banner4
02.10.2021, 17:49

DİN İSTİSMARINA HUKUKİ, SOSYOLOJİK VE FELSEFİ BİR BAKIŞ

Din ve değer nedir? Din ve inancın istismarı ne şekilde olur? Din istismarı toplumda ne gibi sonuçlar doğurur?

Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; failin bir kimseyi, kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir. Hileli hareketler, birtakım sahte, suni davranışlarla gerçeğin çarpıtılması gizlenmesi ve saklanması olarak tanımlanabilir. Olduğundan farklı davranma, sahip olmadığı önemli unvanılar kullanma, buna örnek olarak verilebilir.

TCK'nun 158/1-a maddesinde; "Dolandırıcılık suçunun; a- “Dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle” işlenmesi nitelikli dolandırıcılık olarak düzenlenmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken husus, dinin bir aldatma aracı olarak kullanılmasıdır. Bu nitelikli unsurun gerçekleşebilmesi için, dinî inanç ve duygular, aldatma aracı olarak kötüye kullanılmalıdır.

Yerleşmiş kabullere göre; dinin, bir topluluğun sahip olduğu kutsal kitap, peygamber ve yaratıcı kavramlarını da içinde bulunduran inanç sistemi ve bu sisteme bağlı olarak yerine getirmeye çalıştığı ahlaki kurallar bütününü ifade ettiği, dinî inancın, belirli bir dine mensup olup dine inanan kişinin duyguları olduğu, bir insanın dinî inanç ve duyguları ile doğup büyüdüğü, terbiyesini aldığı ailesi, çevresi ve içinde bulunduğu toplum arasında çok sıkı bir ilişki bulunduğu, bu nitelikli unsurun gerçekleşebilmesi ve suçun oluşabilmesi için, dinî kurallara bağlı olanların önem verdiği değerler, dinî inanç ve duyguların aldatma aracı olarak kötüye kullanılması ve bu suretle gerçekleştirilen hile ile haksız bir yarar da sağlanmış olması gerektiği açıklanmıştır.

Örneğin, fitre ya da zekât verileceğinden bahisle para toplanması, gerçekte cami yaptırma niyetinde olmayan bir kimsenin cami yaptıracağından ya da yarım kalan camiyi bitireceğinden bahisle izinsiz olarak yardım toplaması veya kutsal yapı, bina veya inşaata yardım duyurusuyla para istenmesi veya Kur'an-ı Kerim okunacağı ve cenazenin ardından zekat verileceği ya da söz konusu okumanın değerli bir ziynet eşyası üzerine yapılacağından bahisle yardım toplanması gibi durumlarda bir kısım dinî inanç ve duyguların istismar edildiğinden söz edilir.

1- Sanıkların basit bir yalanı aşan, mağduru yanıltacak ve kandıracak yoğunluk ve güçteki sözleri ile önce planlayıp sonra ustaca sergiledikleri hareketlerinin hileli davranış olarak kabul edilebiliyorsa, hileli davranışlarla aldatma sonucunda mağdur zararına sebep olan eylemin dolandırıcılık suçunu oluşturacağı kabul edilmelidir. Aldatma aracı olarak kullanılan "cenaze için dua ya da Kur 'an-ı Kerim okunması ve ardından ölen kişinin zekat borçlarının ödenmesi " hususunun dini inanç ve duygulara ilişkin olduğu ve mağdurun bu yönde aldatılarak sanıklara bileziğini vermesinde etkili olduğu anlaşıldığından, sanıkların sabit kabul edilen eylemleri dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturmaktadır.

2- Dikkat edilmesi gereken husus, dinin bir aldatma aracı olarak kullanılmasıdır.‘Muska’, ‘Büyü’, ‘Mevlit’ gibi kavramlar kullanılarak işlenen dolandırıcılık suçları bu kapsamdadır. Aldatma aracı olarak kullanılan din veya mezhebin hangi din veya mezhep olduğunun bir önemi bulunmamaktadır.

