www.vasat.com
2020-06-29 12:40:49

HOLOGRAFİK EVREN KAVRAMI VE İSLAM-02

Osman TURNA

29 Haziran 2020, 12:40

Kuantum Fizikteki Son Gelişmeler, Bilinci Anlamamızda Önemli Açılımlar Sağlamıştır

1982 yılında Paris Üniversitesinde Fizikçi Alain Aspect başkanlığındaki bir araştırma ekibi 20. Yüzyılın belki de en önemli deneylerinden birini gerçekleştirdiler. Aspect ve ekibi, elektronlar gibi atomaltı parçacıklarının belli koşullar altında, kendilerini ayıran uzaklıktan tamamen bağımsız olarak anında haberleşebiliyor olduklarını buldular. Onların arasındaki uzaklığın bir metre ya da onbin kilometre olmasının önemi yoktu. Öyle görülüyordu ki, her bir parça, diğerinin ne yaptığından bir şekilde tamamen bilgiliydi. Bu Einstein’ın ışıktan hızlı haberleşilemez savının, mekansal hiçbir bağı bulunmayan iki elektron tarafından yıkılması anlamına geliyordu. Fizikçilerin çoğunluğu, fizikte ışık hızından daha hızlı bir işlem düşüncesine karşı olduğu için, Aspect’in deneyindeki atomaltı parçacıklarının “mekandan uzak ilişkisi” bu konuda değerli bir kanıt olarak ele alındı.

Londra Üniversitesi fizikçilerinden David Bohm, objektif gerçekliğin var olmadığı ve tam aksine evrenin görünen katılığının aslında çok geniş, ayrıntılı bir hologramın düşsel dev bir kalbi olduğunu gösteren Aspect’in bulgularına inananlar arasındaydı. Bohm’un böylesi çarpıcı bir kanıya nasıl vardığını anlamak için öncelikle hologramlar konusunda azıcık bir bilgi edinmemiz gerekiyor. Bir hologram, lazer yardımıyla oluşturulmuş üç boyutlu bir fotoğraftır. Bir hologram yapmak için, fotoğrafı alınacak nesne önce lazer ışını banyosunda yıkanır. Sonra bundan yansıyan ışığa ikinci bir lazer ışını tutulur. Bu iki ışının karışım noktasının filmi alınır. Film basıldığında anlamsız siyah ve beyaz çizgilerle dolu bir görüntü elde edilir. Ancak bu basılan film, başka bir lazer ışını ile aydınlatıldığında, özgün imgenin üç boyutlu bir görüntüsü elde edilir.

Bu görüntülerin üç boyutluluğu, hologramların en belirgin özelliğidir. Ancak daha da fazlası var. Bir gül hologramını ikiye keser ve sonra tekrar bir lazer ışığı tutulursa, her iki yarım parçasında da asıl gülün tam bir hologramını verecektir, ancak bu asıl gülün yarı büyüklüğünde olacaktır. Eğer bu yarıları da ikiye böler ve her bir film parçasını tekrar lazer ışığı ile aydınlatırsanız, özgün görüntünün aynısı olan ama daha küçük görüntüler elde edersiniz. Normal fotoğrafların tam aksine, burada hologramın her bir parçası bütün tarafından sahip olunan tüm bilgiye sahiptir. “Her parçanın içindeki bütün” yapısı ile bir hologram bize düzenleme ve düzen ile ilgili tamamen yeni bir anlayış getirmektedir. Batı, bilim tarihi boyunca hep fiziksel olayları anlamak için, ister kurbağa, ister atom olsun, onu önce kesip, parçalara ayırıp sonra bütünü anlamaya gitmişti. Hologram ise, bize evrendeki bazı şeylerin kendilerini bu yaklaşımla açık etmeyeceğini öğretmektedir; eğer biz holografik olarak oluşturulmuş bir şeyi alır ve onu parçalarsak, onu oluşturan parçaları değil, onun yalnızca daha küçük bütünlerini elde ederiz.

