banner4
26.07.2020, 15:10

Trolcü Müslümanlık Özeline Dâvet Mi Yoksa Propaganda Mı Daha Faydalıdır?

Ortalık, uzun süredir garip bir şekilde ‘trolcu Müslümanlıklar’ın kavgasına sahne olmaktadır. Sahne dedimse, bunu, kelimenin tam anlamıyla “tiyatro sahnesi” olarak kabul edebilirsiniz. Hayatı hem kendisine ve hem de başkalarına dar eden bu Müslümanlığın en görünür vasfı, ilkeyi değil hamaseti öne almış olmasıdır. Ve dahi uzak hedefi değil, yakın kârı hesaplamasıdır. Bu Müslümanlığın günlük getirisi ise, dönem sonu blançolarında mutlak surette “zarar” hanesine yazılacak gibidir. Zira bunlar, hesapsız iş yapmakla kalmamakta, buna mukabil olarak da yaptıklarının en doğru olduğunu sanan kişilerden ibarettir.

Yaşanan hayatın gerçekliğinden bîhaber olan trolcü Müslümanların diğer bir vasfı da, “bakkal işletmecileri” gibi davranarak, yapılacak olan her davranışın olası getirisi üzerinden hayatı görmeleridir. Onlara göre din ve diğer her kutsal, sadece kendi inandıklarını onaylayan ve grubun tahsilatına imkân veren hatta bir avuç inanmış mücahidi hedefe taşıyan birer araçtan ibarettir. Bu zihniyetin ana koduna göre, dinsel değerler, özünde kendilerinin inandıkları değerlerden ibarettir. Başka dindarlıkların imkânsız olduğu bu dünyada hakikat sadece kendi pencerelerinden görülen şeydir.

Hayatı kördüğüm derecesinde sığ anlayan bu yaklaşıma göre, hemen her şey, sadece kendilerinin menfaatlerini korumalıdır. Bunlar, belli bir çoğunluğa ulaşınca toplumun diğer kesimlerini “adam eden” yöntemleri bulmakta mâhirdir. Onun için bilim denilen şey, bunların nezdinde sorgusuz peşinden koşulan, hatta önderlerinin uzun zaman önce deklere etmiş olduğu kesin imandan ibarettir. Güçlü bir iman sahip olan bu kişiler neye inanıyorlarsa, bilim de mutlaka onu söylüyordur.

Bunlara göre, insanlığın uzun zamandır üzerinde konsensüs sağlamış olduğu adalet, özgürlük, eşitlik, liyakat vb. gibi temel değerleri, kendi hedeflerine ulaştıklarında artık yarı yolda terkedilecek geçici hedeflerden ibarettir. O nedenle bunlar, asla kalıcı dâvetten yana olmazlar. Geçici menfaatlerini temin eden ve hakikate ulaşamayacak olan söylemlerin kucağı durumundaki propagandayı tercih etmişlerdir. Bunların kendileri gibi düşünmeyenleri hizaya çekmek istemesi, hatta “had bildirme” çalışmaları, bu sahte özgüvenden kaynaklanmaktadır. Bu kişilerin mutlak manada gizli bir ajandası olur. Bu ajandanın içinde olanlar, hiçbir surette açık edilmeyen gizli hedefler listesinden ibarettir. Dava denilen şey de bundan ibarettir. Hatta dava, sadece lidere itaatten ibaret bir şeydir. Yanlış yapan liderlerini “kılıçla düzelten” gelenek, bunlar için sıradan bir söylemdir. Çünkü böyle bir tecrübeleri hiç olmamıştır. Önderi eleştirenin tek bir sıfatı vardır, o da “hain” olmaktan ibarettir.

Trolcü Müslümanların kahramanları, 300-500 kelime ile konuşan, adlî anlamda sorunlu, sonunu düşünmeyen “cesur” kişilerdir. Hele de dün bir şekilde hapse düşmüşse, bunlar için gerçek kahraman onlardır. Bu kişilere gazete ve dergi sayfaları ardına kadar açılır ve süratle kanaat önderi seviyesine çıkarılır. Yine bu kişilerden bazılarının dün saldırı, yaralama, kavga, kundaklama, tedhiş ve molotof atmak gibi meziyetleri olduğu unutulur ve adaleti kendi daracık dünyasında arayan akl-ı evveller oldukları unutulur. Hele de dış görünüş itibariyle “mücahid”e benzediklerinde, hiç kimse kaliteyi aramaz olur. Aile ve dostluk ilişkileri bu yolda heba olan değerlerdir. Ağzı laf yapan bu kişiler için siyah-beyazdan öte renk kalmamıştır. Kendileri dışında herkesin helâk olacağı bir dünyayı inşâ eden bu kişiler, sonunda kurdukları dünyanın kısa süre içinde izmihlalini gören kişilerdir. Fakat bu hezimet de onlara herhangi bir ders vermez. Nihayetinde bu vasfın sahipleri, yeni kimlik ve yeni rolle dün sövdükleri hatta tekfir ettikleri siyasilerin izinden gidebilecek kadar “karakterli!” kişilerdir.

