banner4
12.06.2020, 09:40

BÖYLE BUYURDU HUKUK

“Yasa koyucunun amacını unutuyorsun, dostum... Onun amacı: Bir sınıfın, diğer tüm insanlardan ‘daha mutlu olmasını sağlamak’ değildir; aksine, tüm sitenin mutlu olmasını sağlamaktır... Eğer bir mutsuzluk varsa, bunu bütün yurttaşlar yaşayacaktır. En akıllı kişiler bunun için yaratıldı, yoksa mutlu edilmeleri için değil... Onlar, sitenin iyi bir düzene sahip olmasını sağlayacak kişilerdir.” Platon (Devlet)

Yıl 1992 -1993. İstanbul’da Sahaflar da ‘bir kitap resmi’ dikkatimi çekti. Kitap Mustafa Everdi’ye ait “Böyle Buyurdu Hukuk” adlı bir kitaptı... Resimde yüksek kürsüde haşmet dolu bir hâkim ile zeminde küçük kalmış bir sanık resmedilmişti.

Merak ettim, aldım. Acaba ne anlatıyordu? Hukukun "sorun" olduğu bir ülkede, kanuni emir ve buyrukların, bazı insanların ayrıcalıklarına göre düzenlendiğini, her zaman diğerlerinden ‘daha eşit’ halde olduklarını, ’Robinsonların’ yaşadığı bir adaya sonradan gelen ‘Cumaların’ uymak zorunda bulunduğu bir takım kurallar olduğunu, Robinson’un, elde ettiği nimetleri kaptırmamak ve korumak için de koyduğu kuralların, ‘adanın birlik ve bütünlüğü, huzur ve güvenliği için gerekli olduğunu söyleyeceğini’ ama gerçek niyetini gizleyeceğini, belirtiyordu.

Bu durumda, Robinsonların "hep haklarının olacağı" fakat Cumaların ‘yalnızca görevleri bulunduğu’ bir düzen kurulacağını, ifade ediyordu. Bize hukuk bilinci aşılamak isteyen kitap, Cumalara, vazifelerinin yanında "haklarının da olduğunu" ve bu "hakları talep etmek gerektiğini" söylüyordu.

Kitap içeriği “hak bilinci üzerine” olunca, ‘güçlülerin buyurduğu hukuku’ rahatsız etmiş olmalı ki TCK 163. maddesi kapsamında soruşturma geçirmişti.

Kitabı bütünüyle okuduğumda, doğrusu “eleştirel hukuk” adına 22 yaşlarında okuduğum ilk kitap oluyordu.

Kitap bana felsefeci bir bakışla, bir sorunla karşılaştığımda “Neden?” diye soru sormayı öğretmişti. Faydacı bir insan ise hak-hakikat-adalet gözetmeksizin ‘Nasıl yaparız?’ düşüncesindebulunuyordu.

Ben bu kitaptan edindiğim hukuk duygusu ve hukuk kültürü ile “yargı makamında oturanları” mesleğim boyunca kritiğe tabi tutacaktım...

Acaba bana imkân verilse, ben nasıl bir hukuk kurardım? Düşünceme göre Robinson ve Cumaları aynı “hak yarışında” eşit kılmak, seçim gerektiğinde ise “liyakati tercih” etmek, esas amacım olurdu.

Peki, kader bana bu imkânı verir miydi? Hayat bir sınama yeri ise evet, devlet, 'mesaisinden yararlanılamayacağı' diyerek 2009 yılında mesleğe dönüş talebimi 2011 yılında ret etmiş ve beni ‘aşağılamış’ iken, daha sonra hukuk düşüncemi ortaya koymak için bana bir fırsat verdi:

Hekimhan kıdemli savcısı (2012-2014) olarak, bu fırsatı yakaladım. Artık ‘Robinson’ olmuştum! ‘Cumalara’ nasıl davranacaktım? Onca felsefik görüşümü, hak ve adalet düşüncemi, makamda koruyabilecek ortaya koyabilecek miydim? İlk sınav gelmişti; "Büyük odaya yerleşip, yerleşmeme" konusunda yaşadım. Ben 2012 yılı başında ilk olarak Kuluncak’a atanmış daha sonra adliye kapatılınca Hekimhan'a nakledilmiştim. Hekimhan kıdemli savcısı, “Sizin yeriniz Başsavcı odası imiş, Kurul'a sordum, siz 1997 yılında mesleğe başlamışsınız, sonradan (2001) mesleği bırakmış olsanız da kamu avukatlığı hizmetinizle  birlikte kıdemli olan sizmişsiniz, ilk atandığınız Kuluncak’ta neden küçük odada kaldınız, kıdemli olduğunuzu söylemediniz? Hemen yerimi boşaltıyorum” demişti. Ben ise “Hayır, sizin odayı boşaltmanız gereksizdir. Ben yine bir boş odaya geçmek isterim, küçük-büyük oda olması hiç fark etmez” demiş ancak 'kurum kültürü' gereği büyük bir odaya (!) ısrarla yerleştirilmiştim.