Bu görüş Bohm’a, Aspec’tin yapmış olduğu buluşa yeni bir anlayış biçimi getirmiştir. Bohm atomaltı parçalarının bir diğeri ile kendilerini ayıran uzaklıktan tamamen bağımsız olarak haberleşmesinin nedeninin, aralarında gizemli bir sinyal alış verişi olmasından kaynaklanmadığını, çünkü onların ayrı ayrı varlıklar olmadığına inanıyordu. Onların gerçekte aynı temel şeyin uzantıları olduğuna inanıyordu. Bohm, buna örnek olarak içinde bir balık bulunan akvaryumu vermektedir. Düşünün ki, akvaryumu doğrudan göremiyorsunuz. Sizin onunla ilgili bilginiz, iki televizyon kamerasından gelmektedir. Biri akvaryumu ön yüzünden gösterirken, diğeri yandan göstermektedir. Siz her iki ekrandaki balıkları izlerken, her iki balığın birbirinden farklı olduğunu düşüneceksiniz, çünkü kameralar onu farklı açılardan ele alıyor, bu nedenle görüntüler farklı görülecektir. Ancak iki balığı seyretmeye devam ettikçe, aralarında bir ilişki olduğunu düşünmeye başlayacaksınız. Biri döndüğünde, diğeri de daha farklı bile olsa diğerinin hareketine belli bir uyumla dönmektedir. Birisi yüzünü size dönse, diğeri yanını dönmekte olacaktır. Durum hakkında hiçbir bilginiz yoksa, biraz sonra bu iki balığın birbiri ile kesinlikle haberleştiğini düşünmeye başlayacaksınız, oysa şimdi biliyorsunuz ki, aralarında böyle bir haberleşme yoktur.

Bohm’a göre, Aspect’in deneyindeki atomaltı parçacıklarının arasında olup biten şeyin bundan hiçbir farkı yoktu. Atomaltı parçalarının aralarındaki belirgin “mekandan uzak olma” ilişkisi bize gerçekliğin çok derin yüzeyleri bulunduğunu ve bizim bunların farkında olmadığımızı dile getirmektedir. Bu derin boyut, akvaryum deneyinkinden çok daha derin ve karmaşıktır. Bohm ekliyor, bizler atomaltı parçalarını birbirlerinden ayrı olarak görüyoruz, çünkü biz onların gerçekliğinin yalnızca bir kısmını görüyoruz. Bu parçacıklar, birbirlerinden ayrı “parçalar” değil, ancak konunun en başında anlattığımız ilk gül kadar bölünemez bir hologramın son bütünsel görüntüsünün su yüzüne çıkmış değişik yüzleridir. Fiziksel gerçeklikteki her şey aslında bu; hayalet, ruh ve görüntü anlamlarına gelen “eidolons”dan yani görüntüler oluştuğuna göre, bu evrenin kendisi bir belirme, bir görüntü, bir yansıma, ya da bir hologramdır. Bu hayale dayalı yapısına ek olarak böylesi bir evren, şaşırtıcı bir çok özelliğe daha sahiptir.

Eğer, açıkça birbirlerinden ayrı olduğu görülen atomaltı parçacıklarının bu belirgin ayrılığı bir yanılsama ise, bu evrendeki her şeyin daha derin bir gerçeklik boyutunda birbirleriyle kesin bir bağlantı içinde olduklarını belirtir. Bu durumda gerçeklik; İnsan beynindeki bir karbon atomunun molekülleri, yüzen her alabalıktaki, her atan kalpteki, gökyüzünde parlayan her yıldızdaki atomaltı parçaları ile bağlantılı demektir. Her şey, her şeyin içine geçmekte olup, insan doğası gereği her şeyi sınıflamak, alt parçalarına bölmeye, iğne deliğinden bakmaya meraklı olsa da; evrenin çeşitli olayları gibi gördüğümüz her şeyin tamamen yapay olduğunu ve doğanın kesinlikle dikişsiz bir ağ olduğunu anlamamız gerekmektedir. Holografik bir evrende, zaman ve mekan bile temel olgular olarak ele alınamaz. Çünkü herhangi bir mahalden söz etmek, evreni bölmek olur ki, her şeyin derin bir düzeyden bakıldığında, akvaryum örneğinde olduğu gibi, bölünemez tek bir tüm olan bir evren nasıl bölünebilir ki? Zaman ve üç boyutlu mekan, televizyon ekranlarındaki balık görüntüleri örneğinde olduğu gibi, daha derin bir düzenin görüntüleri olarak algılanabilir.

