ve ABD başta olmak üzere bir kısım ülkelerin teknik desteğiyle, Güney Kıbrıs Rum Kesimi münhasır ekonomik bölgesinde 2011’de “Afrodit” sahasını keşfetti.

Bu 2 keşif, başta ABD olmak üzere, büyük güçlerin dikkatini çekti. Son derece dikkatli ve bir o kadar da gizli ve sinsi çalışmalar başlatıldı ve kapasitenin yani rezervlerin sanılanın çok üzerinde olduğu fark edilince, iştahlar da iyice kabardı.

Ancak, uluslararası hukuk, özellikle de 10 Aralık 1982’de imzalanan ve 16 Kasım 1994’te yürürlüğe giren 157 ülkenin imzalayarak kabul ettiği ve taraf olduğu Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi karşılarına adeta bir engel olarak çıktı.

Öyleki, bu hidrokarbon rezervlerinin bulunduğu sahalardan, Doğu Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerin karasuları veya münhasır ekonomik alanı kapsamına giren yada girecek olan alanlarda, o ülkeyle anlaşmak ve önemli bir kısmını o ülkelere vermek gerekecekti. 

İşte, tam burada, egemen güçlerce, orta ve uzun vadeli olarak ve mel’un planlarını rahatça gerçekleştirebilmek yani bölgedeki rezervleri rahatça sömürebilmek için arap baharlarının başlatıldığı, bir başka ifadeyle Arap baharlarının nedenlerinden birinin ve hatta belki de en başlıca nedeninin bu olduğu şimdilerde ortaya çıktı.

(Onların hedeflerinin önemli ilk 3’ü bence: mevcut petrol bölgelerine çökmek, doğu akdenizdeki rezervlere çökmek ve BOP’u gerçekleştirmektir. Çünkü bu hedeflerin hepsi de birbirini tetikleyen ve tamamlayan “puzzlee”ın parçalarıdır).

Bölgede hidrokarbon rezervlerinin tespit edildiği tarih ile, arap baharlarının başladığı tarihlerin aynı zamanlara denk gelmesi ne kadar tesadüf sizce?

Amaç bölgedeki direnç noktalarını kırmaktı tabiki. Bunu başararak hem bu ülkedelerdeki mevcut rezervlere çökmeyi, hem de Doğu Akdeniz’deki keşfedilen veya keşfedilecek olan rezervlere çökmeyi planladılar. Bir taşla, birkaç kuş vurmak yani.

Aksi takdirde, mesela Libya’nın başında Kaddafi, Mısır’ın başında Mursi duruyor olsaydı, Doğu Akdeniz’de kıyısı bile olmayan başta ABD ve Rusya olmak üzere, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya gibi ülkeler buradan bu kadar kolayca bir şeyler alabilirlermiydi? 

Çok değil şöyle 10-12 yıl kadar geriden başlayarak günümüze doğru gelen yaşanan sürece bir göz atarsak konu daha iyi anlaşılacak. Nasıl mı?

Önce “Arap baharları” adını verdikleri Arap ülkelerindeki iç isyanlarla bölgeyi güçlü ülke liderlerden temizlemeyi amaçladılar. Dikkat edin iç isyanların başlatıldığı bu ülkeler Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerdi genelde. 

Tunus, Mısır, Libya, Cezayir, Ürdün, Yemen ve Suriye’de kapsamlı; Moritanya, Suudi Arabistan, Umman, Irak, Lübnan ve Fas’ta ise nispeten daha küçük çaplı gösteriler, mitingler ve halk ayaklanmaları oldu.

İlk ateş 17 Aralık 2010’da Tunus’ta genç bir esnafın kendini yakmasıyla başladı.

Suriye’ye kadar planları tıkır tıkır işledi. Öyleki ülkelerin bir kısmı tamamen harap oldu, yöneticileri değişti. Suudi Arabistan gibi bazı ülkeler ise, halklarına büyük paralar dağıtarak ve egemen güçlere de biat ederek daha hafif atlattılar bu badireleri.