Bilimsel düşünme, tartışma, araştırma, ötekine saygı, hoşgörü vb. gibi hakikat arayan çabalar, bu kişiler nezdinde olsa olsa “sapkınlık” olabilir. Neyi arıyoruz ki, gerçek, dün bulunan şeyin adıdır. Bizler, bugün için dünü takip etmeliyiz ki yarınımızı ihya edebilelim. Bunun dışında herhangi bir gerçeklikten bahsedilemez. O yüzdendir ki bu tip kalemşörler, her daim ilahiyatlarla kavgalıdır. Yarım yamalak da olsan bilimsel dini düşüncenin son kalesi olan bu kurumları, tek tip dinsel düşüncenin sembolü olan medreseyle kıyaslama çabasına hız vermişlerdir. Amaçları, sadece dünün eğitim kurumlarını bugün de ihya etmek değildir. Bunun yanında görünmez olan en güçlü amaçları, dinsel alandaki “farklı sesleri” kısmak ve kendi kurdukları tek pencereli dünyanın hâkimiyetini temin etmektir. Bunun temini adına çiğnenmeyecek ahlâkî ve de hukukî ilke bulunmamaktadır.

Bu kişilere göre gençlik, özgürlüklerin yaşandığı her ortamda elden gitmekle kalmıyor, bütün değerleri yozlaşmış kalabalığa da dönüşmektedir. Zira dünün dünyasında kopuşun gerçekleştiği gençler nezdinde artık ahlâk ve geleneğin koruyucu vasfından bahsedilemez. Örtülü kızların sigara içtiği, ayak ayak üstüne attığı, kafelerde gezindiği, sakallı erkeklerin küpe taktığı, kapriyle dolaştığı ve dövme yapığı her durum, yeni bir bozulmanın eşiğidir. Gettolaşmanın temini adına bu kişilerin dâvetten çok, hizaya getirilmeye ihtiyacı bulunmaktadır. Ve bu iş destek kıtaların da yardımıyla derhal yapılmalıdır. Yoksa nesil elden gitmektedir.

Akla düşman olan bu dindarlığın periferisinde yatan asıl eğilim “mutlak itaat” olgusudur. O nedenle, bu dindarlığın işlevsel olduğu her aşamada vahyin saf kavramları tahrif edilerek, hatta kendi bağlamından çıkarılarak sonuna dek kendi çıkarları doğrultusunda kullanılabilir. Bu yapının tahkim edildiği her dindarlık sürecinde siyasî olan ile dinî olan iç içe girmiş olmakla kalmaz, ömürleri seçimle belirlenen yöneticilerin devletle eşdeğer kılındığı tuhaf bir anlayışa evrilir. Bu meyanda ortalıkta “devlet benim!” diyen kişilerin, “din, sadece benim söylediğimden ibarettir!” noktasında fetva vermeye başlayan kişilerle kol kola hareket ettiği görülür. Bunların oldukça hevesli yardımcıları, fetvacıları da bulunur. Yine bu kişiler, tarihsel olarak hayat bulmuş olan hemen her tercihi “fetih “ adı altında yorumlayarak, bugünün eylemsel meşruluğunu dünden alan tuhaf bir ölçü geliştirmişlerdir. Artık her ortam hatta dinsel mekânlar dahi hemen herkesi kuşatıcı olan dâvetin değil, sadece kendi taraftarlarını konsolide eden propagandanın bir aracı durumuna getirilmiştir.

Bu serencamdan nefes alabildiğimiz ender zamanlarda önümüze çıkan hakikatin ifade ettiği gibi, insanoğlunun garip işleri bulunmaktadır. Bunlardan birisi de, artısı ve eksisine bakmadan hırslarına kurban olarak ‘kendi dindarlığını oluşturma hevesi’dir diyebiliriz. Adına “sahte dindarlık” olgusu denilen bu hevesin itaat, şüphe ve aracılık vasfı üzerinden kendine yeni dindarlıklar oluşturduğu da görülmektedir. Bu eğilimin Yüce Allah’ın daha başından itibaren gönderdiği vahiylerle çeliştiği, hatta onları ortadan kaldırdığı olumsuz bir tarafı da bulunmaktadır. İşte bu nedenledir ki trol dindarlığıyla mücadelenin ilk vasfı, kim ve ne olursa olsun “aracı dindarlıklar”ın ortadan kalkmasıdır diyebiliriz. Bunu başarma adına önce evimizin içini temizlemek gerekmektedir.