Daha derin bir gerçeklik düzeyini ise “süper hologram” olarak adlandırabiliriz ki burada geçmiş, gelecek ve şimdi hepsi bir arada varolur. Bu şu anlama gelir, eğer bir gün doğru araçlara sahip olursak, süper holografik gerçeklik düzeyinden, çok geçmişlerde kalmış, unutulmuş bazı gerçeklere girip, onları alabiliriz.

Burada Atatürk’ün ünlü bir sözünden alıntı yapalım;

“Doğada, bilirsiniz hiç bir şey yok olmaz. Ne bir ses, ne bir söz, ne bir davranış.

Olduğu çag, ne denli eski ya da yeni olursa olsun, tüm bu oluşlar, oldukları andaki gibi doğanın içindedir. Bu dalgalanmada zaman ve uzunluk kavramı yoktur.

Bugün dünyanın herhangi bir köşesinde söylenen sözü, ya da yansıyan davranışları yine dünyanın herhangi bir köşesinde aynı anda işitmek, kayda almak olasılığını görüyoruz.

Yarın bizi saran doğa ögeleri içinde binlerce ve binlerce yıl önce söylenmiş sözleri, olduğu gibi toplayıp saptamak olasılığına elbette varılacaktır.

Doğanın bugün için sırlarla dolu bağrına giren, gireceği kesinlikle görülen insan zekası, beklenilen gerçekleri ortaya koyacaktır. M.K.ATATÜRK”

Süper hologramın altında yatanların nerelere kadar uzandığı sorusu ucu açık bir sorudur. Şöyle düşünebiliriz, süper hologram içinde varolan ve olacak madde ve enerjinin her türlü yapılandırması içinde bulunan tüm atomaltı parçacıklarından tutun da, kar tanelerine, kuarslara ve mavi balinalardan, gama ışınlarına kadar her şeyi içinde barındırmaktadır. Onu, varolanın tümüyle içinde bulunduğu bir evrensel depo olarak görebiliriz.

Bohm, süper hologramın içinde başka neler olduğunu bilmenin bir yolu olmadığını söylemiş olsa da, bizi daha fazlasının olduğunu bilmekten alıkoyan bir şey de bulunmamaktadır. Belki de onun söylediği gibi süper holografik gerçeklik düzeyi; arkasında sonsuz bir gelişmenin bulunduğu bir sahneden başka bir şey değildir.

Hologram, genellikle durgun bir imge yarattığı ve evrenimizin hareketli ve aktif yapısını ortaya koymadığı için Bohm, evreni bir hologram değil de tümel hareket olarak tanımlamayı seçmektedir. Daha derin ve holografik olarak düzenlenmiş bir düzen bize gerçekliğin, alt kuantum düzeylerde nasıl mekandan uzak ve öte hale geldiğini açıklamaktadır. Herhangi bir şey holografik olarak düzenlendiğinde, gerçekten tüm mekan kavramı çöker. Bir holografik film parçasının, tümelin sahip olduğu tüm bilgiyi içerdiğini söylemek, bilginin mekandan ve uzaklıktan bağımsız olarak dağıldığını söylemenin başka bir yoludur. Bundan dolayı, eğer evren holografik ilkelere göre düzenlenmişse, onun hem mekandan uzaklık, hem de ötelik özelliğine sahip olması beklenir. Evrende var olan her parçacık, hologramın bir özelliği olarak tümelin imgesini taşımaktadır. Eğer bu doğru ise beliren, tüm yaşam evrende varolan tüm parçacıkları içeren tek bir neden kaynağından doğmaktadır. Yani atomaltı parçacıklardan, dev galaksilere kadar her şey tek bir tümelin bilgisini taşımaktadır.

