banner4
21.04.2022, 16:13

Uzakları Yakın Eden Tutumlar

Dünya hayatının süsü olan insan, diğer bütün varlıkları kendi amacı için kullanabilecek bir irade ve güce sahiptir. Onun bu kazanımını terbiye etmek ve sahip olduğu gücü dengelemek ise Yaratıcıya düşmektedir. Daha işin başında olan seçime göre insanın hakikat perver olması bu işin ahlâk boyutunu ortaya koymaktadır. Hemen bunun peşinden ise, onun elinde uyacağı bir metnin olması işini kolaylaştırmaktadır. Sonuçta insanın hesap verilebilir bir güç sahibi olması akabinde kendi sahip olduğunu bilerek iş tutması onu varlıkların bir adım önüne geçirmektedir. Belki de onun bu vasfı, insanı Yüce Allah’ın kıymetlisi yapmaktadır. Bu kıymetin insan için ne denli bir değer olarak yakından bilinmesi ise işin cabasıdır diyebiliriz. Bu cabanın bazı hastalıklarla ya da sorunlarla birlikte hayat bulması ise işin cabası gibidir. Denir ki hastalık, insanın bedenini hissetmesidir. Toplumsal hastalıklar da öyledir. Hacı Bayram Veli’nin dediğine göre: “Kibir bele bağlanmış taş gibidir. Onunla ne yüzülür, ne de uçulur.” Taberanî’ye göre: “Üç şey insanı helak eder: teslim olunan hırslı bir cimrilik, peşinden gidilen arzular ve bir görüşü olanın sadece kendi görüşünü beğenmesi.” Karl Marx’a göre ise: “Bütün tarihsel olaylar ve kişiler hemen hemen iki kez yinelenir. Hegel eklemeyi unutmuş; ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak.” Ve dahi Ludvig Wittgenstein’e göre: “Hakkında konuşamayacağımız şeylerde sessiz kalmamız gerekir.” Netice olarak Cenap Şahabettin’in dediğine göre: “İnsan tarihe her istediğini söyletebilir. Çünkü ölüler, itiraz edemezler.” Bahsedilen bütün bunların insanın akledilebilir bir hayat sürebilmesi için ne denli dolu bir gündeme sahip olduğunu göstermektedir. Onun gündeminde olan bu seçkilerin yine onu daha iyiye götüren adımlara dönüşmesi ise bütünüyle insanın iradesine kalmış gibidir.

Dindarlık süreçlerinin yaşanan din olgusu anlamına geldiği unutulmamalıdır. Buna göre her kim ve dahi her toplum bu süreci iliklerine değin yaşamaktadır. Tabiidir ki bu yaşam tercihi insanın iradeli tercihine göre şekil almaktadır. Buna göre seçim yapan insanın olanı mı seçtiği yoksa olanı değiştirerek olması gereken hâline getirip mi seçtiğine dikkat edilmelidir. İnsan ve din denilince karşı karşıya kalınılan en büyük ve de tehlikeli sorun bu olmaktadır. Yaşamın bu ince koridorunda insanın seçen mi, dönüştüren mi olduğuna daha yakından bakmak lazımdır. Din ve dindarlıkların her sahip için hakikat ifade ediyor olması ise büsbütün bu tutumla ilgili bir husustur. Çünkü bu tercihin sahibine göre elinde olan hakikatin kendisidir. Dışarıda kalanlar ise hakikat değeri taşımayan tercihlerdir. Esasında din ve dindarlıkların seyrü seferinde “önce yol arkadaşı sonra yolculuk” demişler. Haddizatında dindarlık da böyle bir süreç ve yolculuktur. Halil Cibran, sosyal sorumluluk bağlamında der ki: “Elleri temiz kişiler, suçluların her kirinden azade değildir.” İyi insanlar, şu sözde ifade edildiği gibidir: “Altın yerde paslanmaz, taş yağmurda ıslanmaz.” Galiba asıl soru Wittgenstein’in dediği gibidir: “Şoför musunuz, taşıt mı” Bir şeyi öğrenmeye mesai harcamak lazımdır. Hem, “sokma akıl yedi adım gider.” Bir tespite göre insanın elinde bulduğu her durumu onaylamaması gereklidir. Tarihsel olan her şey doğru değildir. Bunun için şu söze kulak vermek lazımdır: “Yol sizi nereye götürüyorsa oraya gitmeyin. Yol olmayan yerden gidin ki, iz bırakın!”  Mamafih din ve dindarlıkların böylesi bir süreç ile tecrübeyi barındırması ise akleden insanın yakından bilebileceği bir husus olacaktır.    

