banner4
14.02.2020, 09:42

MİLL VE “ÖZGÜRLÜK ÜSTÜNE”

John Stuart Mill, 1806-1873 yılları arasında yaşamış İngiliz düşünürdür. O’nun 1859’da yazdığı “Özgürlük Üstüne” adlı eseri, “özgürlük” konusunda yazılmış değerli bir eserdir.

Mill’in belirlemeye çalıştığı özgürlük, “mutluluğu gerçekleştirmeye” araçtır. O, hayatın amacını, faydadan daha çok, “insan haysiyeti ve saadeti (mutluluğu)” üzerine bina etmiştir.

“Özgürlük Üstüne” adlı çalışması, “özgürlük ile otorite arasında olan mücadeleyi” anlatmaktadır. Bu sebeple Mill, eserinde “otoritenin niteliğini ve sınırlarını” belirleme gereği duymuştur.

Eserinde, devletin zor kullanma yetkisini tanımlarken; “Medeni bir toplum üyelerine, isteklerine karşı güç kullanmanın yegâne meşru gerekçesi, ‘başkalarına zarar verilmesini engellemek’ şeklinde göstermiştir. “İnsanlığın kurtuluşunu temin eden ve başka bireylere ya da gruplara müdahale hakkını veren bu ilke, kişinin ya da devletin kendisini koruması” prensibidir.

Özgürlüğün içkin yapısında, “İnsanın her türlü baskıdan sıyrılarak, kendisini doğrudan ve dolaylı olarak ilgilendiren konularda, her türlü kararı kendi kendine alma ve bunun önündeki engellere karşı ise direnme hakkı” bulunduğunu söylemiştir.

Özellikle “düşünce hürriyeti” konusundaki tespitleri çok çarpıcıdır:

Devlet bir kişinin düşüncesini dile getirmesini yasakladığında, o kişiyi “aşağılayarak haysiyetini kırmış” olur. Bu halde, o kişi toplumun eşit bir üyesi olarak, hak ettiği muameleye layık görülmeyerek, insan onuruna yakışmayan bir duruma maruz bırakmış, demektir.

Oysa ki “İnsanlar mükemmel varlıklar olamadığından, farklı fikirlerin ortaya çıkmasının iyi bir şey olduğunu kabul eden bir kimse, farklı hayat tarzlarının, her bir karaktere – başkalarına zarar vermemesi kaydıyla – kendisini geliştirmesi için özgürlük tanınmasının gereğini ve farklı hayat tarzlarının her birinin saygıdeğer olduğunu kabul etmek durumundadır.”

J. S. Mill, “Şayet bir teki hariç, bütün insanlar aynı düşüncede olsalar ve yalnız bir kişi farklı düşüncede olsa bile, nasıl bu kişinin tüm insanları susturmaya hakkı yoksa, aynı şekilde bütün insanların da bu kişiyi susturmaya hakları yoktur” demektedir.

Zira yasaklamaya, engellemeye, diğer bir ifadeyle ‘boğmaya’ çalıştığımız düşüncenin, yanlış bir düşünce olduğundan hiçbir zaman emin olamayız. Bir otorite tarafından ortadan kaldırılmaya çalışılan farklı düşüncenin, daha baştan doğru olmadığını iddia etmek, olsa olsa bir “yanılmazlık taslamadır.”

Şu halde, hiçbir kurum ya da kimse yanılmaz olmadığı gibi, onların da insanlık adına böyle davranmaya hakları yoktur. Gerçeğin bulunabilmesi için gerekli olan çaba, fikrin eleştirilebilmesinde yatar. Düşüncenin, eleştiriden uzak tutulduğu durumlarda, düşünceler birer “dogmaya” dönüşürler ve entelektüel anlamda kültür adına bir ilerleme sağlanamaz.

