banner4
17.01.2021, 18:45

Teknolojik Ümmetçiliğe Doğru

Derler ki, insanın kendisine yaptığını bütün dünya toplansa yapamaz. Tam da bunun gibi, çağımız insanı, kendi geliştirmiş olduğu teknolojinin esiri olma noktasına yaklaşmış bulunmaktadır. Ancak paradoksal olarak gelinen bu noktanın insanımıza yeni fırsatlar sunduğunu da akıldan çıkarmamalıyız. O nedenle içinde olduğumuz sanal dünya sayesinde 21. Yüzyıl insanının dinî ve ahlâkî değerleri öğrenmesinin yolu oldukça kolaylaşmış bulunmaktadır. Bunların başında Tanrı-insan arasındaki iletişim dillerinden birisi olan vahyin daha anlaşılabilir olması gelmektedir. Bu gibi imkânları sunan teknolojinin gelir-gider hesabının da yapılması elzemdir.

Sâlih amel kapsamında hayır ve iyilik üretmekle vazifeli olan insanlığın bugünü için, bahsedilen onca kolaylığı ayağımıza getiren insan ürünü teknolojinin esaretimize sebep olmaması umulur. O nedenle beşeriyetin bugününde son derece açık bir imkân olması hasebiyle, her durumda sorun çözme becerimizin gelişmesi lazımdır. Bu maksatla insanlığın geliştirmiş olduğu yapay zekâ uygulamalarının beşerin yaratılış amacına uygun kullanılması beklenmektedir. Buna göre bütünüyle insan ürünü bir gelişme olması nedeniyle, hemen her şeyin kaydedildiği bir tanrısal gücün daha kolay anlaşılabilir olduğunu söyleyebiliriz. Yine ışınlanmanın eşiğinde duran insanoğlu, teknolojiyle ahlâkı sağlıklı bir şekilde kullanabilirse bu seviyeden daha yararlı çıkmasını bilecektir. Eğer ki teknolojik gelişme varlığın yararına kullanılacak olursa, kendisi ile çevresini anlamlandırmaya çalışan insanın geliştirmiş olduğu dijital dünyada işinin daha kolay olduğunu ifade edebiliriz. Bu gelişmeler, sonuçta beşerin fırsat dünyasına açılan kapısı gibi görünmektedir. 

Yine insanın geliştirmiş olduğu teknolojik aygıtlar sayesinde hayatın son derece kolaylaştırıldığı bir ortamda zamanını daha iyi iş yapmaya ayırma şansının doğduğu söylenebilir. Kaynakların büyük çoğunluğunun harcandığı bu yapı sadece merak güdüsünün tatmini için olmadığı açıktır. Teknolojiyi geliştirenlerin özel niyetlerine rağmen ortaya çıkan ürünlerden yararlanma fırsatlarının daha kolaylaştığı söylenebilir. Amacı insanlığa ulaşmak olan bir dâvet sisteminin de işini kolaylaştıran bu gelişmeyi kendi lehine çevirmesi yararlı olacaktır. Kitap, dergi, gazete, toplantı, okul, kurs vb. gibi bilgilendirici unsurların insanların ayağına gitmesini sağlayan bu sistemi güvenilir tebliğ faaliyeti kapsamında değerlendirmek, akıl sahibi insanların amacı olsa gerek. Hemen her faaliyetin verimliliği yüksek bir kazanıma dönüşmesi için teknolojinin diliyle insanın beklentilerinin yakınlaştırılması gerekmektedir.

Amacı hakikatin kitlelere ulaşması olan her kişi ve grubun kendisine fırsat sunan bu yöntemlerden uzak durması düşünülemez. İnternet erişim sistemlerinin bilgisayar ve benzeri teknolojiler üzerinden her kişi ev ve ortama kolaylıkla girmesi sayesinde bu işi planlayanların işinin daha kolay olduğu düşünülebilir. Metodolojik olarak bizlere sunulanlarla yetinmemek ilave olarak bu sunumları kendi amaç ve yöntemlerimiz doğrultusunda geliştirip muhtemel sonuçları daha öngörülebilir kılmak gerekmektedir. Bunun için teknolojinin nimetlerini kullanma becerimizi geliştirmek, yazılım dili ile daha anlaşılabilir hâle getirmek lazımdır.

