banner4
11.10.2019, 19:39

YENİLENEBİLİR ENERJİDE DÜNYA NEREDE, BİZ NEREDEYİZ?

Bu makalemi Barış Pınarları Operasyonumuz üzerine oluşturmayı düşündüm önce. Ancak konunun sıcaklığı ve güncelliğinden olsa gerek, bu hususta gerek asker kökenli eski komutanlar, gerek istihbarat uzmanları, gerek akademisyenler ve gerekse gazeteciler vb tarafından hazırlanmış 10 larca yazı, makale, değerlendirmeler olduğunu görünce, bu hususu ileride ele almak üzere bu aşama ötelememin daha uygun olacağını düşündüm.

Bu yazımızda, ihtisas konumuz, iştigal veya ilgi alanımız olmamakla birlikte, okuyucunun dikkatini çekmek ve bu suretle kısmi bile olsa bir kamuoyu ilgisi ve bilinci oluşmasına katkı sağlayabilmek gayesiyle farklı bir konuya değinmek istedim: Yenilenebilir Enerji.

Bu amaçla, gerek bu hususta yazılmış ve yayımlanmış yazı, yayın, makale ve raporları tarayarak ve gerekse bu sektörde faal uzman kişilerle bilgi edinmek amaçlı görüşmeler/konuşmalar yaparak bu  hususta yüzeysel de olsa ve hatta çok çok genel de kalsa bu makalemde yine de bu konuyu ele almaya karar verdim.

Dünyada yakın tarihlere kadar enerji kaynakları olarak, sadece fosil kaynaklar olarak adlandırılan kömür, petrol ve doğalgaz kullanılırken ve hatta bu rezervlere sahip olmak için vb nedenlerle 2 tane dünya savaşı da yaşanmış ve başta Osmanlı İmparatorluğumuz olmak üzere bir çok imparatorluklar ve devletler provokasyonlarla çökertilmişken, son yarım asıra yakın bir süredir önce nükleer yakıtlar ve tesisler, akabinde de yenilenebilir enerji gündeme oturmuştur.

Özellikle, nükleer enerji dalında, önce 1986 yılı baharındaki Çernobil Nükleer Santralindeki patlama ile dünya beklenmedik bir durumla sarsılmış; daha sonra 2011’de Fukuşima Nükleer Santralindeki patlama ile dünyadaki sarsıntı bir bakıma korku ve paniği de beraberinde getirmiştir. Temmuz 2019’da Rus nükleer denizaltısında meydana gelen kaza yada patlama ise halen esrarengizliğini sürdürmekte, konuyu bilen belki birkaç kişi dışında dünya gündeminden gizlenilmektedir.

Tüm bu hususlar yani ciddi riskler, dünyada yenilenebilir enerji konusundaki çalışmaları hızlandırmıştır.

Yenilenebilir enerji kaynakları esasen su, rüzgar, güneş ve dalgadır, bunlara biyotermal enerji ve biyokütle enerjisi de ilave edilmekle birlikte, bu son 2 kaynak, ilk 4 kaynak kadar sınırsız ve sorunsuz olmadığı gibi, özellikle biyokütle enerjisi elde etmede çevre kirliliği faktörü bir yandan (atıklar bertaraf edildiği için) avantajken, diğer yandan da üretimi süreci nedeniyle dezavantajlı durumdadır.

İnsanoğlu enerji temininde bir yandan maliyet hesapları yaparken, aynı zamanda çevre kirliliği gibi yan türevleri nedeniyle, çok önemli sağlık etkilerini ve maliyetlerini de hesaba katmak zorunda kalmıştır.

Öte yandan, fosil kaynakların uzun olmayan bir gelecekte bitmesi ihtimallerinin yanısıra, enerjiye dönüştürmek için gerekli zaman ve para maliyetlerinin yüksekliği, bunları elde etmenin sadece yatırım maliyetini değil, yüksek üretim ve işletme maliyetlerini de gerektirmesi, rezerv sahibi ülkelerin zaman zaman da olsa üretim miktarları ve fiyatlarıyla kendi menfaatleri doğrultusunda ve işlerine geldiği gibi oynayarak bunu adeta bir ekonomik silah ve şantaj unsuruna dönüştürebilmeleri, aynı zamanda çevre kirliliği ve küresel ısınma gibi telafi edilemez global sorunlara sebebiyet vermesi vb gibi nedenlerle, gelişmiş ülkeler başta olmak üzere tüm ülkeler kendi çapları oranında yenilenebilir enerji konularında araştırmalar yapmaya ve adımlar atmaya başlamışlardır. Ve bu adımlar son 30 yıl içerisinde hızlanarak ve büyüyerek devam etmektedir.

Yenilenebilir enerji kaynakları: Hidroelektrik Enerji, Güneş Enerjisi, Rüzgar Enerjisi, jeotermal Enerji, Biyokütle Enerjisi ve Dalga Enerjisi olmak üzere belli başlı 6 ana kalemdir.

2017 itibariyle, dünyanın toplam enerji ihtiyacının % 18 inin yenilenebilir enerjiden temin edildiği anlaşılmaktadır ki, bu oldukça iyi ve hızlı bir gelişmeye işaret etmektedir. Aynı zamanda çevre kirliliği ve küresel ısınma ile mücadelede, gelecek için oldukça ümit vericidir.

Bu konuda yapılan sair araştırma ve çalışmalar ile, Dünya Enerji Konseyi raporları ve yayınlarına bakılırsa, hali hazırda yenilenebilir enerji içerisindeki en büyük payın 2.352 GigaWattla güneş enerjisi ve rüzgar enerjisi olduğu anlaşılmaktadır. 2019’da bu oranın % 30’larla ifade edileceği öngörülmektedir.