Bu noktada J.S.Mill, sözüne devam eder: “Bir düşüncenin susturulması insan ırkına karşı, başka bir deyişle yaşayan nesle olduğu gibi gelecek nesillere karşı da bir haydutluktur.Şayet düşünce doğru ise, insanlar yanlış olanı, doğru olanla değiştirme imkanından mahrum kalırlar. Şayet düşünce yanlış ise, o zaman da aynı derecede büyük bir faydayı, yani gerçeğin yanlışlıkla çarpışması sonucunda daha açık ve net biçimde ortaya çıkıp anlaşılması fırsatını elden kaçırmış olurlar...”

Mill’in bu tespitine dayanak gerekçeleri de vardır:

Birincisi; herhangi bir düşünce susturulmaya çalışılsa da bu düşünce, bizim kesin olarak bilebileceğimiz şeylere rağmen, doğru olabilir. Bunu kabul etmemek ‘yanılmaz’ olduğumuzu sanmaktır.

İkincisi; susturulan düşünce yanlış dahi olsa, onda hakikatin bir kısmı bulunabilir. Nitekim, pek çok defa böyle olmuştur: Yani, herhangi bir konuda çoğunluğun paylaştığı düşünce veya üstün gelen düşünce nadiren hakikatin tamamı olabilir. O halde, hakikatin geriye kalan kısmının tamamlanması ihtimali ancak karşıt düşüncelerin çarpışması sonucunda gerçekleşir.

Üçüncüsü; doğruluğu inkar edilemez kabul edilen düşünce yalnız doğru değil, aynı zamanda gerçeğin bütünü bile olsa, o düşünceye kuvvetle ve ciddi olarak itiraz edilmelidir. Aksi halde, onu ‘değişmez bir hakikat’ diye anlayanların çoğu, gerçek sebeplerini pek az anlayarak, o düşünceye bir ‘peşin hüküm’ şeklinde inanırlar.

Dördüncüsü; asıl fikrin kendi anlamını kaybetmesi, zayıflaması ve insan karakteri ile hareket tarzı üzerindeki “hayati etkisini yitirme tehlikesi” vardır. Fikir, sadece görünüşte bir kabul haline bürünür.

Görüldüğü üzere, bir fikrin çarpışmasından, hakikatin elde edilmesi imkanı  var iken, bir tartışmada ‘eleştirenin haksız ithamlara maruz bırakılması’ son derece yanlıştır.

Mill, eserinde şöyle der: ”Bir tartışmacı tarafından bu türden işlenebilecek en kötü suç, muhalif fikri tutanlara, ‘kötü ve ahlâksız adamlar’ damgasını yapıştırmaktır. Halk tarafından tutulmayan herhangi bir fikri savunanlar, bu çeşit iftiraya maruz kalırlar. Çünkü bunlar genellikle az sayıda ve güçsüzdürler.”

“Özgürlük Üstüne” adlı kitabında, ‘farklı düşüncenin boğulmak istenmesi’ karşısında, verilecek mücadeleye önem veren ve bunu öven Mill,“Halinden memnun bir domuz olmaktansa, halinden memnun olmayan bir insan olmak; bahtiyar bir budala olmaktansa, acı çeken bir Sokrates olmak daha iyidir. Kendi hayat tercihlerini yakın çevresine veya başkalarının isteğine göre belirleyen kimsenin, ‘maymun’ gibi, taklit yeteneğinden başka bir şeye ihtiyacı yoktur. İradesi ve aklı kendisine ait olmayan birinin, kendisine ait bir karakteri de olamaz. Bireyi çökerten, ezen her şey, istibdattır. İster Tanrının iradesini yerine getirmekten bahsedilsin, isterse insanların emirlerinden. İkisi de aynı kapıya çıkar...O halde kendi kaderini kendisi belirleyen kimse ancak bütün yeteneklerini kullanır. Birey, yanlış olarak gördüğü her şeye direnme ve karşı çıkma özgürlüğüne sahiptir.” sözleriyle “insan onuru” mücadelesine verdiği desteği yineler.

