banner4
02.01.2021, 10:58

YENİ BİR ÇAĞ VE YENİ BİR YIL

İnsanoğlu zamanı dilimlere ayırmayı pek sever.

Ben zamanı dilimlere ayırmayı pek sevmem ve abes de bulurum.

Başlangıcı olan hiç bir şeyin ezeli ve ebedi olduğuna da inanmam.

Her şeyin bir yörüngede devinip aktığına inanırım.

İnsanoğlu başından geçen olayları çeltikleyerek, dilimleyerek, kodlayarak okumaya meraklı bir varlıktır.

Yeryüzünde kutlanan milli ve dini ritüellerin çoğu sonradan icat edilen ve kutsallık atfedilen şeylerdir. Herkesin milli ve dini inançlarına ve sembollerine saygı duyarım. Fakat benim burada vurgulamak istediğim şey, bu olguların tarihin belirli bir döneminde gün yüzüne çıktıkları ve kutsandıkları şeyler olduğuna dairdir.

Yaşadığımız kürede saat, ay, yıl ve benzeri kodlamalar dünyanın güneşin etrafında geçirdiği devirsel hareketlerin bir sonucudur. Takvim ve zaman kavramları aklın bir sonucu olarak belli bir standardizasyona kavuşmuş ve sonradan icat edilmiş gerçekliklerdir.

Bugünkü zaman mefhumuz tümüyle güneş sisteminin bir sonucudur. Zamanı buna göre dilimleyip okuyoruz. Saatleri, günleri, ayları başka gezegenin hareketine göre dilimleyip okusaydık acaba kaç yıl yaşamış olurduk. Bir yıl mı, bin yıl mı?..

Benim için yeni yıl; ağaçların tomurcuğa durduğu, çiçeklerin açtığı, göçmen kuşların geldiği ve cemrenin havaya, suya ve toprağa düştüğü; güneşin ekinoks yörüngesine girdiği kuzey yarımkürede 21 Mart’dır ve güney yarım kürede ise 21 Eylül’dür. 

Bugün kullandığımız takvim Roma ve Hıristiyan inanışının bir sonucu olarak icat edilmiştir. Doğal olguların belirlediği tabii bir takvim değildir.

İnsan, mekana bağlı yaşayan fakat aynı zamanda mekanı değiştirebilen bir varlıktır. Mekanla uyumlu yaşamak insanın yararınadır, aksi takdirde felaket kaçınılmaz olur.

 İnsan toplum içinde yaşadığı gibi toplum dışında da yaşayabilir. Fakat aslolan insanın toplum içinde yüklenmiş olduğu pozisyonudur: Medeni veya vahşi !

İnsanın toplum içinde veya dışında yaşayabilmesinin avantajları olduğu gibi dezavantajları da vardır.

İletişim açısından modernizm bireyi bir gruba, cemaate, sınıfa, lider kültüne veya icat edilen bir aidiyete hapsederek bireyselliği öldürdüğünü görüyoruz.  Jose Ortega Y Gasset bu durumu “Kütlelerin İsyanı” kitabında güzel bir şekilde tasvir eder. Birey, kendisine ait bir duruşu ve şahsiyeti olmadığı gibi toplum içinde pasif bir nesne konumundadır. Modernizm süreci ideolojik ve ulus-devlet enstrümanlarının şahsiyetin görünürlüğünü engellediği bir süreçtir.  

Postmodernizm dünyada ise birey, parçalanmış, atomize edilmiş ve dayanışma ilişkileri zayıflatılmış, yalnızlaştırılmış, herşeyden soyutlandırılmış ve sosyal vasfı ve aidiyet duygusu tümüyle yokedilmiş bir haldedir.

Modern insan buradadır, fakat buralı değildir. Yakınındadır, fakat uzaklardadır. Görür, fakat müdahil olmaz. Vardır, fakat edilgen bir kişiliğe sahiptir. Alvin Toffler insanın bu durumunu “Üçüncü Dalga” teorisi altında kavramsallaştırır. Bireyin elektronik bir kulübede gönüllü bir kulluk içinde hareket ettiğini söyler.  Richard Sennett de insanın bu durumu “kamusal insanın çöküşü” olarak tarif eder. Jean Baudrillard ise tüketimin nesnesi olarak görür ve bu durumu  “Toplumsallığın Sonu” olarak tanımlar.

