banner4
24.01.2021, 13:38

Varlık Kavramı

Arapça kökenli bir sözcük olup dilimizde oldukça çok kullanılan “Vücud” sözcüğünün dilimizde karşılığı ise “varlık” sözcüğü olmaktadır.

Sözlüklere bakıldığında görüleceği üzere “varlık” sözcüğü; “var olmak, bulunmak” anlamında, felsefe terimi olarak ise “herhangi bir şeyin hem zihinde hem de zihnin dışında gerçek varlığa sahip olması” veya “bir şeyin akılsal çözümleme yoluyla belirlenen niteliği ve özü” biçiminde tanımlanır. Yine varlık; “herhangi bir şeyin özünün dış dünyada eylemsel olarak gerçekleşmesi” veya “aranılan şeyi bulmak” anlamlarına da gelmektedir.

Genel olarak “Vücud” sözcüğü, “madde ve beden” anlamlarını içermesinin yanında, sözlüklere bakıldığında ise yukarıda belirtiği gibi başka anlamlarda kullanıldığını görmekteyiz. Tasavvufçu bilgelerin terimlerinde “varlık” sözcüğü, “varlık sahibi olan ya da vardan oluşan”dır. Aslında “varlık” sözcüğüyle öyle bir gerçek belirtilir ki, onun varlığı kendi öz varlığından ve kendi kendisi iledir ve devamlı var olanların varlığı ondan olup onunla vardır. Tasavvufla uğraşan birçok araştırma uzmanlarının gerek yapıtlarında, gerek sözel anlatımlarında, o gerçeğe vurgu yapmak için “belirmesizlik” ve “salt varlık” derler. Çünkü varlık kendisiyle henüz bu aşamada  hiçbir “adnitelik ve eylem” ile kayıtlanarak açığa çıkmış değildir; tüm oluşumlarla kayıtlanmaktan kayıtsızdır. Belki de oluşumların tümü bu aşamada kendinin aynıdır.

Tek Varlık” derler. Çünkü kendisi, ad, şekil, nitelik ile nitelikten kendi “tek”liğiyle katışıksızdır.

İşlemesiz öz” ve “varlıklar gerçeğinde saydamlık veya cisimsiz ya da cisme gereksinimi olmayan” da derler. Çünkü adlar, nitelikler ve eylemler renk olarak yalın ve temizdir ve hiçbir renk ile biçimlenmiş değildir.

Nitelikleri bilinmeyen” bile denir. Çünkü bu aşamada, tüm nitelikler ne bilinebilir ne de gözlemlenebilir değildir. Nitelik ise olmak ve olmamak ayrımından oluşur. Bu aşamada olmak ve olmamak düşüncesinden hiç birisi yoktur. Bundan dolayı özellikleri bilinmeyen olur.

Başlangıcı olmayanların öncesizliği” de denir. Çünkü varlığın bundan üst bir boyutu yoktur ve tüm boyutlar bu boyutun altında bulunurlar.

Bilinmezlerin bilinmezi” de derler. Çünkü belli kaynaklardan başlayarak kesinlik örneğine kadar olan göreceli belirsizlik aşamaları, bu aşamada kesin kayıptır. Ne dışsal düşünceleri, ne de bilgisel düşünceleri vardır.

Göstergeler son bulmuş” da derler. Çünkü bu aşamada tüm adların ve niteliklerin göstergeleri son bulmuştur. “İlişmelerin düşmesiyle birleme” bu boyutta gerçekleşir.

İyiyi kötüden ayırma duygusu olan “Vicdan” son bulmuş derler. Çünkü bu aşamada vicdan tasarımı henüz yoktur. Bu anlatım, salt olarak “kendi için vicdan yoktur” anlamında değildir. Çünkü vicdan tasarımı bu aşamada ya bilgi düzeyinde olur, ya da bu aşamada bilgi zihinde tasarlanır durumda değildir. Bundan dolayı bilgi ürünü olarak oluşan, iyiyi kötüden ayırma duygusu olarak henüz yoktur.