Dünya hayatında boy gösteren en değerli varlık olan insanı için değişik kazanımlar bulunmaktadır. Bu kazanımların merkezinde duran en değerli husus ise adalet olgusudur diyebiliriz. Yüce Yaratıcı’nın üzerine titrediği varlık olan insanın bu olguyu hayata taşıması, ilk etapta Cenab-ı Hakk’ın iradesinin yaşama dâhil olması anlamına gelecektir. Bunun hemen ardından ise hayatın gerçekleriyle uyumlu olan bir kazanımın yine bu hayatın faili olan kişi tarafından yaşanabilir bir olguya çevrilmesi tercihi de hayat bulacaktır. Haddizatında insanı en değerli kılan seçim olan bu irade beyanı demektir ki, işin esasının da bu tercih olacağı açıktır. Hedeflediğimiz bu durumu Yüce Allah’ın iradesi üzerinden tanımlayacak olursak, dünya hayatının adalet üzere kurulu olduğunu daha yakından söyleyebiliriz. İşbu olgu yüzünden de bunu hayata taşıyabilecek yetenek olan insanın değer skalası bütün varlıkların önüne geçebilmiştir. Tabiidir ki bu “ön alış”ın gerekenler yapılmadığı takdirde ters yüz olması ihtimal dâhilindedir. Şimdi, insanlık tarihinde bu yolculuğa katkı sunan dimağlara daha yakından bakabiliriz. “Taptuk Emre’ye göre: “Adalet, suçu ve suçluyu değil, sonuna dek masumiyeti aramaktır.” Bunun tam aksine olarak Yunus filminden bir diyaloğa göre; “var mı pulun, kadı kulun. Yok mu pulun, cehennemdir yolun!” şeklinde bir anlayış da hâkim olmuştur. Halk arasında gecenin körü, akşamın vakti ya da şeytanın karı boşadığı saat denilen bazı durumlarda insanlar haklı da olsalar yine de dikkat ederler. Adaleti aramanın böyle bir vakti de olmamalıdır. Bizler, “soru aklın zekâtıdır” diyerek olan ve olması gerekeni yeniden kavramak zorundayız. “İnkâr yiğidin kalesidir” özdeyişinde olduğu gibi, kişinin sığındığı yer olan kalesi ise bizden ırak olması gereken bir mekândır. Herhâlde bu zamanda en son söz olarak: “Yola çık, yoldan çıkma!” diyerek çene kapatmak en uygunudur.

Biz insanlar için uzakları yakın eden tutumlar, esasında her daim yanımızda olan tercihler olmaktadır. Ancak bunların hayat bulması ise insanın iradesinin aktifliğine bağlı olmaktadır. Artık yakından bilinmektedir ki insan, diğer varlıklar gibi otomatik tercihlerde bulunan bir varlık değildir. Onun tercihleri akıl, irade ve zekâ ile dizayn edilmiştir. Bu üç hassanın insan için ne değerli bir süreç olduğunu bilirsek, insanın niçin Yüce Allah’ın doğrudan muhatabı olduğunu daha yakından anlayabiliriz. Kazanım denilen şeylerin insan iradesi üzerinden hayat bulması ise, yine insanın hayattaki en değerli işi olan seçimine bağlıdır. Derler ki rüzgârın önüne düşmeyen adam yorulur. Yine derler ki yüz yüzden utanır. Bu işin merkezinde işi bilenlerle bilinmeyenler bulunmaktadır. İnsanın işini tarif ettiği için bazı deyişlere daha yakın durmaktayız. Bunlardan birisi olan Wilfredo Pareto’nun dediği gibi: “Ekonomik doktrinler yoktur; ekonomiyi bilenlerle bilmeyenler vardır.” Tıpkı bunun gibi, ahlâk ve erdemler de insanlığın ortak malı olarak bunların eğitiminden ziyade bunların içselleştirilmesi esastır. İnsanı ilgilendiren şey, herhangi bir ilkeyi ahlâk anlamında değer yargısı olarak hayata taşıma ya da ondan uzak durma seçeneğidir. Bu noktada adalet tanrıçası ya da gözleri bağlı adalet figürleri iş yapmaz. Asıl iş yapan unsurlar insanın irade ve vicdanıdır diyebiliriz. Galiba işin başı şu sözde ifade edildiği gibidir: “Çeşm-i insâf gibi kâmile mizan olmaz. Kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz.” Akıl sahibi insanın dünya hayatını anlamlı kılması süreci, ilkin kendi yeteneklerini hayata yansıtmasıyla ve hemen ardından da kendisinden istenilenleri bir bir hayata hâkim kılmasıyla gerçekleşecektir. Onun bunları yaparken ihtiyaç duyacağı gücün daha yaratılırken kendisine verilmiş olması ise, varlık skalasında insanın niçin en öne geçtiğini daha bir açıklayıcı olacaktır diyebiliriz. İşbu nedenden ötürü insan, kendisinden vazgeçilebilen bir varlık olarak görülmemektedir.
 

Yorumlar (0)
12
az bulutlu