Beyin üzerinde bağımsız araştırmalar sürdüren Stanford nörofizyolojistlerinden Karl Pribram gerçekliğin holografik doğası konusunda ikna olmuştur. Pribram, beyinde anıların nasıl ve nerede saklandığını bilemeyeceğinden yola çıkarak, holografik biçime ulaşmıştır. Beyin üzerinde yapılan çalışmalar, anıların belirli bir bölgede saklanılmasından daha çok tüm beyine yayıldığını göstermiştir. 1920’lı yıllarda yapılan bir seri araştırma sonucunda, beyin bilim adamı Karl Lashley, fareye öğretilen karmaşık bir bilginin, beynin hiçbir yerinde bulunmadığını görmüştür. Beyin adım adım kesilerek alınmış, ancak fare geciken sürelerde dahi olsa, bulması gerekli peynire en başta öğrenmiş olduğu yoldan ulaşmıştır. Ancak, hiç kimse çıkıp bu bellek konusunda “tümelin nasıl her parçacık içinde varolduğu”nu açıklayamamıştır.

1960’lı yıllarda, Pribram holografi ile tanıştığında, beyin bilim adamlarının aradıkları açıklamaya ulaştığını anlamıştı. Pribram, anıların ya nöronlarda (Sinir sisteminin uyarıyı iletmekle görevli anatomik ve işlevsel birimi), ya da nöron gruplarında saklanmadığını ancak, tüm beyni saran sinir uyarı kesişimlerinde, tıpkı holografik bir resmin basıldığı film üzerinde bulunan lazer ışınlarının kesişim çizelgeleri gibi, korunduğunu dile getirmektedir. Yani Pribram, beynin kendisinin bir hologram olduğunu belirtmektedir. Pribram’ın kuramı beynin, o kadar küçük bir yüzeyde o kadar çok anıyı nasıl taşıdığına da bir açıklık getirmektedir. Varsayımlara göre insan beyninin, 10 milyon bitlik (bilgisayardaki en küçük veri boyutu biriminin adıdır.) bilgiyi ezberlemesi yani bellek kaydı için ortalama bir yaşam süresi gerekmektedir.

Buna benzer olarak diğer olanaklarının yanısıra, hologramlarında fotoğraf filmine çarpan iki lazer ışınının açılarının değiştirilmesi ile artan korkunç bir bilgi depolama kapasitesi olduğu ortaya çıkmıştır. Böylece, aynı yüzey üstüne bir çok resmin saklanması olasıdır. Bir santimetreküp film üstünde 10 milyon bit bilginin taşınabileceği gösterilmiştir. Yani belleğimizden bir bilgiyi çekip çıkartma yeteneğimiz, beynin bir hologram yapıda çalışması ışığından baktığımızda açıkça anlaşılabilmektedir. Bir arkadaşınız size zebra deyince aklına ne geliyor diye sorsa, siz hemen beyinsel alfabetik dosyalara gidip, o bilgiyi bulup çıkartmazsınız. Onun yerine aklınıza hemen, “çizgili”, “ata benzer”, “Afrika hayvanı" gibi düşünceler gelir.

İnsanın düşünme işlemi sırasında en şaşırtıcı olan şey, her parça bilginin bir diğer parça bilgi ile hemen kesişmesidir. Bu da, holograma özgü bir diğer özelliktir. Hologramın her bir kısmı tüm diğer kısımlarla sonsuz bir şekilde kesişmekte ve belki de bu doğanın kesişerek, bağlanan düzeninin çok üstün bir örneğini oluşturmaktadır.

...

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.