banner4
29.03.2020, 15:55

Kaçacak Yer mi Var?

Ne, ne zaman nerede doğacağımızı, ne de nasıl öleceğimizi biliyoruz. Dünya koşullarında, başımıza ne zaman ne geleceği, ne yaşayacağımız belli değil. Belki bir anda yaşamımız tamamen değişecek; biz kontrol edemiyor, yalnızca tedbir alıyoruz.

Korunmasız bir varlığız, ummadığımız bir anda bir tehlike ile karşılaşabilir; yaşadığımız olay sonucunda, bedensel kayba uğrayabilir, ölebiliriz. Bu yüzden kendimizde güç görerek, Allah’a karşı büyüklenmeye kalkışmanın çok akılsızca olacağı açık. Sahip olduğumuz tüm imkânları ve özellikleri veren Yüce Allah’tır ve dilerse tümünü geri alabilir.

Yüzlerce tehlikeyle birlikte yaşarız. Göktaşları, karadelikler, kuyruklu yıldızlar, dünyanın derinliklerine inildikçe binlerce derece sıcaklıkta magma tabakası… Ayrıca koruyucu bir tabaka olduğu halde, fırtınalar ve tayfunlar gibi yıkıcı sonuçlara yol açabilen doğa olaylarının gerçekleştiği atmosfer. Sık sık can ve mal kaybıyla sonuçlanan depremler, yanardağ patlamaları, seller, salgın hastalıklar kısa bir süre içinde bir kenti, orada yaşayan tüm canlıları yok edebilir, büyük hasarlara neden olabilir.

Her felaketi Allah yaratır ve hepsi gerçekte insanlar için bir uyarı niteliği taşır. Tümü Allah’ın insanlar üzerindeki rahmetindendir. Allah, böylece insanlara acizliklerini ve Kendisi’ni hatırlatır. İnsan bu olaylardaki aczini görüp, üzerinde düşünüp öğüt alabilir.

Yaşananlar, içinde bulundukları gaflet halinden kurtulmaları, büyüklenmekten vazgeçerek Allah'ın dosdoğru yoluna girmeleri ve dünyaya tutkuyla bağlanmamaları için insanlara tanınan birer fırsattır. İnsan, böyle zamanlarda ne kendisine, ne de çevresindekilere yardıma güç yetirebilir; her şey Allah'ın elindedir; O'ndan başka zarar verecek ya da yarar sağlayacak kimse yoktur.

Tarih, büyük uygarlıklar kurmuş, ancak doğal afetlerle, salgınlar hastalıklarla yok edilmiş toplumlarla doludur. Bu kavimler büyüklenmiş, sahip olduklarını Allah'ın vermiş olduğunu kabullenmemiş, azgınlaşmış ve ileri uygarlıkları, sosyal ve siyasal düzenleri, askeri başarıları onlara yarar sağlamamıştır.

Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını bir görsünler. Onlar, kendilerinden daha çoktu ve yeryüzünde kuvvet ve eserler bakımından daha üstündüler. Fakat kazandıkları şeyler, (azaba karşı) onlara hiç bir şey sağlayamadı. (Mümin-82)

Duanın kaynağı ihtiyaçtır. İnsana aczini ve çaresizliğini gösteren uyarılarından ders çıkaran samimi inananlar, Allah'ın büyüklüğünü kavrayıp takdir etmeye çaba gösterirler. İçleri titreyerek Allah'tan korkarlar ve Rableri karşısındaki acizliklerini sık sık vurgular, duaya sarılırlar.

Bugün dünyanın dört bir yanında, Coronavirüs musibetinden kurtulmak için Müslümanı dua ediyor, Hıristiyanı, Yahudisi, Musevisi, Hindusu her grup kendi inançlarına göre dua ediyor. Trump, oturmuş Kur'an dinliyor. Fransa’da çanlar çalıyor, duaya davet ediliyor insanlar. Papa dua ediyor. İzleyenler arasındaki Hıristiyanlar da Müslümanları taklit ederek namaz kılıyorlar. ABD New York Brooklyn Hastanesi Acil Servis Baş Hekimi Dr. Sylvie De Souza: "Yapabileceğimiz tek şey şu: Dua etmek, birlik olmak, birbirimizi cesaretlendirmek, korkudan dolayı felç olmamak” diyor.