Bilginin etkin bir güç olduğunun son derece iyi bilindiği modern dünyada üretilen bilginin “genellik” ilkesi gereği, teknolojiye ulaşan herkes tarafından kolaylıkla tüketilebilir olduğu bilinmektedir. Bunun bazı istisnaları olsa dahi, insanın merak ve becerisi onun da önüne geçebilmektedir. Dinsel alandaki şeytan görevi gören bilgi hırsızları, sanki göğü dinleyen şeytan ve cinler gibi davranmaktadır. Uzaydaki uyduları vasıtasıyla dünün göğü dinleyen şeytanları mesabesinde olan bu derin kulaklar, insana gizlilik ve hassasiyet duygularını unutmasını söylemektedir. İnsanların iyi niyetli diyalog, paylaşım ve beğenilerinden tespit ettikleri özel bilgileri kazanca dönüştüren bu yapı, dünün dünyasında insanın zaaf ve nefsinin kötü eğilimlerini kullanan şeytan gibi iş yapmaktadır. İnsanların gizli kalması gereken şeylerini afişe eden bu yapı, elde etmiş olduğu şeyleri kısa zaman içinde kâra dönüştüren zararlı bir yapıya da hayat vermektedir. Onlarla ortaklık yapan şirketlerin kazancı, sadece eğilimini tespit ettiği kullanıcıya rahatsız edercesine reklamın bombardımanı değil, onun için yönlendirilebilecek bir kişilikten öte bir şey olmamasıdır. Tıpkı şeytanın insanın nefsi üzerinden iş görmesi gibi, bunların da insanın arzu ve istekleri üzerinden iş gördüğü rahatlıkla söylenebilir. Haddizatında birey ve toplumlar için yapay gündemle istek oluşturulması, ihtiyaç skalasını değiştirilmesi anlamına gelmektedir. Bu durum ise onları şirketlerin gönüllü kölesi makamına yükseltmektedir.

Belli şartlar çerçevesinde dijital dünyanın sunduğu imkânlardan yararlanmak elzem görünmektedir. Dünyanın gidişine ayak uydurmak, içinde yaşadığımız dünyaya katkı sunabilmemiz için gereklidir. Hatta bu konuda etkin olmak istiyorsak, muhataplarımızın kullandıkları teknik-teknolojik imkân ve her türlü bilimsel gelişmeyi deruhte edecek adımları atmalıyız. Yoksa bu yolda yaya kalanlar, değişen ve gelişen şartlar ve de imkânlar dünyasının dışına atılmakla karşı karşıya kalacaktır. Eğer ki bu dünyanın vatandaşı olarak dindar kalmak istiyorsak, tez elden onun dilini çözmek durumundayız. Ortaya koyacağımız bu çözüm iradesi, öncelikle kendi neslimizin sağlıklı bir geleceğe adım atmasını daha bir kolaylaştıracaktır. Ancak dijital dünyada dindar kalabilmenin de bazı şartları bulunmaktadır. Unutulmamalıdır ki her yeni oluşumun arkasındaki güç tarafından belirlenen amacı bulunaktadır. Dünyayı artık devletleri de kontrol edebilen teknoloji firmaları yönetmektedir. Bu durum, kendisini arka planda tutan bazı devletlerin kurduğu şirketlerce yapılmaktadır. Esasında bu şirketlerin önde olan kişileri ile arkadaki güçleri arasında hedef oluşturma bakımından herhangi bir farklılık gözlemlenmemektedir. O nedenle suyun akışını kontrol etmek isteğiyle dünyaya nizâmat vermek isteyen devletler, bu işleri kendileri değil, kontrol ettikleri şirketler üzerinden yapmaktadır.

Bugünün dünyasında teknolojinin ürettiği problemleri çözmek oldukça kolaydır. Kanaatimizce asıl problem teşkil eden şey, insanın teknolojiye esir düşmesi seçeneğidir. Görüldüğü kadarıyla yeni kuşaklar, onları hayatın pek çok güzelliğinden alıkoyacak olan bu esarete gönüllülük kaydıyla olumlu irade beyan etmektedir. Ortaya konulan bu iradenin insanlığı bir arada tutan değer, ahlâk, barış, yardımlaşma, paylaşım, empati vb. gibi insanî değerleri tahrip ederek kişisel ve toplumsal bencilliği öne çıkardığına şahit olunmaktadır. Bu gidişin insanlığın yarınları için son derece tehlikeli olduğu unutulmamalıdır. O nedenledir ki bu gidişin önlenmesi için insanlığın tüm paydaşlarının hesapsız-kitapsız bir şekilde el ele vermesi lazımdır. Zira beşerin kendi ürettiği problemi kolaylıkla çözebilme kabiliyeti bulunmaktadır.