3- Kendilerini “hoca olarak tanıtan” sanıkların, katılanlara kızlarının “bahtının kapandığını”, evlerinde “muska olduğunu” söyleyip evlerine gelerek, “çeşitli dualar okuyup” kızlarının elbisesinden muska çıktığına inandırıp bu “muskayı bozup yeni muska yaptıklarını” söyleyerek paralarını almaları, ayrıca evlerinin bahçesinde bir küp altın olduğunu bu altını çıkarmak için “çeşitli dualar ve törenler yapıp” getirecekleri ilaçla küp içerisindeki “maddeyi altına çevirecekleri vaatleri” ile katılanları kandırıp altın ve paralarını almaları şeklinde gerçekleşen olayda; Aldatma aracı olarak kullanılan "muskayı bozma ya da cini etkisiz hale getirme veya küpten altın çıkarma için dua okuma" vb. hususlarının dini inanç ve duygulara ilişkin olduğu, katılanların dini inanç ve duygularının istismar edilerek irade özgürlüklerinin baskı altına alınması suretiyle sanıklara altın ve para vermelerinde etkili olduğu anlaşıldığından, sanıkların sabit kabul edilen eylemleri dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle zincirleme şekilde dolandırıcılık suçunu oluşturmaktadır.

4- Sanıkların, kendilerini “tarikat mensubu” olarak tanıtarak, çocuğunun olmadığını öğrendikleri müştekiye “yedi kapı dolaşıyoruz şeker topluyoruz, çocuğu olmayanlara çocuk olması için yardımcı oluyoruz”, sanık kucağında bebek olan diğer sanığı göstererek “bak bunun da çocuğu olmuyordu ama biz çocuk sahibi yaptık” dedikleri, müştekiden yumurta ve bez isteyerek önceden hazırladıkları üzerinde “Arapça harfler yazılı kağıt parçasını” gösterip müştekiyi kırdıkları yumurtadan “muska çıktığına” inandırmaya çalıştıkları, müştekiye "avucunu aç falına bakacağız", avucunu açınca da "senin 18 parça altının var" dedikten sonra sarf ettikleri bu söz ve sergiledikleri davranışlarla müştekiden ziynet altınlarını istedikleri, ‘bizi melekler çağırıyor" diyerek evden ayrıldıkları olay, nitelikli dolandırıcılıktır.

 5-Bohçacı olarak mağdurun evine gelen sanıkların, nişanlısında ve kendisinde “büyü” olduğunu ve “içlerine cin girdiğini” söyleyip çeyiz odasına geçerek “büyüyü bozacaklarına ve cini çıkaracaklarına” mağduru inandırıp, takılarını çıkarmasını ve arkasını dönmesini istedikleri, mağdur takıları çıkarıp verince bir mendile sardıkları ve “bize bir bardak su getir, suyu mendilin üzerine döküp sana içireceğiz diyerek” mağduru odadan uzaklaştırdıkları, sonra da yokluğundan yararlanarak takılarını alıp evden ayrılmaları şeklinde gerçekleşen olayda, sanıkların basit bir yalanı aşan, mağduru yanıltacak ve kandıracak yoğunluk ve güçteki sözleri ile planlayıp ustaca sergiledikleri hareketlerinin hileli davranış olarak kabulü gerekir.

6- Sanığın, suç tarihinde mağdurun evine gittiği, "sen fakirsin, senin falına bakmak istiyorum" biçiminde sözler söylediği, “fal bakmak suretiyle mağduru ziynet eşyasını çoğaltacağına ve zengin edeceğine” inandırdığı, bu amaçla mağdurdan birkaç pirinç tanesi istediği, daha sonra gizlediği bir kilo kadar pirinci göstererek “sihir yoluyla pirinçleri çoğalttığını” ileri sürdüğü, böylelikle mağdurun dini duygularını istismar ederek parmağında bulunan alyans ile evin içerisinde bulunan iki adet altın bileziği aldıktan sonra “dua okuyup” mağdurun yüzüne üflediği, sanık mağdurun evinden ayrılıp kaçmaya çalışırken yakalandığı anlaşıldığından, dini inanç ve duyguların istismarı suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçunun oluştuğuna yönelik kabulde bir isabetsizlik görülmemiştir.

Yukarıda anlatılan hukuki bakışa ek olarak, konuya sosyolojik ve felsefi bir bakışla, ezberleri bozarak, çoğu şeyin göründüğü gibi olmadığı gerçeğiyle insanları yüzleştirmeliyiz:

Din ve değer istismarı, din ve değerin tüketilmesi, sömürülmesidir. Örneğin dürüstlük önemli bir değerdir; Eğer bir insanın veya insanların, bir kuruluş veya organizasyonun, bu insanın dürüstlüğünü kullanarak, yani onun dürüstlüğünden yararlanarak, ondan bazı bilgileri alıp kendi amaçları uğruna kullanması, sözgelimi kendisinin faydasına, başka insanların zararına olacak şekilde değerlendirmesi mümkündür. Burada yapılan şey, değer istismarıdır. Değer, toplumda hâkimiyet veya iktidar elde etme aracı haline getirilirse, istismarın kapsı açılmış olur.

