banner4
05.05.2023, 22:32

TARİHTE DÜŞENLER VE TARİHE IŞIK TUTANLAR/2

Tarihe baktığımızda toplumların ana taşıyıcı unsurunun hiçbir zaman çoğunluğun kendisi olmadığını görüyoruz. Tam aksine he zaman örgütlü bir sınıfın elit kesimleri tarihin dönüştürücü aktörleri olmuşlardır. Bunlar genellikle bilgi sahibi olan düşünür ve filozoflar, estetik yetileri gelişmiş zanaat ve sanatkarlar ve adalet zırhını kuşanmış askerler ve yöneticiler olduklarını görüyoruz.

Bir toplumda yetişmiş insanların kalitesi ve yönetimde etkin olmaları, o toplumun gelişmesini her zaman pozitif yönde etkiler.

Tarihe ışık tutan toplumlar;

- Adaleti kutup yıldızı gibi hayatlarında yön tayin edinirler,

- Özgürlüğü ve insan aklını hiçbir sınırlamaya tabi tutmazlar,

- Uzlaşma ve başkalarının haklarına saygı duyarlar,

- İşlerinde istişareye önem verirler,

- Sosyal hayatın her alanlarında barışı esas alırlar,

- Toplumsal çıkarı bireysel çıkardan fazla önemserler,

- Bilimi ve sanatı baş tacı edinirler,

- Emek sonucu elde edilen kazancı ve mülkiyeti kutsarlar,

- Herkesin doğal kaynaklara erişimini fırsat eşitliği kapsamında sağlamaya çalışırlar,

- Evrende yaşayan tüm varlıkların ekosistemlerine saygı duyarlar,

 - Sosyal yaşamın her kulvarında ehliyeti ve liyakatı baş tacı edinirler.

Tarihe ışık veren toplumlarda ehliyet ve meslek birikimi ön planda olduğu için herkes kendi işiyle meşgul olur.  Kimse kimseyi yönetmeye kalkışmaz. İktisadi hayatta şeffaflık ve toplumsal yaşamda düzen vardır.  Piyasada fiyat istikrarı ve şeffaflık olduğu için aldatan ve aldanan olmadığı için ticari hayatta kirli ve gizli pazarlıklar olmaz. Gayrimeşru ilişkiler toplumsal ahlak açısında kötü görüldüğü için kimse bu yollara tenezzül etmeye çalışmaz.

Tarihte düşen toplumlara baktığımızda; genelde manevi değerlerden yoksun, insan kalitesi düşük ve maddi doyumluk skalasını aşmamış ve sadece hükmetmeye meraklı kişiler tarafından yönetilen toplumlar oldukları görülür. Bu tür toplumlarda herkes bir başkasını yönetmeye çalışır. Kimse üretmeye gayret etmez. Emeğin kazancı hor görülür. Rant kutsanır. Servet transferi güç sayesinde belirlenir. Vergilendirmede adalet ilkesi işlenmez. Üretim ve paylaşma güç tarafında belirlendiği için adalet mekanizması çalışmaz. Her türlü fırsatçılık başarı olarak lanse edilir. Fiyat istikrarı ve şeffaflık olmadığı için piyasada her türlü hileli ilişkiler alır başını gider. Toplum içten içe çürümeye başlar.

Tarihe ışık veren toplumlarda iktisadi hayatta emek, idari yaşamda adalet, beşeri hayatta şeffaflık ve sivil yaşamda özgürlük baş tacı edildiği için toplumsal yaşamda barış ve eminlik kendiliğinden yeşerir.

Tarih boyunca refah ve güvenlik/eminlik her zaman hukuktan sadır olmuştur. Güvenlik kavramını “asayiş” kelimesine indirgememek gerekir. Güvenlik kavramı daha farklı çağrışımlara sahiptir ve güvenlik özgürlüğün karşıtı değildir. Bizim kültürümüzde güvenlik “eminlik” kavramına tekabül eder. Bu her şeyi sarih bir biçimde açıklamaktadır.