Değişim olgusu, teknolojinin başat karakteri gibidir. Esasında bunun sadece teknolojiyle değil, zamanın kendisiyle de ilişkisi bulunmaktadır. Bu ilişkinin insan ve toplumları bir arada tutan temel değerlere zarar vermesinin önüne geçmek gerekmektedir. O açıdandır ki, uzun zamandır hayatımızın başköşesine yerleştirdiğimiz teknolojiyle birlikte değişen aile olgusu, insanların bağlarını gevşetmektedir. Bugün için aile, aynı evde yaşayan ancak iletişimi olmayan bireylerden oluşan topluluk olmuş gibidir. Deyim yerindeyse “klavye dostlukları” anne-baba ve çocukların dostluklarını fersah fersah aşmıştır. Aile yaşamı, sosyal yaşam, bireysellik olgusu hemen hepsi de kutuplarından eksiltilen dostluklar gibi zayıflamaktadır. Neticede değersizleştirilmek suretiyle bağları zayıf hâle gelen yapıları yıkmak kumdan kaleler misali kendiliğinden oluşan bir şey gibidir.

Gelinen bu aşamada, dünün dünyasına hayat veren arkadaşlık kurumu değişmiştir. Oysaki insan, kendisine ayna tutan yansıması gibi olan arkadaş üzerinden var olabilmektedir. Belki de bu yüzden, “bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” denilmiştir. Ortak değerlerin yaşandığı en iyi ilişki biçimi arkadaşlık ilişkisidir. Teknolojinin getirmiş olduğu “sanal arkadaşlık” modeli, her iki taraf için de sorumluluk bilinci oluşturmamaktadır. İstenildiğinde kırılgan ve yapay niteliği gereği ilişkileri koruma ve kollama adına bağlayıcı bir etki yapmayacaktır. Arkadaşlıkların kalıcı olması demek, öncelikle temel değerler üzerinde inşâ edilmesi demektir. Bunun yanında, kurulan arkadaşlıkların bir diğerine katkı sunan olumlu yönlerinin olması gerekmektedir. Sonuçta değerli hissedilen anların paylaşıldığı, jest ve mimiklerin dikkate alındığı, ortamların hatırlandığı, duyguların lezzetine varıldığı ve sözün etkisinin tartıldığı bu gibi durumlarda arkadaşlığın gerçek mekânlarda filizlendiğini söylemek durumundayız.  

Artık bugünün dünyasında olguyu açık eden “veri” en önemli değerdir. O nedenle teknoloji şirketleri üretmek istedikleri üründen önce ürünün müşterilerini hazır hâle getirmek istemektedir. Bu iş için öncelikle müşterilerin eğilimlerinin ortaya konulması gereklidir. Veri akışını sağlayan iletişim şirketlerinin bu denli başköşeye oturmasının nedeni de budur. Zira ürünün fiyatlandırılması, insanın istek ve arzuları ile eğilimlerine göre değişmektedir. Bilmeliyiz ki devasa yatırımların ardından üretilen herhangi bir hizmete ücret ödemediğimiz takdirde bu dünyada ücretlendirme bizim verilerimizin akışı üzerinden yapılmaktadır. Kapitalist dünyanın acımasız kurallarının geçer akçe olduğu bir mecrada hiç kimse ürettiği ürünü ücretsiz olarak piyasaya sürmemektedir. Bu açıdan teknolojinin verdiği imkânlar sayesinde en belirgin tüketici konumuna yükselen insan olgusuyla karşı karşıya bulunmaktayız. Diğer bir ifadeyle, mevcut kazancın doğrudan malzemesi olan bizleriz. Belki de bu yüzden dünyanın en zengin şirketleri teknoloji şirketleri olmuştur. Onların her geçen gün ölçüsüz büyüyüp zenginleşmelerine olan katkımızı yeniden sorgulamalıyız.             

George Orwell’ın kült romanı 1984’ten beri “biri bizi gözetliyor” duygusunu daha yakından hissetmekteyiz. Uzaydaki güçlü vericiler sayesinde dünyamız artık küçük bir köye dönüşmüştür. Bizi gözetleyen sosyal kolonilerin yanı sıra uzayda koloni kurmak dahi oldukça kolaylaşmıştır. Buna göre her insan belli zevklerin takipçisi olarak adeta kolonileşmiştir. Yeni çıkan ürünleri elde etmek için günlerce kuyruk bekleyen kişilerin varlığı artık muamma değildir. Kendisiyle sahip olduğu eşya arasında yakın bağlar kuran bu zihniyet, “tükettiğin kadar insansın” ilkesine göre yaşamaktadır. “Seni değerli kılan şey, sahip olduğu şeydir” telkinine mâruz kalan yeni neslin, eşyaya sahip olmayı hayatının temel hedefi olarak görmesi oldukça üzücüdür. Dijital dünyanın bunu besleyen tarafına rağmen insanlığın önünde hâlâ bir fırsatın olduğu söylenebilir. O da Yüce Allah’ın insanı her an kontrol ettiği bilinci ve bu bilince göre yaşama arzusunun yerleşmesidir. İçselleştirilen bu duygudan sonradır ki insanlık, sahip olmak için değil iyi insan olmak için adım atma noktasına varabilecektir. 

