banner4
28.01.2021, 23:05

MEMUR ZİHNİYETİ VE MEMUR TOPLUM

Kitaplığımda on yıldır bulunan ve memur olarak gittiğim her tayin yerine götürdüğüm bir makaledir: “Memurluk Zihniyeti ve Memuriyen Toplum” (Ömer Aytaç, 2006). Nice zaman sonra bu makale üzerine, yazı yazma ihtiyacı hissettim.

Sözkonusu makalede öne çıkan düşünceler şunlardır: Ülkemizdeki yönetsel yapı genelde, otoriter, merkeziyetçi ve bürokratik bir nitelik taşımaktadır. (Şerif Mardin, 1990) Toplumsallığın memuriyete özgü halleri ailede, akrabada, okulda yeniden üretilmektedir. Mevcut değerleri kutsayan memur toplumu kendi iktidarını güçlendirmekte, bu suretle memurlardan oluşan bir toplum inşası devam etmektedir. Memur toplumu büyük ölçüde, Osmanlı yönetim geleneğinden mirastır. Bu toplum anlayışında hiç kimse cemaatçi ve toplulukçu değer anlayışlarının dışına çıkamaz. Memur toplumu, ‘olanı muhafaza etme, itaatkar güdülerle hareket etme, teslimiyetçi tavırlar gösterme, üretici girişimcilikten yoksun, şekle ve kurala aşırı bağlı, otoriteye büyük hürmet gösteren, işlerini yapar görünen’ davranış biçimleri göstermektedir. Memurlardan kurulu bir Devlet, merkezi pozisyonda olacağından, doğal olarak bireyi ve sivil oluşumları kontrol eden, devlet dışı özerk ve özgür kurumların, sivil toplum kuruluşların vesayetçisi olarak denetleyen işlevini görecektir. Bu halde, bireyin kendini geliştirme hakkı olmayacağı gibi insan onuru korunamaz. Devlet karşısında, aracı durumunda olan fertler, güçsüz durumda ve feda edilebilir konumdadır.

Osmanlı Devleti’nin bu sosyolojik halini, tespite çalışan Ziya Gökalp, “toplumun kendi karakterine ve kültürel yaşayışına” bağlamış ve şöyle demişti: “Türk’ler tab'an devletçidirler. Her teceddüdün, her terakkinin başlamasını devletten beklerler. Memurlarını bu nokta-i nazardan intihap eden devlet, büyük bir şirket gibidir.

Memur Zihniyeti ve Memur Toplumu’na ilk büyük tepki, Prens Sabahattin’den (1877-1948) gelmiştir. Prens Sabahattin, “Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?” adlı kitabında, söylediği eleştiriler, ciddi ve önemlidir. Osmanlı toplumunun “memur zümresinin tahakkümü altında” olduğunu düşünen Prens Sabahattin, “bu baskı yüzünden her türlü bireyselliğin ortaya çıkışı, şiddetle kapatılmaktadır”, görüşündedir:

“Hâlâ görmeyecek, hâlâ anlamayacak mıyız ki, Merkeziyet demek, hürriyeti tekele almak, çoğunluğu azınlığa çiğnetmek, teşebbüs fikrini yok etmektir!”

"İstibdadı uygulayanlar memurlardı ve onlar da midelerinden saraya bağlıydılar. Bu yönü ile bakıldığında memuriyetin aslında insanın elini kolunu bağlayan, hatta zaman zaman şahsiyetinden feragat etmeye mecbur bırakan bir geçim kaynağı olduğu sonucu da çıkarılabilir…"

 “Böyle bir toplumda, insan yaratılış bakımından ne kadar namuslu olursa olsun zamanla her haksızlığa, her alçaklığa katlanmağa, katlana katlana da ahlak temizliğinden tamamen uzaklaşmağa mahkum oluyor. Bu mahkumiyet, geleceğimizi tehdit eden âfetlerin en korkuncu! Yabancı istilasına uğrayan bir milletin şayet ahlakı büsbütün bozulmamışsa, hukukunu yavaş yavaş tekrar ele geçirebilir. Fakat ahlaksızlığın damarlarına işlediği bir milleti, hiçbir kuvvet kurtaramaz!”

Prens Sabahattin’in çözüm önerisi “teşebbüs-ü şahsi”olacaktır. Yani bireysel girişimin, insanın maddi ve manevi kişilik gelişiminin, insan onurunun önünün açılması gereklidir. Merkeziyetçi bürokratik zihniyet, her türlü bireyselliğin önünü kesip, ‘kamucu’ bir zihniyet yapısıyla, var olan sistemin eleştirisine ve varsa sorunların konuşularak değiştirilmesine izin vermemekte, kendi zihniyetini, makam ve mevki vaadiyle kullandığı memur insanlar eliyle yeniden üretmektedir. Oysaki bireyci teşebbüs ve oluşturacağı sosyal yapılar, “ilerlemeci toplumsal gelişmenin” dinamiğidir. Batı toplumlarının sosyal yapısı, bireyciliğe dayanır ve bu nedenle onları geliştirmektedir. Prens Sabahattin’e göre, Osmanlı’nın son zamanlardaki mevcut sosyal yapısı ise “üretkenliğe” bütünüyle engeldir.  

Ona göre, “Toplum olarak üretmek, çalışmak, sebat etmek, ilerlemeci değerlere yönelmek yerine, ‘çalışmadan kazanmak’, ‘kayırılmak’, ‘arkalanmak’, ‘rahatlığı aramak’ ve benzeri kötü alışkanlıklar toplumda üremiştir. Bu yüzden, devlet dairelerinde lüzumundan fazla memur istihdam edilmiş ve bu alımlar, liyakate göre değil, daha çok himaye maksadıyla işe alınmaktadır.”