2018 yılında, dünyada toplam yenilenebilir enerji üretim ve kapasitesinin 1.034 GGW ile Asya’da, 592 GGW ile Amerika’da ve 536 GGW ile Avrupa’da olduğu ve diğer kıtalarla birlikte 2018 yılında dünyadaki toplam yenilenebilir enerji kurulu gücünün 2.378 GigaWatt olduğu belirtilmektedir.

Mikro düzeyde, evlerin çatılarındaki güneş sistemlerinden bazı ülkelerde otobanlarda kurulmuş güneş enerji panellerine, elektrikli arabalardan biyokütle (yakıt dönüşüm) tesislerine; makro düzeyde ise güneş ve/veya dalga enerjisi ile çalışacak gemi (özellikle savaş gemileri ve denizaltılar) üretim çalışmalarından Çin’de başlatılan ve geliştirilmeye çalışılan yapay güneş üretme çalışmalarına kadar, dünya, enerjide kulvar değiştirmekte ve vites büyültmektedir.

Ülkemize baktığımızda, hali hazırda kendi ürettiğimiz elektriğin % 26-27’sini yenilenebilir enerjiden elde ettiğimiz, bu % 26’nın % 86’sını hidroelektrikten, % 4 civarını da rüzgar enerjisinden elde ettiğimiz anlaşılmaktadır. 

Ülkemiz özellikle son yıllarda enerji bağımlılığını azaltmak amaçlı bir çok projeler gerçekleştirdiği hepimizin malumudur. Bunların en taze ve günceli Türk Akımı Projesidir. Ancak gurur verici bir gelişme olmakla birlikte, dikkat edilirse bu da milli kaynaklardan elde edilmiş bir enerji üretimi değildir.

Ülkemiz yukarıda belirttiğimiz 6 ana kalem yenilenebilir enerji kaynaklarından, dalga enerjisi kısmen olmakla birlikte, tamamında bu kaynakların potansiyeline sahiptir.

Özellikle su (hidroelektrik), rüzgar, güneş, jeotermal ve biyokütle (100 yıldan daha kısa sürede enerjiye dönüştürülebilecek aşamaya gelen kara ve su bitkileri, hayvansal atıklar ve dışkıları, besin artıkları, organik çöpler, vb) potansiyelimizin en azından kendi enerji ihtiyacımızı tamamen karşılayacağı muhakkaktır. Ancak bu öncelikle ciddi Ar-Ge çalışmalarını ve müteakiben de külliyetli yatırımları gerektirmektedir. Bu da, maalesef epey daha zaman gerektiğini ortaya koymaktadır. Ancak bunu kademe kademe bile olsa tam anlamıyla başardığımızda, örneğin bugün İçin yıllık 50 milyar dolardan az olmayan enerji ithalatına ödediğimiz para, ülkemizde kalacak, ve bu yeni yatırımlar demek olacaktır.

Kimi zaman, karayoluyla yaptığımız seyahatler sırasında dağlarda/tepelerde enerji üretimi amaçlı rüzgar tribünleri görmek ve hatta her yolculukta bunların biraz daha fazlalaştığına şahit olmak göğsümüzü kabartmaktadır. Büyük Sanayi ölçeğinde kullanılan enerji miktarı gözönüne alındığında küçük sayılabilecek bir kapasite olan 750 KW kapasiteli bir rüzgar tribününün fiyatının 4,5-5 milyon TL civarında olduğunu öğrenince, yatırımın mali güçlüğünü daha iyi anlıyoruz.

Sadece bunlar değil, özellikle belediyelerimizin, adına atık dönüşüm tesisleri dediğimiz biyokütle enerji üretim tesisleri yapımı ve bunların sayılarının artması da, mikro düzeyde kalsa bile, hem enerji üretimi ve hem de çevreye katkısı nedenleriyle gelecek için ümit  veriyor.

Netice itibariyle, yenilenebilir enerji kaynaklarında, hem uygun maliyetlere düşmek ve hem tam kapasiteye ulaşabilmek belki daha uzun yıllarımızı alacaktır. Çünkü, gerek fizibilite çalışmaları ve gerekse yatırım ve işletme maliyetleri dikkate alındığında, bunun sanıldığından çok daha zor olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, ülkemizin artan nüfusu ve nüfustaki artış oranının yanısıra, her bir sektörde hızla büyüyen ülkemizin artan enerji ihtiyacını karşılamak için daha hızlı ve daha büyük adımlar atmamız gerektiğini anlıyoruz.

Zaman zaman, gerek gazetelerin alt dip köşelerinde, internet sayfalarında, sosyal medyada tek tük de olsa, bireysel gayretlerle yeni yeni birşeyler üretenlere rastlıyoruz. İnanıyorum ki, bu şekilde haber köşelerine, sosyal medyaya vb düşmeyen, bu şekilde doğuştan kabiliyetli ve bireysel gayretli 100’lerce amatör mucidimiz vardır. Bugün üniversitelerimizin, kendi laboratuvarlarındaki çalışmalarını diğer üniversiteler ve kurumlar ile paylaşırken, bir taraftan da esasen ortaokul, lise mezunu bile olmayıp da, organize sanayilerde ve illerde/ilçelerde hatta köylerdeki kendi yerlerinde, tamamen kendi yetenek ve gayretleriyle birşeyler üreten, adeta her biri birer mucit olan ve doğuştan kabiliyetli bu insanlarımıza daha doğrusu diplomasız mühendislerimize de sahip çıkılması isabetli olacaktır.

Yorumlar (0)
12
az bulutlu