İçinde yaşadığımız modern dünyada ihtiyaçların değişmesine paralel olarak esaretin de boyut ve şekli değişmiştir. Eskiden el, ayak ve boyuna vurulan zincirler şimdilerde beğeni ve eğilimler üzerinden gerçekleşmektedir. Modern kölelik ve bağımlılığın merkezleri konumunda olan alış-veriş siteleri dünün esir pazarlarına dönüşmüştür. Bu sitelerin sahipleri ise bütünüyle esir tüccarları gibi iş yapmaktadır. Mal ve ürün reklamlarına imkân sağlayan iletişim kanalları ise esir taşıyan gemiler konumundadır. Bu hizmetlerin abonesi durumunda olan kişilerin gönüllü esirler olması ise işin cabası. Bir farkla ki, dünün esaret dünyasında genellikle ucuz işgücü fakir ülkelerden temin edilirken, bugün için bunun herhangi bir öneminin kalmadığı görülmektedir. Nihayetinde olan şey, zengin fakir ayrımı yapmadan esaret ve robotlaşma arasında insanın hikâyesidir.

Bütün bunlara rağmen gelişen teknolojinin imkânlarından haberdar olan Müslümanlar tebliğ faaliyetlerini bu kanallardan daha az masrafla ve daha etkin yapabilirler. Onun için son derece güçlü yazılım şirketlerine ihtiyaç bulunmaktadır. Ürettiği bilgiyi zahmetsizce dünyanın diğer ucuna taşıyabilen her site, nihayetinde modern dünyanın tebliğcisi konumuna yükselecektir. Dünün dünyasında ulaşılması oldukça zor hatta bazen imkânsız olan bilgi, artık kolaylıkla ulaşılabilir olan bir şeye dönüşmüştür. Bilgi edinmek isteyenler, uzun ve yorucu yolculuklar yerine, klavye gezintileri ile site dolaşma tercihleri üzerinden kendilerine lazım olanları zahmetsizce elde edebilmektedir. Ancak bu noktadaki asıl sorun, ulaşılan bilginin güvenliği ile nasıl kullanılacağı hususudur. Tıpkı Yüce Allah gibi dijital platformların da insanı kendi hâlinde ya da başıboş bırakmadığı bilinmektedir. O açıdan hadlerini aşmak suretiyle adeta kendilerini bilgi kaynağı olarak sunan yarı tanrısal bir süreçle karşı karşıyayız. Bunun çözümü adına neyin tanrısal neyin beşerî olduğunun tespiti mutlak olarak gerekli görünmektedir.                                                                   

Modern dünyada insanın istekleri üzerinden onları etkileyen materyallerin ihtiyaç hâline getirilmesi olgusunun kapsama alanı genişlemiştir. Bütün insanlar ya da insanlığın azımsanmayacak bir oranla ekseri, kişisel verilerin satın alma objesine dönüştürüldüğü şirketlerin kapsama alanındadır. Görüldüğü kadarıyla misyonerlik renk ve şekil değiştirmiştir. Artık sadece dinsel eğilimleri etkileme amaçlı sınırlı bir misyonerlik faaliyeti değil, şeytanın dört koldan saldırdığı sınırsız bir dünyada faal hâle getirilmek istenilen modern misyonerlik faaliyeti bulunmaktadır.  Bir farkla ki, klasik misyonerlikte insanın din algısına müdahale edilirken, bugün için insanın şeytanını keşfeden teknoloji sayesinde onun beğenilerinde kadar müdahale edilebilmektedir. Sanki teknoloji adeta onu üretenlere rağmen şeytanlaşan bir boyuta evrilmekte gibidir. Dün kendince haklı gerekçelerle insana savaş açan şeytanın ifadesiyle, “…Beni azdırmana karşılık…” (A’râf, 7/16-17) şeklindeki gerekçelendirme, bugün için, “benim kazancımı artırman için…” şeklindeki bir yapıya dönüşmüştür. Görüldüğü gibi insanın nefsi arzularını tetikleyen her iki olgu da; insan, şirket ve şeytanın her türlü değerden öç aldığı bir süreçte demir atmış gibidir. Bilmeliyiz ki her şeye rağmen insanın iradesi üzerinde mutlak hâkimiyeti olmayan bu süreç, iradesi zayıf ya da zayıflatılmış insanlar üzerinde köleleştirici etki yapmaktadır. Özellikle gençlerin üzerinde etkin olması ise, sadece merak duygusunun tatmini şeklinde olamaz.