İngiliz düşünür, hayatını geçirdiği İngiltere ülkesinde, fiilen ciddi “özgürlük gaspları” görmüştür ve bu sebeple de Devletin özgürlüğe müdahalesinde “bir sınır olması gerektiği” tezini savunmuştur:

”Birinin, özgürlüğünü bağımsız olmasını önleyerek veya ona amaç değil, araç gibi davranarak özgürlüğünü engelleriz...Başkaları bireye öğüt verebilir, uyarılarda bulunabilir, onu ikna etmek için çaba sarf edebilirler. Hatta, kendi çıkarları için bireyden uzaklaşmayı tercih edebilirler, ama daha fazlası değil! Hele şiddete asla başvurmamalıdırlar. Nitekim bir kişinin işlerine, başkalarının hakkını korumak için yapılan müdahaleler dışında müdahale etmemek gerekmesinin sebebi, özgürlüğüne saygı düşüncesidir. Ancak toplum, kendini korumak için bireye karşı gerek toplumsal, gerekse yasal ceza verilmesi yoluna gidebilir. “ diyecektir.

Mill, bir kişinin ‘kendi özgürlüğünü başkasına devretmesine izin vermeyi’ özgürlük olarak da görmemiştir. Ona göre, Devlet, her bireyin kendine ait olan özgürlüğüne saygı göstermekle beraber, bir kişinin ‘başkaları üzerindeki iktidarını nasıl kullandığını’ kontrol etmekle de yükümlü olmalıdır: “Faydalı amaçlar için bile olsa, ‘istediği gibi kullanabilsin diye’ halkını uysallaştıran, cüceleştiren bir devlet; sonunda küçük insanlarla, büyük şeylerin başarılamayacağını görecektir.” diyerek devletin, ‘tek tipleştirici’, insanların yeteneklerini ortadan kaldırıcı, ‘toplum mühendisliği’ çabasına karşı çıkar. 

Netice itibariyle, John Stuart Mill, yaşadığı dönemdeki insanların çoğunluk görüşlerinden ayrılarak, “farklı ve değerli anlam taşıyan” başka düşünceleri savunmuştur: Gerçeğin bulunabilmesi, yanlışların yerine doğruların konabilmesi ancak ifade özgürlüğü ile mümkündür. Özgür bir tartışma ortamı bulunmadığında, fikirler birer tartışılmaz “dogmalara” dönüşürler. Düşüncenin ve ifade özgürlüğünün sınırlandırılması, insan iradesine, onun tercih özgürlüğüne ve insan onuruna saygısızlık anlamına gelir. Bireylerin karakterlerini ve yeteneklerini sınırlandırmak, olgun bireyleri ‘çocuk’ seviyesine indirmektir ve insanları kuklalara dönüştürmektir. Bu yüzden Devlet ve toplum yalnızca hoşa giden düşüncelerden değil, hoşa gitmeyen düşüncelerden de faydalanmalıdır. Elbette özgürlüğün sınırı vardır: Birey özgürlüğünün sınırı, “başkalarına zarar vermemek” üzere olmalıdır. Bireyin yalnız kendisini ilgilendiren alanlarındaki hakkı ise mutlaktır.

Kitaptan bir cümle ile bitirelim: “Eğer tüm insanlığın, farklı düşünen tek bir kişiyi susturmasını haklı buluyorsanız, gün gelip o tek kişinin iktidarı ele geçirdiğinde, tüm insanlığı susturmasına karşı çıkmaya da hakkınız olmaz!”

Not: Yargıtay Tetkik Hakimi iken, 2015 yılında okuyarak, yazılı özetler çıkardığım ve Hakim arkadaşlara anlattığım, eserler hakkında, bilgilendirmeye devam edeceğim.

Yorumlar (2)
Mahmut Şimşek 4 yıl önce
Konu kadar, güzel bir anlatım dili için teşekkür ediyorum...
Ali Rıza Malkoç 4 yıl önce
Kitabınıza eklenebilecek bir yazı.
Hukukun üstünlüğü, bağlayıcılığı ve fikir hürriyetinin temeli budur.
Kaleminiz daim olsun.
12
az bulutlu