banner4
04.03.2022, 09:37

İLMİN ONURUNU KORUMAK 


Ben ilmin onurunun korumasıyla, ilim ve irfan sahiplerine gereken değerin verilmesiyle toplumsal sorunların çözebileceğine inanıyorum. Çünkü ülkemizde yaşanılan üzüntü verici acı olayların her birinin arkasında bilgisizliğimizden/cehaletimizden başka bir sebep göremiyorum. Bizi cehalet bataklığından kurtaracak ve umut ateşini yakacak olanlar ise gerçek aydınlarımızdır. Fakat “kültürün iktidarı” ülkemizde istenen seviyede kurulabilmiş değildir. Olması gereken zaten kültürün iktidarıdır. Bu iktidar, yukarıdan aşağıya dikte edilen iktidarın kültürü olmayıp, toplum bireylerinin ilim ve irfanı ile yükselen, temiz ahlak ve karakteriyle şekillenen zengin kültürdür. Ve kültürün iktidarı için aydınlarımızın daha fazla özveriyle çalışması icap ediyor...
Bilindiği gibi, Batı’da aydınlar hakkında ilk kapsamlı eleştiriyi 20. yüzyılın başlarında Julien Benda (1867-1956) yapmıştır. Benda yaşadığı dönemde aydınların hakikat duygusunun zayıfladığını ve onların siyasi ihtirasların peşine takıldıklarını görmüştür.
Edward W. Said (1935-2003) “Entelektüel” kitabında, Julien Benda’nın tarif etmek istediği ideal entelektüelleri şöyle açıklar: “Benda’nın tanımına göre gerçek aydınlar kazığa bağlanıp yakılma, sürgüne gönderilme, çarmıha gerilme riskine girmek durumundadırlar. Bu yüzden de sayıları çok olamaz, gelişimleri belli bir rutine bağlı olamaz!..” Edward Said’e göre “karakter erdemleri” bulunmayan entelektüeller, gerçek aydın değillerdir. Erdemsiz unvanlılar, dönemin siyasi gelişmeleri karşısında ilkesiz davrandıklarından Julien Benda’nın eleştirisini çoktan hak etmişlerdir. Julien Benda aldıkları ilme ihanet eden bu aydınları ve içine düştükleri acınası durumu “Aydınların İhaneti” kitabında açıklamıştır.
Yine Nur Vergin’in (1941-2021) “Doğu Batı Entelektüeller” dergisinde gerçek aydınların tarifi şu şekilde yapılır: ”Onlar alelâde insanlar ya da sıradan okumuşlar gibi maddi kazançla ilgilenmezler. Şahsi çıkar peşinde koşmak, ikbal ve mevki gayreti içinde olmak onların işi değildir. Onlar siyasal iktidarın yakını olmak için el etek öpmezler. Güçlünün uydusu değil, zayıfın savunucusudurlar. Zengin sofralarından yemlenmek için şaklabanlık yaparak kralın soytarısı rolüne soyunmazlar. Siyasal iktidarın kusurlarını, otoriteyi kötüye kullanmasını kınarlar ve bunu topluma karşı korkmadan haykırırlar. Onlar, iktidarın hizmetlisi değildir. Onlar satılık değildir, kalemlerini de ödünç vermezler.” 
Doğrusu aydınlarımızın tam bir eleştirisi Türk sosyologları tarafından yapılmış değildir. Ziya Gökalp, Prens Sabahattin, Hilmi Ziya Ülken, Mümtaz Turhan, Cemil Meriç ve Nurettin Topçu gibi değerli şahsiyetler toplumsal sorunları konuşmuşlar, iyi toplum olmanın yolların göstermeye çalışmışlardır.
O halde toplumsal sorunların sebep ve sonuçlarının halk tarafından bilinmemesinde anormal bir durum yoktur. Sorunların kaynağında, aydın geçinenlerin kabahati çok daha fazladır. Aydınlar, gerçekleri olduğu gibi topluma göstermediğinde, hakikati görse bile topluma bu gerçekleri -cesaretle- aktarmadığında, halk bu konuları bilmemekte mazurdur. Unvanlı aydınların bir kısmının toplumsal sorunlara yönelik derin okumalar ve değerlendirmeler yapmaması, onun yerine ezber ile tekrar yapması; yüksek ilmi ve bilimi halkın seviyesine uygun olarak sunmaması, onun yerine dar alanda unvan almak için kısa paslaşmalar yapması; yer yer şahsi menfaatlerine ilmin araç yapılması büyük sorunlardandır. Bu aydınlar unvan, makam, mevki ve ikbal karşılığında faziletli davranmaktan vazgeçebilmekte ve var olan haksızlıkları -egemenlerle birlikte- yeniden üretebilmektedir. Böyle aydınların tavsiyesi ile kitlesel bağlanış ya da kitlesel kopuş ile birlikte toplum her dönem farklı yanılgılara sürüklenmektedir. Öyle ki toplumumuzda da bir dönem ‘Batı aşığı’ olan aydınlarımız, şimdilerde ‘Batı karşıtı’ olmayı seçmektedir. Bu aydın görünen kişiler çoğu zaman değer yargılarını güçlüye göre belirlemekte, sırtını iktidar gücüne dayamadan açık ve seçik konuşamamaktadırlar. Bu şekildeki aydınlar toplumda yükselmesi gereken değerleri, birleştirici ortak gücü ve bunların unsurlarını yeterince doğru açıklayamamakta ve kültürün iktidar olması için yeterince çare üretememektedirler. Toplumun her kesiminde yaşanan iç çekişmeler aydınlar arasında da yaşanmakta ve üniversiteler unvan paylaşımına konu yerlere dönüşmektedir.
Şu halde ülkemizde ilmin onuru ve adil bir düzenin inşası için topluma örnek olan erdemli aydın insanların bürokraside yükselmesi yolunun –kıskançlık ve haset yüzünden- kapatılmaması icap etmektedir. Her şekilde aydınlarımızın doğru, iyi ve güzel olan değerleri -ilmin onurunu korumak adına- her yerde daha fazla savunmaları gerekmektedir. Zira aydın olanlar, ilmin ve irfanın üstünlüğünü tüm topluma yaymaya çalışırlar ve bu gaye uğruna -unvansız kalmayı göze alarak- ömürlerini harcarlar. Gerçek aydınlar, Türk milletinin muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkamamasının sorumluluğunu ağır bir yük gibi daima omuzlarında taşırlar...

Yorumlar (0)
12
az bulutlu