Teknolojinin eğitmiş olduğu nesillerde henüz öğrenme çağında olan insanların belli yasalarla kısıtlanması cazip gözükmemektedir. Hâlbuki insanların ahlâken eğitilmesi nesnel öğrenme süreçlerinin yeterince açık olduğu bu yaşlarda mümkün olmaktadır. Gariptir, teknoloji şirketlerinin kurucularının çocuklarının nispeten daha az teknoloji içeren okullarda eğitim gördükleri bilinmektedir. Hatta kendileri bile teknolojiden hayli uzak bir yaşamı seçtikleri bilinmektedir. Bu durum, ekonomik kazanç için seracılık yapan ve ürünlerini ilaçlayan çiftçilerin kendileri için klasik yetiştirme usullerine göre besin geliştirmesine benzemektedir. Buna binaen diyebiliriz ki insanların kazanma hırslarına yardımcı olan teknik detaylar, insanın sadece keşif duygusunu değil, sınırsız gelir elde etme hırslarını da tetiklemektedir. İhtiyaç oranına göre üretilmeyen her teknoloji, sonuçta onu kullanan her kişiyi gönüllü tüketici konumuna yükseltmektedir. Gelinen bu konum sayesinde insanların belli oranda zenginleşmekte oldukları bilinmektedir. Üstelik bu sonucun şirketlerin planlamasında bilinçli bir tercih olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Zira insanların çoğu ucuz kredi, borç, yardım vb. gibi değişik katkılar sayesinde belli oranda satın alma gücüne ulaşmalıdır ki, kendileri için üretilen malzemeleri satın alabilsinler. Daha başından beri insanlığın yakasını bırakmayan “köleliğin döngüselliği” denilen şey bu olsa gerek. Dinlerin bunca çabasına rağmen bu durumun devam etmesi ise, son derece hayal kırıklığı yaratmaktadır.

Teknolojik firmaların öne almış olduğu “evrensellik” öğesi, insanlığın yerel ve milli değerlerini ajite etmektedir. Kültürel birikimler ile ulusalcı eğilimler törpülenmektedir. Dinlerin alt değerleri koruma iradesi yaklaşımıyla temel ilkelerde buluşma anlamında ümmet dediği din eksenli kardeşlik projesi, yöresel değerlerin berhava edildiği teknolojik ümmetçiliğe dönüşmektedir. Bu ümmetçiliğin hakikat anlamında kalıcı değer üretmediği, bilakis olanları da hızlı bir şekilde tükettiği görülmektedir. İnsanlığı “dünya vatandaşlığı” formatı altında toplayan bu yeni dinselliğin beşeri için sadece “müşteri” tanımlaması yaptığı bilinmektedir. Bu yapılar için kutsal olan şey, ancak sınırsız olarak gelir elde edilecek olan şeydir. O nedenle hemen her dönem ürünler yenilenmek suretiyle ihtiyaç yaratılmaktadır. Ve dahi mevcut yazılımlar sürekli olarak güncellenmek suretiyle eldeki eşyaların kısa zaman içinde kullanılmaz olduğu “teknolojik çöplük” yaratılmıştır. Buna göre insanların elinde asırlık eşyaların olması neredeyse imkânsız görülmektedir.

Teknoloji sayesinde insanları etkileme amaçlı “küresel vaaz” prodüksiyonları, zaman ve mekân tanımaksızın güç devşirme aracına dönüşmüştür. Buna göre neyin, nasıl ve ne kadar anlatılacağına dair önceden kararlaştırılmış olan her şey, etkin bir tebliğ modeline dönüştürülmüştür. Ekranın gücünü fark eden bu şirketlerin etkilemek istedikleri toplumlar üzerinde uzun süre çalıştığı bilinmektedir. Ve dahi ilgili toplumu yönlendirecek dili kıvrak, zeki insanları bulup kendi ülkesinde yetiştirdiği bilinen bir husustur. Bunu yapmalarındaki sebep, kontrol dışılığın sıfıra indirgenmesi isteğidir diyebiliriz. Kendi milletine düşman olan bu yapılarda yetişen herkesin farklı amaçları olsa dahi, son tahlilde yetiştirildikleri mahfillere hizmet ettikleri unutulmamalıdır. Kanaatimizce bu tür kişi, olgu ve yapıların genel olarak yönetici ülkelerde eğitilip konuşlanması, propaganda malzemesi olarak üretilecek şeylerin daha ucuza elde edilip daha kolaylıkla sunulabilme fırsatını vermesinden dolayıdır. Teknoloji şirketlerinin son derce güçlü imkânlarla donattığı her oluşumun yerli, milli ve faydalı olan yönlerinin ortadan kalkması tesadüf değildir. Çünkü onların programladığı bu süreçlerden sadece evrensel kazanç üreten yapılar neşet etmektedir.