Ancak burada hemen aklımıza, kişinin kendisine vicdanı olmaması olur mu biçiminde bir soru gelebilir.

Bir şeyi bir şeyden kaldırmak için, o şeyin zihinsel tasarım olarak var olması gereklidir. Oysa gerçek varlık karşısında, bilgi ve hayal henüz varlık durumunda değildir ki, kaldırma durumu gerçekleşebilsin.

Bu adlar, “belirmesizlik” adının eş anlamlılarıdır. Belirmesizlik boyutunda olmak demek, gerçekten tüm belirmelerin ortadan kalkması demektir. Böyle olunca ise, “belirmesizlik” düşüncesinde olmak demek, aslında kişinin “vicdanı son bulmuş” demektir.

Kimliklerin bilinmezliği” de derler. Çünkü var oluşun tüm aşamaları bu boyutta olması demek, açığa çıktıkları aşamalara göre gizlilik ve belirsizlik içinde olması demektir. Gerçekten karanlık gecede tüm eşyalar edimsel ve maddesel olarak vardır. Ancak karanlığın egemen olmasından dolayı, eşya gerçekten görünmez olur. Çünkü olmamak başka bir olgu, olup da görünmemek ise başka bir olgudur.

Kayıtlı ve sınırlı olmayanın doğrudan kendisi” de derler. Çünkü yalnızca varlık bu aşamadayken tüm yönleriyle sınırsızdır; bu boyutsallık öyle bir durumdur ki, sınırsız olarak kayıtlanmaktan bile sınırsız olur.

Görecesiz Varlık” da derler. Çünkü kendisinin tüm görecelikleri bu boyutta görecesizdir. Gerçekten “Allah vardı ve onunla birlikte hiçbir şey yoktu” deyişi,  aslında bu boyutsallığın dolaylı anlatım biçimidir.

Varlığın gerçeği genel anlamda ışıklı ve aydınlık bir anlam ve kavram içerdiğinden o kadar cisimle ilgisi olmayandır ki, onu akıl, kavrayış, kuruntu, duyular ve kıyas ile anlamak ve kavramak olası olamaz. Çünkü kavrayış aracıları olan bu belirli araçlar, o cisimle ilgisi ya da gereksinimi olmayanların cisimsizliği karşısında yoğunun yoğunudur. Yoğun olanın yoğunluk boyutunda kaldıkça, kendisinin aslı olan cisimsizliği ya da cisme gereksinimi olmayanı kavraması olası değildir.

Salt varlık öyle bir sonsuz değerdir ki, içindekiler kendisinden bile gizlidir. Çünkü tek varlık, kendi kişisel özvarlığında yok olmuştur. “Kendinden bilgili olmak” bir nitelik olduğundan, bu öyle bir boyutsallıktır ki, tek özvarlık ondan da öte ve uzaktır. Sonradan meydana gelen herhangi bir varlığın bu boyutsallığa asla bilinci olamaz. Çünkü, sonradan meydana gelme ile başlangıcı olmamak ya da öncesizlik durumu birbirinin karşıtıdır. “İki karşıt bir arada olmaz” kuralı gereğince, birinin görünmesiyle diğeri kaybolur. Bunun için Resulullahın derinsel bir anlam içeren “Allah’ın özvarlığını derin olarak düşünmeyiniz” sözüyle, aslında sonradan meydana gelen varlık olan birimsel varlık olarak bir insanın düşüncesiyle, bu tek varlık boyutunu kavramanın olası olmadığını bildirmişlerdir. Bu boyutta varlık, Allah’a özgü gücün meydana çıkmasından uzak ve ötedir. Çünkü meydana çıkması iradeyle olur, oysa irade bir özellik olduğundan tek varlık ondan da uzak, öte ve dışındadır.