Tunus ve Cezayir gibi ülkeler de sonradan kısmen toparladılar kendilerini.

Tesadüfe(!) bakınki, 2010 yılı, aynı zamanda bizim açımızdan mavi marmara olayının yaşandığı yıldı.

Suriye’ye kadar planları eksiksiz-aksaksız işledi. Suriye’den hemen sonra da sıra Türkiye’ye gelecekti. Muhtemelen bunu da fetö üzerinden planladılar. Ama planları, son dönemeçte tutmadı. 15 Temmuz 2016 fetö kalkışması akşamı pkk terör örgütünün sınırda Türkiye’ye girmek üzere bekletildiklerini hepimiz, o zamanki tv, gazete, sair medya haberlerinden öğrendik ve hatırlıyoruzdur sanırım.

Suriyedeki ve Türkiye’deki planlarının tutmadığı yetmiyormuş gibi, Türkiye’nin daha önceden KKTC ile yaptığı anlaşmaya ilaveten bir de şimdilerde Libya ile imzaladığı “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşması”, planlarını tamamen alt üst etti.

Hiç beklemedikleri durumlar sadece bunlar değildi: Türkiye Doğu Akdeniz’e bir yandan arama/sondaj gemilerini ve bu gemilere eskortluk yapmak üzere savaş gemilerini gönderip, oldukça ciddi ve kararlı duruş da sergileyince ortalık biraz daha şaşkınlık, gerginlik ve ne oluyoruz sorularıyla doldu. Çünkü bu gelişmelerin olabileceği onların hesaplarında yoktu.

Türkiye’nin ilan ettiği münhasır ekonomik bölgeye arama/sondaj yapma amaçlı gelen İsrail gemileri alana sokulmadı.

Bu arada Libya’ya uluslararası baskılar arttı. BM’nin resmî olarak tanıdığı Başkana ve hükümete resmî olarak bir şey diyemediklerinden, CIA uşağı darbeci general hafter üzerinden oyunlar kurulmaya ve kurgulanmaya başladı. 

Çünkü bu bölgede toplam hidrokarbon rezervleri toplam değerinin 3-4 trilyon dolar civarında olduğu söyleniyor. Bu tahminler doğruysa, herkesin iştahını kabartacak kadar çok ve önemli bir rezerv.

Libya, bir anda, bir tarafta biz, diğer tarafta da hepsinin olduğu bir savaş alanı haline geldi. Bu durum, öyle sanıyorum kurtuluş savaşımızdan sonra, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk.

Bu durum, bizim de bugüne kadar oyunu gayet iyi oynadığımızı ve devletimizin “devlet aklı”nın ne kadar isabetli ve mükemmel olduğunu da gösteriyor.

Geçmişte Haçlılar, günümüzde Batılılar olarak adlandırılan bu sömürücüler, uzun yıllardan beri adım adım hedefe giden planlarını kurgularlarken, çok şükür ki bizim devletimiz de boş durmamış. Umarım neticesi de iyi olur.

Aynı zamanda bu gelişmeler, Doğu Akdeniz’de suların daha da ısınacağı anlamına da geliyor. Ancak tam burada aklıma gelen 2 cümle var: “En iyi savunma taarruzdur”, “Zor, oyunu bozar”. O nedenle akıllıca, istişareyi ihmal etmeden ve A-B-C planları da yedekte bekletilerek devam.

Neticede, adı  konulmasa ve resmileştirilmese de, Libya’da biz tekiz, diğer hepsi karşımızda şu anda. Daha doğrusu biz ve resmî Libya hükümeti (kısmen ve dolaylı ekonomik destek verdiklerini düşündüğüm Katar ve Azerbaycan ile, teknik destek verdiklerini zannettiğim Pakistan da bizimle birlikte diye kabul edebiliriz) bir tarafta; karşımızda ise darbeci hafter’i destekleyen ve her türlü ekonomik ve silah desteğini yapan ABD, Rusya, Almanya, Yunanistan, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Fransa, Hollanda, İsrail vs vs. karşı tarafta.