Bütün bunlara rağmen olgusal durumu daha yakından anlama adına teknolojinin sunduğu pek çok yararın olduğu göz ardı edilmemelidir. Hatta teknoloji ve iletişimin geldiği nokta itibarıyla Allah-insan arasındaki iletişimin dili olan vahyin metodunu kavramak oldukça kolaylaşmıştır. İnsanlarla anlaşmak için sözel yapıların kullanılmasını zorunlu olmadığını haber veren bu gelişmelere göre, insandan çıkan dalgalarla anlaşmanın mümkün olduğu görülmektedir. Allah-melek-peygamber iletişimindeki bu yolun daha çık olduğu bu zamanda, elçilerin vahiy almaları değil alay konusu olması, bariz netlikte anlama durumunu yakınlaştırmış gibidir. Buna uygun olarak, insanlığın bilimde geldiği seviye olan yapay zekâ uygulamaları, hem Yüce Allah’ın ve hem de O’nun yazıcıları olan meleklerin katrilyonlarca veriyi ayrıştırma ve kayıt işlemlerini anlaşılır kılmaktadır. Hatta dün için sadece bilim-kurgudan ibaret bir fantezi olup bugün ve yarın için neredeyse gerçeklik/hakikat olgusuna dönüşecek olan ışınlanma uygulamaları, Ahiret hayatının gerçekliğini anlamamızı daha bir kolaylaştırmış gibidir. Bütün bunların hepsinin totalde Allah-insan iletişimini mümkün kılmakta olmasının yanında, Tanrı tarafından yaratılmış olan yasaların dilini çözmenin insanı daha da dindarlaştırıp yaratıcısına yakınlaştırdığı da söylenebilmelidir. Bu sayede hakikati anlama aracı durumunda olan insan beyninin olası haritası ile keşif gücü anlaşılabilmektedir. Böylelikle insanın karar verme mercii, organı olan iradesine malzeme sunan akıl, kalp ve zekânın nelere kadir olduğu gerçeği daha yakından görülebilmektedir.

Yaşadığımız dünyanın daha yaşanabilir yer olması için sadece teknolojinin gerekli olmadığını öteden beri bilmekteyiz. Bunun için insanın yaratılışında yani fıtratında yerleşik olan temel değerleri öne çıkarması gerekmektedir. Teknolojinin bu değerlerin ortadan kalkmasına değil, bilakis yerleşmesinde yardımcı olmasına uygun projelendirme yapması öne alınmalıdır. Bu işleri yapacak olanın ise, üretilen teknoloji değil, sadece ve sadece şuurlu insanın bizzat kendisi olması gerçeğini atlamamalıyız. Hatta bunun temini için teknolojik firmaların da bağlı olduğu temel ahlâk kodları geliştirilmelidir. Mamafih insanların hayatını kolaylaştırmak için üretilmiş olan teknolojinin hayatın amacı olarak yer edinmesinin engellenmesi lazımdır. Yine insan hayatına olumlu manada katkı sunan din ve ahlâk ilişkisi teknolojinin ajite eden değerleri sayesinde “gevşek değer” olarak kalmamalıdır. Aksine olarak teknolojinin üretim ahlâkı bu değerlere yaslanmalıdır. İnsan ürünü olan teknolojinin insanı etkisi altına almasının önüne geçecek adımları atmak birey ve devlet olarak hepimizin uhdesindeki vazgeçilmez bir sorumluluk alanıdır. Bu alanı boş geçmek demek, yakın zamanda kendi kıyametini hazırlayan insanlarla karşılaşmak demektir.

Dijital dindarlığın bize kazandıracağı şeylerden birisi, işitme ve görme konusunda oldukça çeşitli oluşumların varlığına şahit olmamızdır. Buna göre dinlemek, sadece kulak ve gözle değil zihinlerle de olabilmektedir. Bir anlamda empati kurmakla eşdeğer olan bu olgusal durum, klasik manada “kalpten kalbe yol vardır” tespitini yasal prosedürlerle daha görünür kılmaktadır. Bu teknoloji sayesinde Yüce Allah’ın her şeyi bildiğini ifade eden âyetleri daha doğru bir şekilde anlama imkânımız doğmuştur. Bugün için insanın akıl ve kalbinden geçenleri bilmek, sözel ifadelere başvurmadan dalga boylarının tespitiyle artık kolaylaşmıştır. Tanrısal edimlerin mahiyetinin bir kısmını ortaya döken bu tespitler, insan için anlaşılmaz olan durumların da açıklığa kavuşmasına neden olmaktadır. Dışımızdaki dünyada olduğu gibi içimizdeki dünyanın da son derece teknik detayları olduğunu bilmek, akıllı insanlar için varılacak olan “tevhit durağı” mesabesindedir. Belki de sırf bu yüzden dindar insanların teknolojik gelişmeleri dillerinden düşürmemeleri ve tebliğlerinde bu oluşumların teknik dilinden faydalanmaları beklenmektedir. Bu sayede evreni inşâ eden tanrısal bilgilerin güncelliği yeniden öne çıkmaktadır. Bize düşen şey ise, dijital dindarlığın bu sürece olan olumlu katkılarını işlevsel kılmaktan öte bir şey değildir.