Gerçek varlık öyle bir genel ve asıl tek olan anlamdır ki, sınırları, kayıtlamaları ve yönleri kabul etmez. Eğer bir sınır kabul etse, sınırı bittikten sonra diğer varlığa geçilir ve sınırının sonu olan herbir varlığı saymak olası olur demektir. Bu ise, teklik boyutunda oluşa aykırılık demektir. Yönler ise bir şeyin diğer bir şeye olan karşılık yönü olur ki, böyle bir durumun olması demek sınırları gerektirdiğinden, varlık konusunda bu kabul edilebilir olamaz. Bundan dolayı varlığın “tek”liği sayısal olan “birlik” anlamında asla değildir ki, aslında sonsuz bir kapsam olan varlıktan oluşur demektir. Yine kendisinin herhangi bir kaynağı olmayıp, gerçekten kendisi tüm var olanların kaynağı ve çıkış yeridir. Varsayalım ki, kayıtlı bir var olan ve sonradan meydana gelmiş olan herhangi bir birimsel varlık, yeryüzünün herhangi bir yerinden uzaya doğru zaman sınırı olmaksızın uçsa bile asla bir sona ulaşması olası değildir. Çünkü onun bu yolculuğu “varlık” içindedir ve sonsuz uzay ise anlamsal olarak varlığın aynıdır.

Öyleyse, bu gerçek varlığın bir kaynağı var mıdır sorusu akla gelebilir ki, böyle bir soru sorulmasının yerindeliği tartışılır bir durumdur. Çünkü böyle bir soru, ancak birimsel varlığın kuruntusunun oluşturduğu bir soru olabilir. Her ne kadar sanıya dayalı bir soru sorulmuş gibi görünürse de, gerçekte böyle bir soru sorulması olası değildir. Doğrusunu söylemek gerekirse akıl gücü, gerçekten bu sorunun yerinde olup olmadığını birkaç durumda kanıtlayabilir.

Birinci durumda; Varlığa bir kaynak düşünülmesi, “ilk önce yoktu, sonradan var oldu” demek anlamını içine almış olur. Oysa ilk önce yok olan şeye var denemeyeceği gibi bunun kabulü, “yokluğun” kendisinin karşıtı olan “varlığa” dönüştü demek olur ki, oysa yok olan var olamaz, var olan da yok olamaz.

İkinci durumda; Herhangi bir kaynağa dayanarak var olan bir şey, gerçek varlık değildir, demek anlamına gelir. Belki kendinden önceki varlığın ilişmelerinden ya da bağıntılarından dolayı var olabilir. Tıpkı su ile buz arasında bulunan bir bağıntı gibi düşünülebilir.

Üçüncü durumda; Böyle olunca da varlığa bir kaynak düşünülür; bu kaynakta, diğer bir kaynağa düşünülebilir olur ve bu düşünce böylece sonsuza kadar zincirleme biçiminde gider. Bu zincirleme varlığın değil, aslında yoklukların zincirlemesi olur. Bu şekilde gidilip bir gerçeğe asla dayanmak olası değildir. Bundan dolayı bu zincirlemeler, kuruntunun ya da birimsel varlığın varsayıma dayalı oluşturduğu bir anlam olduğu için, doğru akıl yürütenler bakımından bu durum anlamsız bulunur. Aslında yokluk; boşluk, durgunluk ve hareketsizlik, zincirlemeler ise doluluktan ve hareketten başka bir şey değildir. Bundan dolayı zincirlemeler yokluğun işi değildir. Gerçekten bu açıdan bakıldığında, ilk önce yok olan şeyin zincirlemeler durumunda var olması olası değildir.

Yukarıda belirttiğim üzere varlık kavramını, geçmiş Türk ve İslam düşünürlerinden esinlenerek  açıklamaya uğraşım olmuştur.

Tüm yanılgılarımdan, her şeyin en doğrusunu bilen Allah’a sığınırım...

Yorumlar (0)
12
az bulutlu