Öyleyse "sorumluluk ve hizmet" artık bana düşecekti: Önce Adliyedeki ihtiyaçları belirledim. Bir isteğim olacaksa, kendi kişisel isteklerim için tayin için değil, “umumun personelin ya da halkın ihtiyaçları” için Bakanlığa gidecektim. Hiçbir referansa gerek görmüyordum. Adliyemizin sorunlarını anlatacaktım. Bakanlığa giderek, koridorlarda unvan tabelalarını takip ettim. Yetkili ve sorumlu olabileceğini düşündüğüm bir Daire Başkanının odasına girdim. Bakım gerektiren ihtiyaçlarımızı anlattım ve kendisinin bu makamlarda bunun için bulunduğunu söyledim. -Adliyemizde tavandan yağmur sızıyordu. Duruşma salonları halkı rahatsız edecek kadar bozuktu. Güvenlik zafiyeti vardı. Fotoğrafları bir bir gösterdim.- Derdim buydu. Daire Başkanı, selamsız sabahsız gelişime önce şaşırdı ama benim samimiyetimi anlayınca, parça parça adliyemize ödenek göndermeyi kabul etti. Ben de söylediklerimin hepsini adliyeye dönünce yaptırdım. Müteahhitle, Yazı İşleri Müdürünü muhatap kıldım. Kimse yanlış anlamaya kapılmamalıydı. Gelen ödeneklerle ilk önce ortak alanları yaptırdım. Bu esnada kendi odamın içine hiçbir şey yaptırmayacaktım. En son tüm makam odalarına yeni floresan takılınca, müteahhit dayanamayarak son bir kez benim odama bunun için gelerek, ”Başsavcım hiçbir şey istemiyorsunuz ama en azından odanızdaki eski tip ışık düzenini değiştirelim, bir tek sizin ki eski kaldı” deyince ”Tamam o zaman, uyum için sadece bu olabilir” diyerek değişime izin verdim. Zihnimde, “Ömer misali, devlet malına, hakkının dışında el sürmeyen bir insan olmak" vardı ve hata olursa da “Bu Ömer’in hatası” diyecek ve “yükü sırtına yükleyecek” bir sorumluluk ve mertlik duygusu taşıyordum.

Huzurluydum... Zira önemli olan halkımız için bir şeyler yapmış olmaktı. Halkın temas halinde olduğu, Hâkimlere ait duruşma salonlarını yeniletmiştim. Bana düşen, adli işlemlerde dürüst, çalışkan ve başarılı bir meslek ifa etmek, Başsavcılık unvanını ‘kendime yontup nemaya’ dönüştürmemekti…Nitekim o zamanlarda gelen Müfettiş, bana “Savcım sizin açığınızı buldum! Bir dosya da bir hafta işlemsiz bir evrakını yakaladım!” dedi Sonra da “Şaka bu! Dosyalarda adli evrakları o kadar hızlı çıkarmışsınız ki size takılmak istedim"demişti.

Mesleğe yeniden girerken, ‘haksızlığı önlemek’ için var olduğumuza ve devletin beni bu makamlara bu yüzden atadığına dair inancım, adalet teşkilatında görmeye başladığım ‘büyük zihniyet sorunları’ yüzünden hayal kırıklığına ve üzüntüye dönüştü. (Eski mesleğim Röntgen teknisyenliği olduğundan, 2012-2014 yılları arasında önce Yargının röntgenini çektim. R.Merton’ın belirlediği ‘gerilim teorisinde’ olduğu gibi birçok sorunlar tespit ettim.) Her gideceğim tayin yerinde 'Başsavcı ya da en kıdemli savcı' olma imkânı varken, 2014 yılında tayin isteği ile ‘adalet sorunlarının kaynağına’ Ankara'ya gitmek, on yıldır adalet teşkilatında olmadığımdan, bilemediğim tuhaf ilişkileri ve kronikleşmiş adalet sorunlarını, küçük parçalara bölerek, düşünsel ve kültürel becerimle, yeni bir hukuk yapılanması ile değiştirmek istiyordum. Her türlü haksızlığa meydan okuyarak, unvansız bir teorisyen, biraz da felsefeci bir yapıda, Yargıtay Tetkik Hâkimi olmak, bana daha değerli geldi. Benim zihnimden ve yüreğimden aldığım güç, unvanlarda değil, “hak için” bulunmakta idi. Süreç içinde, ‘haksızlıkta bütün olanların’, ayrılışlarına tanık oldum. (Yargıtay 14. Ceza Dairesinde iken yaşadıklarım, “insan onuru ve özgürlüğü” noktasında beni bütünüyle rahatsız etti. Mide kanaması geçirdim. 2015 yılında başka bir Ceza Dairesine geçtim.) Üç yıla yakın yargı içinde katılımcı gözlemle elde etiklerimi 2015 yılında kaleme dökmeye başladım. Ama güç ve unvan sahipleri, -15 Temmuzda yaşanan hain darbe girişimi sonrasında, daha iyi bir hukuku inşa etmek amacında olduğumu beyan etmeme rağmen- eleştirel düşüncelerimi ‘sorun’ olarak algıladı ve bu sebeple Hâkimlik mesleğinden ayrılmak zorunda kaldım. (Nisan 2017)

Sonuçta, değer yargılarımın hak, hakikat ve adalet bilinci üzerinde kurulmasına sebep unsur, üniversite yıllarında okuduğum “Böyle Buyurdu Hukuk” kitabıdır. Orhan Pamuk’un dediği gibi ”Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.”

Yine kırk yaş olgunluğu ile adalete katmak istediğim anlamın ve hayatta yaşadığım hatalar yüzünden arınma duygusunun beni getirdiği düşüncelerin ‘Hâkimlik mesleğinde doruğa çıkması’ da kaderin bir neticesi oldu... Öyle ki düşünce dünyam, hukukun; ‘yeniden haksızlık üreten’ bir sömürü, baskı ya da güç unsuru olarak ‘başkalarına kullanılmasına’ müsaade etmeyecekti... “Hukuk bilinci” veren bir kitap, -yanılgılarımla birlikte- yaşantı dünyamda “hukuk yolumu” aydınlatmıştı ve bundan sonra da her zaman aydınlatmaya devam edecekti!..

Yorumlar (0)
12
az bulutlu