Din istismarı, bir yönüyle din tacirliği yapmaktır. Din istismarcısı, bu suretle “din üzerinden çıkar” elde etmeyi amaçlar. İnsanlardan çıkar elde etmek isteyen din istismarcısı, din değerlerinin toplumsal öneme sahip olduğu gerçeğinden hareketle, dini değerler üzerinden elde etmek istediği şeylere erişmek amacıyla dini kullanır. Yine din değerlerini, imaj konusu yapar. İmaj oluşturmada, dini değer öne çıkıyorsa o dini değer, istismara açık hale getirilmiştir. Bazı din görevlilerinin kimi zaman parayla veya başka bir takım maddi karşılıklarla örneğin, hatim yapmaları, cenaze yıkamaları, mevlit okumaları, düğün merasiminde ve mezar başında Kur’an okumaları gibi durumların, din istismarı çerçevesinde değerlendirilebileceği de bir gerçektir. Gündelik hayatta insanlar arası ilişkilerde, dini ifadeler kullanarak, mesela Allah adına yemin etmek suretiyle yalanını kapatmaya çalışmak veya muhatabına istediği şeyi kabul ettirmek, daha doğrusu kendi söz veya eylemlerini meşrulaştırmaya çalışmak, insanların dinini ve inancını istismar etmektir. Kişiye uygunsuz yer ve konuda dini gerekçelerle veya yeminle bir şey yaptırmak/yapmasını istemek de bir din istismarıdır.

Toplumda ideal düşünme ve davranış yollarını gösteren şey değerlerimiz veya değer yargılarımızdır. Değerler istismar edildiği ve insanlar bunu fark ettiklerinde, istismar edilen değer veya değerlere önem vermemeye başlarlar. Zira artık sözkonusu değer aşınmıştır. Dini dünyevî menfaate alet etmek, ticaret unsuru olarak kullanmak, sadece böyle yapanların manevi iflasına sebep olmakla kalmaz, başka insanların dinle irtibatlarına da zarar verir. Zira bu kişi bilerek ya da bilmeyerek dindarlığın içini boşaltmaktadır.

Peygamber Efendimiz dinin çıkar amaçlı kullanımı konusunda bizleri uyarmışlardır. Mesela, “Ahir zamanda dünya menfaati için dini alet eden riyakârlar çıkar. Sözleri baldan tatlıdır. Bunlar kuzu postuna bürünmüş birer kurttu,.” buyurmuştur

Dine sosyolojik ve felsefi bakışlarla, din hakkındaki ezberleri bozmalı, dine dair bilimsel olmayan üstünkörü düşünce, bilgi ve yaklaşımların yanlışlıklarını veya eksikliklerini ortaya koymalı, dinin toplumsal gerçekliğinin doğru görülmesi sağlanmalıdır. Sosyolojik ve felsefi bakışta en önemli getiriler “sorgulama, eleştirme, yanlış anlayışları yıkma, sırrı ifşa etme ve büyü bozma”dır. Sosyolojik ve felsefi bakış, duyarlı ve empatik yaklaşımla topluma karşı sorumlu davranma, dikkatli söz söyleme ve sosyal gerçeklikle ilgili doğruları söyleme yaklaşımını kazandırır. Din istismarı önlenirse, toplumdaki değer aşınması önlenir ve insanlar arasında da güven oluşur.

Tüm bu açıklamaların özeti anlamında, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün 30 Ağustos 1925'teki Kastamonu söyleşisinde ifade ettiği "Ölülerden medet ummak, medeni bir cemiyet için lekedir. Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır," şeklinde konuşmasının, yukarıda anlatımlar üzerinden yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir.

İlgili Kararlar:1-Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 02.04.2013 gün ve 2012/6-1556 esas 2013/109 sayılı kararı, 2- Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 24.09.2013 gün, 2012/15-1365 esas 2013/381 sayılı kararı,3- Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 02.04.2013 gün ve 2012/15-1398 esas ve 2013/112 karar sayılı kararı,4- Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 01.10.2013 gün, 2012/15-1535 esas, 2013/400 sayılı kararı, 5-Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 04.02.2014 gün, 2013/262 esas 2014/37 sayılı kararı,6- Yargıtay 23. Ceza Dairesinin 21.03.2016 gün, 2016/3740 esas 2016/3188 sayılı kararı

Yorumlar (0)
12
az bulutlu