Ancak kimse resmî olarak savaşmıyor (şimdilik). Savaş resmî hükümetle (ve gayri resmî olarak Türkiye ile), darbeci hafter (yine gayri resmî olarak diğer ülkelerin hepsi) arasında devam ediyor. Yani bu da bir bakıma bir vekalet savaşı hüviyetinde.

Libya’da resmî olarak BM’ce de tanınan Başkan ve hükümet ile yaptığımız anlaşma nihai hedefine kalıcı olarak ulaşırsa, ben benzeri anlaşmaları (zaman içerisinde) Lübnan, Tunus ve Cezayir ile de yapabileceğimize inanıyorum, ki bunların alt yapı çalışmaları da çoktan başlamıştır. Hatta İsrail ile de benzeri bir anlaşma yaparsak bence sürpriz olmaz.

Burada Rusya’nın tutumu da önemli olacak. Son 2-3 hafta içerisinde ajanslara düşen haberlere göre;

-önce Rusya’nın Wagner Grup, Vega Güvenlik, Slav Birliği, Moran Güvenlik gibi askeri güvenlik (özel) şirketler üzerinden gönderdiği paralı askerlerinin Libya’da darbeci general hafter’in emrinde savaştıkları söylendi; 

-daha sonra da, Putin’in talimatıyla, kukla Kadirov’un Çeçenleri, yine general hafterin yanında savaşmak üzere Libya’ya göndereceği haberleri yer aldı, ancak bu haberler daha sonra sönük kaldı. İnşallah doğru değildir;

-bunları müteakip, Dışişleri Bakanımızın daha birkaç gün önce Gürcistan ziyareti sırasında, bu hususlarla ilgili olarak Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’la telefonda görüştüğü ve görüşme sonrasında, Türkiye ve Rusya’nın Libya’da işbirliği yapabileceklerinin değerlendirildiği haberleri basına yansıdı.

-ertesi gün, Sn Cumhurbaşkanımız âni bir kararla Tunus’a günü birlik bir ziyarete gidip geldi.

Bunların hepsi son 2 hafta içerisinde olan gelişmeler. Görüldüğü kadarıyla çok hızlı gelişmeler oluyor.

Şimdi gözler Ocak ayında Rusya Devlet Başkanı Putin ile Cumhurbaşkanımız Sn Erdoğan arasında yapılacak toplantıda. Umarım lehimize sonuç çıkar. Ki en azından bir orta yol bulunmak zorunda. Buna bizden daha fazla Putin mecbur. Çünkü, yeni ve yeniden dengelerin kurulmakta olduğu dünyada, Putin Türkiye’yi kaybetmeyi göze alamayacaktır. 

Ancak şu da bir gerçektir ki, daha geçen hafta idlib’e Suriye-Rusya koalisyonunun yaptığı operasyonlar ve bu operasyonlar neticesi sınırımıza doğru gelen yeni göç dalgası, Rusya tarafından bize verilmek istenilen bir mesajdır. Bu mesaj Rusya’nın “seni her an sıkıntıya sokabilirim, beni yok sayma” anlamına gelen bir mesajıdır bence.

Rusya’ya güvenilmeyeceğini zaten baştan beri söylüyoruz ve sanırım kâhir ekseriyetimiz de böyle düşünüyor.

2 ülke (Türkiye-Rusya) arasında oynanan bu uluslararası satrançta, sürekli yeni ve beklenmedik hamleler yapılıyor. Bu satranç sadece Türkiye ile Rusya arasında oynanmıyor tabiki, aynı zamanda Türkiye-ABD, Türkiye-Fransa, Türkiye-İsrail, Türkiye-Almanya, (kaale almadığım Amerikan uşağı arap ülkelerini hiç saymıyorum bile) vs vs arasında da oynanıyor. 

Bu arada, Yunanistan da “bana destek olun, beni yalnız bırakmayın” feryadıyla, yana-yakıla yanına sağlam partner aramaya devam ediyor.

Bunların altından mutlaka ama mutlaka başarıyla kalkmamız yani kazanmamız, başarmamız gerekiyor. Başarmak zorundayız. İnşallah, milletimizin dualarıyla ve Cenab’ı Allah’ın yardımıyla başaracağız. 