Dijital dindarlığı besleyen en önemli sorun, etkin propaganda unsurlarına karşılık olarak, üretilmiş olan bilgilerin güvenliği ya da güvenli bilgi konusu gündemi meşgul etmesidir. Buna göre bahsedilen platformlarda dile getirilmiş olan bilgilerin bugüne değin ulaşılmış olan en son ve tek hakikat gibi sunulmasının sorunlu yönlerinin görülmesi gerekmektedir. Hatta bu platformlarda tek kişilik vaaz üzerinden kişisel hakikatlerin din olarak kabul ettirilmesi çabası gündemdedir. Sunucu ile dinleyici arasındaki güvene dayalı olan kabul değeri ise, körü körüne bağlılıkları ön plana çıkarmış gibidir. Dinleyiciler açısından istenildiğinde terk edilecek olan bu platformlar, zaman içinde tek kanaldan yayın yapma dili üzerinden tarafgirlik sorunuyla karşı karşıya kalmaktadır.  Hele de muhalif düşüncelerin kes-yapıştır şeklinde sunulması, olası düşmanlıkları yeniden yeşertip beslemektedir. Doğal bir süreç olarak bu platformlarda gösterilen her bilgi ve görüntü kendi taraftarlarınca beğeni alırken, muhalifleri tarafından en yumuşak ifadeyle eleştiri, hakaret ve sövgü almaktadır. Tekfirciliğin en kolay işlendiği bu ortamlar, düşünme değil düşünenin peşine düşme yollarını açık kılmaktadır. Bu gibi ortamlarda verilen bilgilerin rafine edilmiş olması neticesinde insanların duymak istedikleri şeyleri söylemek adet olmuş gibidir. Yayın kesme, beğenilmeyen sözleri çıkarma, ne diyeceğini telkin gibi tehdit unsurları gölgesinde bu platformları kullanan kişilerin hakikat karşısında lal olma yetenekleri gelişmiştir.

Slogan dindarlığının en işler olduğu yer olan dijital dindarlık platformları, tebliğ ve bilgilendirme amaçlı olarak değil, daha ziyade kendi taraftarlarını konsolide amaçlı olarak kullanılmaktadır. O yüzden bu gibi oluşumlarda her daim içi boş bir tarzda yüksek perdeden dile getirilen “slogan dindarlığı” ön plandaki tercih olmuştur. Bir kısım insanların teknolojik gelişmeleri yine bir kısım insanları zihinsel köle hâline getirip adeta “kurşun asker” moduna sokmak için kullanma iradeleri, herhalde insanın insana yapacağı en büyük kötülük olsa gerektir. Düşünen, eleştiren, sorgulayan, gerektiğinde uyaran insanların platformları olması gereken bu yerlerin, sadece dinleyen ve itaat eden yapılara dönüşmesi ne hazindir. Tıpkı cuma ve bayram hutbeleri gibi sadece dinleme modlu bilgilendirmelerin kimseye bir faydasının olmadığı aşikârdır. İşbu nedenden ötürü bu gibi bilgilendirmelerin yapıldığı her durum sonrasında “militan dindarlık” olgusunun geliştiği açıkça fark edilmektedir. Başta sahibine olmak üzere ne bireye, ne topluma, ne devlete ve ne de dine asla faydası olmayan bu çeşit sunumlar, dijital dindarlığın yanlış ve de kasıtlı kullanımlar sonucunda ne denli tehlikeli bir araca dönüşebileceğini haber vermektedir. Binaenaleyh yüz yüze anlatımların da neredeyse bu hâle gelmiş olduğu dinsel bilgi edinme mekânları artık insanımıza katkı sunmaktan ziyade onları eksilten bir yapıya dönüşmüştür.