Bu çağ, Filozof Aristo’nun “insan, sosyal bir hayvandır” tespitinin tam aksine, insanı asosyal bir varlık olarak konumlandırır. Bir canlı varlık olarak vardır, fakat sosyal mesafenin giderek artığı ve çevresinde vuku bulan hiçbir şeye müdahil olmadığı, elektronik verilere bağlı olarak yaşamını idame ettiği görüyoruz. Duygudaşlık- empati yetisini büyük bir oranda yitirmiş, ötekini kolaylıkla yabancı ve tehlikeli bir yaratık olarak konumlandırabilecek pozisyondadır.

Modern insan artık bir yerde bulunan değil, transit olarak mekanlar arasında yaşayan bir varlıktır. O, bir şeylere bakar, fakat göremez. Herşeyi seyirlik ve tadımlık olarak görür. Tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar bazı şeylere sahiptir, fakat varlık içinde yokluğu yaşar. Mekan ile ilişkisi varmış gibi görünür fakat yurtsuzdur. Dili vardır, fakat ötekilerin acılarına karşı laldır. Bakışı kendisine yönelik olarak sanır, fakat kendisi değildir. Fiziksel olarak vardır, fakat adeta yok hükmündedir. Bir yere yöneltilmiştir, fakat istikameti yoktur. Kendisini her şeyin efendisi olarak görür, fakat İradesi ipotek altına alınmıştır, kendine ait  özel bir mahremiyet alanı olduğunu düşünür, fakat bütün zevk yetileri  hadim edilmiş bir haldedir. Kişilik olarak kamusal alanda görülmez, fakat veriler arasında gezinen bir objeye dönüştürülmüş haldedir. İnsanın bu durumunu Nietzsche’nin diliyle betimlersek “hiçleştirilmiş bir varlık” olduğunu görürüz.

Bir varlık olarak insan; demagogların, sahte medya tanrılarının elinde bir oyuncağa dönüşmüş haldedir. Bütün sosyo-psikolojik veri haritası devlet dediğimiz kartel ve tröstlerin elinde ipotek altına alınmıltır. Yuval Noah Harari  yaşadığımız bu çağı  “dijital diktatörlük” olarak tanımlar. Demokrasi, bilgiyi farklı kurumlara dağıtarak karar mekanizmalarını çeşitlendirirken, otoriter rejimler ise bütün bilgileri ve gücü tek elde toplayarak bireyin şahsiyetini ve iradesini pasifize ettiklerini söyler.

Yaşadığımız çağ; tahrip edilen doğa, yok edilen insanlık fıtratı, nesli tüketilen varlıklar, gereksiz büyütülen metropol şehirler, bilerek yaşatılan yoksulluk, yaratılan savaşlar, besletilen düşmanlıklar, yüceltilen hamaset, ayaklar altına alınan insanlık onuru, tetiklenen tüketim, kamçılanan kazanma hırsı, laboratuvar ortamında üretilen salgın hastalıklar ve sadece azgın bir azınlığın yerkürede at koşturduğunu görüyoruz.

Çağın tüm bu olumsuzluklarına rağmen, insanlığın ayağa kalktığı ve herkesin onurluca yaşadığı;  barışın, bereketin, özgürlüğün, adaletin ve doğayla uyumlu yaşamanın gezegenimizde varlık bulduğu ve genelde tüm insanlığın özelde ise Hristiyan okuyucularımın yeni yıllarını/noellerini kutluyorum .

Yorumlar (2)
bilal 3 yıl önce
tebrik ederim değerli abim.
Niyazi kızıl 3 yıl önce
Rabbim kalemine kudret ömrüne Sağlık mutluluk katsın. Mükemmel sizi Kutluyorum Can abim
12
az bulutlu