Ataması Yapılamayan Öğretmenler…
Diyarbakır Sanat Sokağına önceki sabah uğrayanlar rengârenk yağlıboya tablolarla süslenmiş cıvıl cıvıl bir manzara ile karşılaştılar. Caddenin ortasında asılı "ATAMASI YAPILMAYAN RESİM ÖĞRENCİLERİ VE MEZUNLARİ SERGİSİ" yazılı bez afişin anlamını bulmaya çalışırken tabloların üzerindeki siyah kurdeleleri görünce içim burkuldu bir an.
Üstad Çetin Atlan'ın on yıllardır hepimizin diline dolandırdığı “mesleksiz toplumuz” sözünün pabucu dama mı atılıyor? Yoksa plansız , programsız partilerin ülke iktidarına geldiğinde Kit'lerin (Kamu İktisadi Teşekkülleri) nasıl adama göre iş mantığıyla doldurmuşsa, üniversiteleri de politik amaçlar doğrultusunda ve dünyaya üniversiteli sayısını kartvizit olarak Türkiye'nin yakasına takma adına yapılan yanlışların artık üstadın bu sözünün “meslekli işsiz toplum”a doğru yöneldiğimizin somut örneğini Diyarbakır Sanat Sokağı dünden beri pratikte yaşıyor.
Sayın Başbakanın doğru gibi gelen ve üzerine basa basa; “dünyanın hiçbir ülkesinde üniversite mezunlarına iş garantisi olmaz “sözü bizim eğitim anlayışımızla ne kadar alakalı ve bir bilen olarak ne kadar sıkıntılı sorumlu olduğu da anlaşılıyor.
Ülkemizde eğitim ve öğretime bakışın, ülkenin sanayi ve bilgi seviyesiyle nasıl ve ne kadar doğru orantılı olduğunu belirlemek yerine, yılların yükünden beyhude kurtulma çabası yattığı da gözden kaçmıyor...
Bizde, üniversitelere alınan öğrencilerin alt belleğine şunu mıh gibi biz kazıdık; klasik, kutsal devlet desteği ve güvencesiyle gençlere bugüne kadar üniversiteleri meslek sahibi olma yeri olarak biz sunduk. Gençler de üniversiteleri bir nevi KİT olarak gördü; "Bir bölüme kapağı attımsa meslek-ekmek- sahibiyim” anlayışını benimsedi. Ama dünya değişiyor. Pazarlar liberal. Hayat pahalı. Meslekler ucuzluyor.
Resim bölümü mezunu ve öğrencileri bir anlamda eğitimi ve sistemi protesto eden, işsiz kalmalarını ve mesleklerini icra edememelerinin duruşunu sergiliyorlardı. Bu genç resim öğretmenlerinin KPSS (Kamu Personeli Seçme Sınavı) ile bağlayan ve meslek kalitesini aramayan zihniyetin genç beyinlerde yarattığı kırık fay hatlarının giderek büyüdüğünü bu yasal itaatsizlik protestolarına yarın müzik, beden eğitimi, kimya, fizik, tarih, mimarlık, hukuk hatta bugün popülaritesi olan matematik ve psikoloji gibi bölümlerde de bu çıkışları görmek olası...
Genç öğretmenler, ressamlar radikal olmayan bu pasif direnişlerini; karışık teknikle yaptıkları çağdaş kavramsal sanat ağırlıklı 500'e yakın tablolu protestolarını taşlı sopalı çıkışlara tercih etmesi, çağdaş bir sivil itaatsizlik örneğini vermeleri takdire değerdi doğrusu...
Meslek eğitimlerini önemseyen bu iktidar, İHL (İmam Hatip Liseleri ) çıkmazını unutturacak kadar önemde bir kaosla karşı karşıyadır.
Peki bu işin çıkış yolu yok mu? Elbette var. Hep Avrupa'ya, batılı demokrasilere ya kopyacılıkla özeniriz ya da peşinen ret ederiz. İlköğretim okullarımızda hâlâ medrese anlayışıyla beşinci sınıfa kadar her sınıfı bir öğretmenle idare ederiz. Neden Batı da ki gibi birinci sınıftan itibaren öğrencilerimizin resim derslerine, müzik derslerine, beden eğitimi derslerine ayrı ayrı öğretmenler girmez ve yavrularımızı yarınlara tüm derslerde bir öğretmenin değil, çoklu öğretmenlerin kolektif aklı bir müfredatla hazırlamayız. Öğrencilerimizi içine kapanık öğrenci psikolojisi temelinde, evde yalnız annesi ve babası ile beş yılda okulda da, her gün, günde ortalama dört- altı saat tek öğretmen görmeye mahkum ederiz. İlkokullarda bu genç öğretmenler bu yöntemle değerlendirilemez mi? Tüm sanat dallarının liselerimizde bile haftada ancak bir iki saatle geçiştirildiğini düşünün. Oysa sanat dalları yazmakla, okumakla öğrenilmez. Mutlaka pratiğe ve bir öğretmene ihtiyaç duyar. Müzik gibi, resim gibi bölümler ki hem aileye hem devlete masraflı bölümlerdir.
Ama toplum olarak o kadar açız ki her şeyin fazlasını isteriz, fazlayı bulunca bu kez ne yapacağımızı bilemeyiz. Bir çok konuda sorumsuz sorumlular olarak bizi yönetenler de bilir ki, askerde askerin zayiatına “eğitim zayiatı" denir ve işin içinden çıkılır. Üniversitelerimizdeki bu eğitim fazlasına da asker kafasıyla eğitim zayiatı mı, eğitim fazlası mı deyip geçiştirelim. Ama gördüğümüz somut tablo bize; “Nereye kadar Payidar?” diye sormakta …
Sistem çıkış yolunda siyasette demokrasinin, ekonomide demokrasinin, hizmette demokrasinin ve görüldüğü gibi eğitimde demokrasinin alt yapısını oluşturuncaya kadar, başına da bilgi insanının getirilmesi gerektiğini anlayana kadar eğitimde kaoslarımızın devam edeceğini işaret etmekte.
Elbette bu gibi meslekli işsizlerimizin sorunun salt devlet kapsında iş bulmak olmadığını da biliyoruz. Çünkü meslek sahibi olmak yetmiyor. Sistem meslek sahibi olmanın yanı sıra, iş sahibi olmak için gerekli para sahibi olma şartını da eğitim görenlere bırakıyor.
Meslek sahibi ol, olma. Bu sistemde paran kadar konuşuyorsun.
Bugün işsiz kaldığı için, “Yasal İtaatsizlik” protestosuyla Diyarbakır'dan seslerini diğer meslektaşları gibi duyurmaya çalışan genç resim öğretmeni ve öğrencilerinin bu mütevazı ve emek dolu protestolarını sanırız iktidarın şu an şehrimizde bulunan milletvekillerinin de dikkatini çeker ve konuyu MEB''e, yasamaya yeniden taşır.
Özetle; biz Kürdlere, çok çocuk yapıp sokağa salmayın diyenlere bir sorumuz var: Üniversitelerde iş ve istihdam alanı olmayan branşlara ihtiyaçtan fazla öğrenci alıp, mezun edip sokağa salan sizlerin, çok çocuk yapıp sokağa salan biz cahillerden ne farkınız var, beyler söyler misiniz?
Not: Yazarımız Mahmut Şimşek'in bu köşe yazısı 28 Mart 2004 yılında D. Söz gazetesinde yayınlanmıştır.