İnsanın tüketme isteği, bilginin kalıcılığının önündeki en büyük engeldir. Bilginin tüketilen nesneye dönüşmesi hâlinde bazen bir bilgi saatler içinde eskitilmektedir. Bu şekliyle dijital tebliğin etkinliği oluşmuşsa da derinliği kaybolmuş gibidir. Hatta sosyal medya fatihlerinin bu gibi platformlar üzerinden “tebliği fatihleri” konumuna gelmesinin ardından kes-yapıştır şeklindeki dindarlık olgusunun yaygınlaşmış olması son derece bâriz olan bir nedendir. Sözüm ona ilay-ı kelimetullah taşıyıcısı konumunda olan medya vaizleri, sistemin hakikat ölçüsü hâline dönüşmüşlerdir. Söyledikleri şeyler, dünden gelenleri yaldızlı sözlerle ifade etmekten öte bir anlam taşımayan bu programlar, geleneksel dindarlığı onaylayan kurucu irade ve sistemin de katkısı sayesinde en çok izlenen programlara dönüşüvermiştir. Bu şekliyle klasik dindarlığın merkez değeri durumunda olan ataların dindarlığını takip eden ve ettiren yeni taşıyıcılar devreye girmiştir. Üstelik oldukça kazançlı olan bu işten medya vaizi, medyanın kendisi ve medyayı onore eden sistem de payını almakta gibidir. Gizli tehditler ya da medya teşekkülünün iç kontrolü sayesinde farklı düşünenlerin yok sayıldığı bu süreç işletimi, geleneksel devlet refleksine de son derece uygun bir hamledir. Son tahlilde merkezden onay almış olan bu çeşit tebliğ cemaatleri, makbul olarak kabul edilen tebliğ sitelerine dönüşmüştür.

Oldukça yakın bir zamanda yeni değer skalasının oluşmuş olduğu medyatik ya da dijital dindarlık süreçleri, kendine has niteliği gereği farklı dostluk ilişkilerini hayatımıza kaim kılmış gibidir. Buna göre adı geçen platform dostlukları, yakın ziyaretlerle değil sanal ilişkilerle başlar olmuştur. Doğaldır ki bu gibi dostluklardan “bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır” neticesinin çıkmayacağı ifade edilmelidir. Kırılgan, geçici, yapay ve çıkara dayalı dostlukların yeşerdiği bu gibi ortamlarda platformun yapısı gereği insanlığın kalıcı değerlerini işlemek oldukça zor gözükmektedir. Ancak her ne olursa olsun bu gibi ortamları sunulmuş bir imkân olarak görmek suretiyle insanlığın kalıcı değerlerini işlemeye devam etmek gerekmektedir. Bizler, zamanın dili ve iletişim aygıtlarını kullanmak suretiyle ilgili zamanın muhataplarına ulaşabileceğimizi aklımızdan çıkarmamalıyız. O yüzden hiçbir imkânın boş geçilmesi söz konusu edilmemelidir. Belki o zaman yöresel olanın evrensel olanla kesiştiği etkin bir yapıyı kurmak mümkün olabilecektir.

Günümüz dünyasında ülke fetheden ordu komutanlarının yerini yazılımcılar almıştır. Sanal dünyanın yeni komutanları olan bu kişilerin gönüllü müşterisi durumunda olan çok sayıda askeri bulunmaktadır. Bu askerlerin nasıl eğitildiği hususu ise her şeyden evvel kişisel olarak güvenlik sorunudur. Ayrıca kendi imkânlarıyla kendisine düşman yetiştirmek istemeyen devlet aygıtları, bu hususta oldukça dikkatli davranmalıdır. Bu çeşit platformlarda sunulan bilgilerin önü bütünüyle alınamazsa da bilgilendirme amaçlı üniversite vb. farklı kurumlardan yararlanmayı tercih etmelidir. Behemahâl bahsedilen sanal dünyanın hukukî alt yapısı oluşturulmalıdır. Kasıtlı çarpıtma, tehdit amaçlı kullanma, izinsiz veri alınması, küfür, hakaret ve tehditler tez elden cezalandırılmalıdır. Unutulmamalıdır ki hukukun korumadığı hakları sanal dünyanın moderatörleri asla korumayacaktır. İnsanlığa katkı sunmak istiyorsak kontrolsüz olan her mecrayı kontrol altına alıp herkesi bağlayıcı olan hukukî standartları belirlemeliyiz. İnsanımızı zihinsel köle hâline getiren her türlü yapıma müsaade etmemeliyiz. Neticede sanal dünya, tıpkı gerçek dünya gibi sorumsuzca at koşturulan yer olmamalıdır.

Yorumlar (1)
Selin 3 yıl önce
Bu kalem vasatsa kalemsiz çok insan tanıyorum.
12
az bulutlu