Ülkemizin öyle ya da böyle oldukça zor ve kritik dönemlerden geçtiği anlaşılmaktadır. Bu gemide hep beraber olduğumuza göre ve sonuçlarının hepimizi ilgilendirdiğini ve etkileyeceğini de unutmadan, her şekilde ve her türlü devletimizin yanındayız. 

Eğer verseydik kurtulurduk, biat etmeye devam etseydik kurtulurduk, biz birşey istemiyoruz buyurun sizin olsun deseydik kurtulurduk ama bu kurtulma şimdilik olurdu. Daha sonra daha fazla tavizler vermek zorunda kalırdık. Hayır bu bizim hakkımız, buranın sahibi biziz diyorsanız egemen güçlerle her türlü karşı karşıya gelmeyi de, tartışmayı da ve hatta (inşallah olmasın ama) gerekirse çatışmayı da göze almak zorundasınız. Realite budur.

Bir örnek vermek gerekirse, Kurtuluş Savaşının hemen öncesinde, Amerikan mandasını isteyenlere evet deseydik, kurtuluş savaşı olmazdı belki ama, peki sonrasında neler olurdu? Atatürk’ten bir kez daha Allah razı olsun ki, iyi ki mandalığı elinin tersiyle itip kurtuluş savaşımızı başlatmış.

Dolayısıyla, olayı bir hükümet meselesi olarak değil, devlet meselesi olarak görmek gerekir. Bu nedenle de, hükümeti seven-sevmeyen, beğenen-beğenmeyen herkesin, devletinin arkasında sapasağlam durması gerekir. 

Hükümetler gelir gider, ama devlet hepimizindir ve kalıcıdır. O nedenle, devlet ebed müddet deriz.

Bizim devletimiz de ve devlet aklımız da, ordumuz da ve istihbaratımız da rahmanidir Allah’ın izniyle. Ve milletimiz de, asil, necip, temiz ve fedakardır. Atatürk’ün o zamanlarda da dediği gibi, “bu milletin azim ve kararlılığı” bunu da başaracaktır.

Kendi içinde, bir çok haksızlık, adaletsizlik, kırgınlık ve hatta kızgınlık olsa da ve milletimiz her zaman % 100 haklı olduğu halde, bu asil millet zor zamanlarda her zaman bir ve beraber olmuştur. Bu birlik-beraberliğin örnekleri Kurtuluş Savaşında, Kore Savaşında, Kıbrıs Barış Harekatında ve Suriye Harekatlarında görülmüş ve tüm dünyaya da gösterilmiştir.

Onların şeytani akılları ve planları karşısında, bizim rahmani devlet aklımız ve planlarımız, milletimizin azim-kararlılık ve cesareti ve Cenab’ı Allah’ın da yardımıyla galip gelecektir İnşaallah!..

Niyet hayr, akıbet hayr.

Selam, saygı ve dua ile!..

Yorumlar (4)
Ömer Tekoğulları 4 yıl önce
Muhterem müsteşarım ağzınıza saglık kalemin kılıç olur inşAllah yazılarınızı zevkle okuyor takıp ediyorum yanızı biraz uzun oluyor kısa kısa olsa bence daha iyi olur okumayan bir toplumuz uzun oldumu sıkılırız yazının anlaşılması için uzun olması gerekiyorsa devam yarın yanı bir iki üç diye bölersiniz
Recep Koçer 4 yıl önce
Amiin... Sayın Müsteşarım. Rabbim: Ordumuzu, Yurdumuzu; Görünür görünmez bela ve musibetlerden korusun. Şanlı Bayrağımızı sonsuza kadar dalgalandırsın. Selam ve saygılarımla. Sağlıcakla kalın.
Ahmet Kıral 4 yıl önce
Sefer bizden zafer Allah dan inşAllah kaleminiz her daim güclü ola saygılarımla
Musa ARI 4 yıl önce
Amin. Elinize sağlık sayın müsteşarım.
12
az bulutlu