İslâm Dini’nin daha başından itibaren doğrudan mücadele konusu yapmış olduğu “ahlâksız dindarlık” olgusu, esasında ‘inanç ve fıtrat kirlenmesi’ bağlamında ele alınmalıdır. O nedenle de bu olguyla mücadele için tıpkı Kur’an’ın yapmış olduğu gibi öncelikle kendi içimize bakmalıyız. Yani ahlaksız dindarlıkla mücadele ederken ötekiyle mücadele etmekten çok, kendimizle mücadele etmeyi daha bir önemsemek ve gerçek dindarlık ile sahte dindarlıkları ayırabilme aşamasına gelebilmeliyiz. Bunun için son derce uyanık ve tedbirli durmak lazım gelir. Adeta külyutmaz karakterde olayları değerlendirmek icap etmektedir. Dinle aldatan kişilerin bu denli ortalıkta olduğu zamanlarda, kendimizi sahte dindarlıklardan da korumanın zarureti bulunmaktadır.

Neticede ise insanlığı “adam etmek” için gelmiş olan vahyin istisnasız bütün elçilerinin topyekün savaşım vermiş olduğu adaletsizlik tercihi, buna rağmen yine de bazı müntesipleri tarafından onaylanmış olup, hakkaniyet ve tevhide karşı konuşlanan ‘dindarlık’ içeriğine sahip görülen bir kabulün adıdır. Bu durumun farkında olarak insanın kirlenmesine vesile olan ve adeta genetik koda dönüşen önümüzdeki soruna yaklaşmak gerekmektedir. Trolcü Müslümanlığın neliğine dair olan tasniflerin ana temasını oluşturan bu yönelim sayesinde ahlâksız dindarlığın dine, insana ve de vahye olan zararlarını görme fırsatımız olacaktır. Ondan daha önemlisi ise, olanı değil, olması gerekeni tartışabilirsek, bu sinsi eğilimle yapılması gereken mücadelenin temel basamakları hakkında güçlü bir öneri paketine sahip olacağız. Bu paketin insanımız için her iki cihanda da kurtuluş vesilesi olacağını unutmamalıyız.

Bizce bu uyarıların en büyük ödülü, adalet ve tevhide bağlı gönül erlerinin sayısının artması ve halk arasında yaşamakta olan ahlâksız dindarlık eğiliminin fark edilerek ondan ateşten kaçar gibi kaçan iradeli bireylerin ortaya çıkmasıdır. O yüzden de, “ Ne mutlu, vahyin gölgesinde akıl ve irade eğitimine râm olanlara!” demek zamanı gelmiştir Yine ne mutlu ki, hayatı vahyin ışığında aracısız ve de ortaksız yaşama iradesini gösterenlerin çoğaldığı bir dindarlık modelinin sahiplenildiğini görebileceğiz. Bu aşamada insana karakter bahşeden ilkelerin toplamı durumunda olan tevhide sarılın demekten daha güzel bir temenni yok sanırım…

Her kim olursa olsun adaletten şaşmayan sağlıklı kişiliklerin inşası için vahyin ahlâk ölçülerini içselleştirmek lazımdır. Bu iş için öğretmenimiz durumunda olan elçilerin pratiklerine bakmak lazımdır. Dün olduğu gibi bugün de, adaletten yana durmak şöyle dursun, kendi çıkarlarını dinin çıkarları gibi sunan kişilere ihtiyacımız bulunmamaktadır. Yarının gençlerine hesap vermek istemiyorsak, dünün gençlerinin yaptıkları yanlışların peşinden gitmemeliyiz. Atalarımızın yaptığı her şeyin doğru olmadığını bilmek lazımdır. Bizim için aslolan, atalarımızın mirasının adalet ve hakkaniyet üzere yeniden değerlendirilmesidir. Bizler, şucu bucu değil, “Müslüman” olarak bilinmekteyiz. İnanıp hakikatin neferi olması gereken kişiler için bu adın bânisi Yüce Allah’tır. Müslüman… Yani Allah’a, O’nun ilke ve önerilerine teslim olan... Var mıdır bundan ötesi!...

Yorumlar (0)
12
az bulutlu