Şu halde, memuriyete giriş şartları yanlış olunca, memurun onurlu bir şekilde kişisel gelişimini göstermesi ve devletine daha fazla olumlu hizmetler sunabilmesi mümkün olamamaktadır. Devlete ilk adımını atar atmaz, bilgi ve liyakat yerine, başkalarının desteğine muhtaç bırakılan, sonra memuriyette kalmak için yine ‘koltuk değneklerine’ -üstelik her iktidar değişiminde, gelenin suyuna gitmek mecburiyetiyle - ihtiyaç duyacaktır:

“Şahsi çalışma ve gayretle yaşamak ve zenginleşmek için bilgi, tecrübe, kararlılık, tedbir ve çaba gibi birçok meziyetlere sahip olmak şart! Biz çoğu zaman bunlardan mahrum olduğumuz için, çocukluğumuzdan beri aldığımız terbiye sonucu kazanmadan yaşamak, çalışmadan zenginleşmek istiyor, dolayısıyla hükümet memurluğuna göz dikiyoruz...”

 “Lüzumundan yüz kat fazla memur olan bir hükümette vazife almak için tek çare liyakat değil, fakat himayedir. Demek ki daha cemiyete birinci adımı atarken, başkalarının himayelerine sığınıyoruz. Şahsi haysiyetimizden bu ilk fedakârlığı yaptıktan sonra da kayrıldığımız yerde ilerleyebilmek için yine himayeye muhtacız...”

 İşte bu nedenlerle, Prens Sabahattin, ailelerin, çocuklarını bağımsız ve özgür bir hayata hazırlamadığını, çocuklara özel çalışma ve girişkenliklerine dayanarak yaşama ve yükselme gücü vermediklerini, tersine onlardan hayat güçlüklerini çözmek için hep bir ‘dayanak arama kültürünü’ yerleştirdiklerini dile getirir:

Her ülkenin olduğu gibi, Türkiye’nin de selâmeti milli terbiye sisteminin ıslahına bağlı! Terbiyenin iki köklü sebebi olan aile ve okul, kendilerinden beklenen görevi yerine getiremiyorlar… “

Hayatlarını kendi kabiliyetleriyle kazanmak imkanına sahip olamayanlar, onu haliyle aile, toplum ve hükümetlerinde arıyorlar. Bu da tepeden tırnağa kadar her tarafta istibdadın kökleşmesine yarıyor. O halde yapılacak en acil iş, okullarımızı kelimenin tam anlamıyla müteşebbis ve faal adam yetiştirmeğe elverişli bir duruma getirmekten geçiyor...”

Düşünür Prens Sabahattin bu sözleriyle, memur yetiştiren toplum değil, girişimci bireylerin yetişmesine katkı sağlayan bir eğitim sistemi kurmak istemektedir:

“Bütün amacımız ve teşebbüslerimiz, yetişen yeni neslimizi memurluk peşinde koşmaktan kurtaracak ilmî ihtisalaşma ve medeniyet yolunda verimli çalışmalara sevk edecek sosyal vasıtaları hazırlamaya yönelik olmalı! Yapılan çalışmalarla, verimli bir teşebbüse katılmak üzere, hususî hayatta sebat edenlerin, siyaset hayatında ihtiraslı bir ömür sürdürenlerden çok daha fazla cemiyete faydalı olduklarını bilfiil isbata çalışacağız… ”

“O halde tedavi yolu: Özel hayatımızın kan damarlarını, şahsiyeti yok eden tembellikle değil, müsbet ve pratik bir terbiye sayesinde, şahsiyeti geliştiren, teşebbüsü harekete geçirmektir.”

Sonuç itibariyle, başta da vurgulandığı gibi memur zihniyetine sahip bir toplum, otoriter yönetim anlayışını kendine normalleştirmiş bir toplumdur. Böylesi bir toplumsal yaşam döngüsü, insanlara hiçte arzu edilmeyen, çok zararlı davranışları öğretecektir. Bozuk zihniyettin sosyal etkisinde kalan memurlar da üretemeyen, korkak, pasif, jurnalci (devlet dairesinde yükselmek için yağcılık yapmayı vazife bilen, birilerini fişleyerek üst amirine bildirip, başkasını kötüleyen), onursuz ve kişiliksiz kimseler olacaklardır…

O halde tez zamanda, bu zihniyetten çıkmak, devlet memuriyetini daha olumlu sosyal yapıya dönüştürmek gerekir. Anlatılan zihniyet sorunlarına eğilmek, aydınlatıcı fikirleri daha fazla dinlemek ve Prens Sabahattin’in sözlerine daha fazla kulak vermek icap eder: “Kayırılmaktan başka bir terakki vasıtası olmayan bir genç, kuvvetli bir şahsiyete sahip olabilir mi? Elbette olamaz! Çünkü zavallı, kendisinin değil, himayecisinin istediği şekle girmeye mecbur!..Himayecisine göre ak olan, kendi nazarında ‘kara bile olsa yine karayı ak’ diye, kabule mahkum! Amirlerine karşı tapınmayı görev bilen bu memurların, kendilerine seviye bakımından daha düşük olanlarından ilk bekleyecekleri iş, kendilerine tapındırma!..” Öyleyse, “fikri hür, vicdanı hür” nesillerin yetişmesi ancak ‘bozuk memur zihniyetinden’ kurtulmakla, toplumun önünü açan kişisel girişimcilik ruhuyla ve her konuda çok daha fazla üretmekle mümkün olacaktır.

Yorumlar (0)
12
az bulutlu