Bizde ise malum kesim tarafından doktor ve imam mukayeseleri yapılıyor, minarelerden yükselen dualar çirkin ifadelerle eleştiriliyor. Coronavirüs ile birlikte din ve bilimi birbirinin alternatifi gibi gören, “ille de ve sadece bilim” diyen kimi karanlık düşünceli bağnazlar deşifre oldu. Her tür yobazlığın kaynağı cehalettir. O cehaletten kaynaklanan cümleleri, bağnazların kafasındaki karanlığı ve kalbindeki fesadı deşifre ediyor.

Din bilimle çelişmez, çatışmaz. İslâm, bilime karşı değildir, aksine insanları araştırmaya, düşünmeye ve bilmeye yönlendirir.

Bilgi/bilim önemlidir; detaylardaki mucizeler Allah’ın varlığına kesin bir bilgiyle imanı artırır. Din, bilimle ancak bilim objektifliğini kaybettiği, materyalist, natüralist ve ateist ideolojiler bilime müdahale ettiği zaman çatışır.

Bakın, 8. yüzyılda başlayan ve 15. yüzyıla kadar devam eden süreç içinde Müslüman bilim adamları teknik ilimler, tıp, astronomi, matematik ve kimya gibi birçok alanda önemli neticeler elde etmiş, medeniyet ve kültür sahasında kısa zamanda kendilerini tüm dünyaya kanıtlamışlardı. İslam bilimi emreder. Kimi kesimlerin “Bakın İslam budur” düşüncesiyle kendi görüşlerine delil gösterdikleri bağnaz zihniyetin yaptığı hatalar bağnaz zihniyeti bağlar, mensup oldukları dini değil.

Dinin, Allah'ın yaratmasındaki detaylara ulaşma yolu olarak benimsediği bilimle çelişebileceği düşüncesi büyük yanılgıdır. Din ve bilim aksine iç içedir. Bilimin gücünü İslam, İslam'ın gücünü bilim artırır.

Bilim bir din değildir; olmamalıdır. Çünkü insanlık tarafından üretilen görüşler, fikirler ve ideolojiler, eksiklikler ve yanlışlıklar içerebilir. Allah dilemedikçe O'nun ilminden hiçbir şey edinemeyen, hiçbir şey kavrayamayan insanın, elindeki bilgiyle Allah'a 'kafa tutması' ve -haşa- galip geleceğini düşünmesi zihin çöküntüsüdür. İnsan teknolojide, bilimde zirvede olduğunu zannettiği bugün, aczini gördü.

Sonuç olarak; tüm dünyayı etkisine alan bu salgına karşı yapılan bilimsel çalışmalar ve tedbirler fiili birer dua anlamına gelir.  Ancak yalnızca tedbirlere güvenerek, Allah’ın sonsuz gücünü görmezden gelmeye çalışmak hata olur.

Biz bunlardan önce nice nesiller yıkıma uğrattık ki onlar, zorbaca yakalamak (yakıp-yıkmak, baskı ve şiddetle yönetmek, sindirmek) bakımından kendilerinden daha üstündüler; şehirlerde (yerin üstünü altına getirip, sayısız kazı, inşaat ve araştırmalarla her yanı) delik-deşik etmişlerdi. (Ama) kaçacak bir yer var mı? (Kaf Suresi, 36)

Evet, kaçacak, sığınacak bir yer yok, Tedbir -Allah’ın dilemesiyle- bizden, takdir de yine O’nun.

O halde, Allah'a kaçın... (Zâriyât Suresi, 50)

                  

Yorumlar (0)
12
az bulutlu