Eminlik kavramının en önemli öğesi, normlara bağlı işleyen bir sistemin varlığıdır.

Azgelişmiş ülkelerin geri kalışlarının sebeplerine indiğimizde; iktisadi, siyasi ve idari yapılarını sağlıklı bir sistem üzerinde inşa edemediklerini görüyoruz. Ülkemiz açısında idari yapımıza baktığımızda, hukuk normları üzerinde işleyen bir sistemin olmadığını görüyoruz. Onun için her on yılda bir siyasi darbeler, ekonomik kaoslar ve kültürel çözülmeler eksik olmaz.

Standartlardan yoksun toplumlar genelde geri kalmış toplumlardır. Bu tür toplumlarda her türlü aldatıcı ilişkiler söz konusudur.

Oysa modern toplumlar, standartlarla kuşatılmış bir toplumlardır.

Modern hukuk devletinde iktidarın veya siyasi partilerin dokunabileceği alanlar ile dokunulmayacağı alanlar çeşitli standartlar tarafından belirlenmiştir.

Standartların olduğu bir yerde istikrar vardır. Bir toplumda istikrarı sağlayan şey, erki elinde bulunduranların dokunabileceği alanlar ile dokunamayacağı alanların iyice belirlenmesidir. Yasama, yürütme ve yargı erklerinin bağımsız oluşları ve özgül konumlayışları toplumsal huzuru ve gelişmeyi sağladığını biliyoruz.

Bir toplumda idarenin keyfi tutumuna karşı en önemli engelleyici unsur, o  toplumun uzlaşma kültürü ve hukuk devlet geleneğinin ulaşmış olduğu seviyedir. Uzlaşma kültürü bir toplumda hukukla olur. Hukuksal normların cari olduğu bir yerde, bir fiilin karşılığının ne olacağını bireyler önceden öngörebildikleri için herkes kurallara uymak zorunda hisseder kendisini.

Kurallar, herkese eşit şekilde uygulandığı için toplumsal refah ve adalet mekanizması kendiliğinde gelişir. Modern yönetim dünyasında kurallar her zaman kişilerden daha önemli ve önceliklidirler. Çünkü çağdaş kamu yönetim anlayış verili kimlikler (din, mezhep, dil, bölge, cinsiyet ve karizmatik donanımlar) üzerinde değil,  bireysel yetenekler üzerinde yükselir. Modern kamu yönetim anlayışında sistem kişiye bağlı değildir, kişi sisteme bağlıdır. Kişi sisteme uygun fonksiyonları icra ettiğinde bir anlam ifa eder. Kişinin” iyi” veya” kötü” oluşu önemli değildir, kişinin sisteme ne kadar uyum sağladığı ön plana çıkar. Sisteme olan uyuma göre bireysel performanslar değerlendirilir.

Kuralların egemen olduğu yerde insanlar sisteme, kuralların egemen olmadığı yerde ise insanlar  kişilere biat ederler. İşleyen bir kamu yönetim sisteminin olduğu yerde, kimse kuralları ihlal etmeye çalışmaz. Kurallar yanlış bile olsa ona uyulur. Yanlış olan şey kurala uymamak değil, yanlış olan kuralın değiştirilmesidir. Yanlış kuralın değiştirilmesi demokratik zeminlerde her zaman mümkündür. Bunun yolu da yasamadır veya kısmen yargı veya referandumdur.

Normlara tabi yönetilen bir yerde yanlış uygulamaların düzetilme imkanı her zaman mevcut iken,  kişiye bağlı olan bir yerde keyfiliğin “ne zaman” ve “nasıl” sonlanacağına dair bir öngörüde bulunmak olası değildir.

Yazılı kurallar her zaman şifai keyfi kararlardan üstündür. Çünkü birinde kişi değiştiğinde kararlar da değişebilir, diğerinde ise bu pek mümkün değildir.  Çünkü yazılı kuralların olduğu yerde şeffaflık vardır. Şeffaflığın olduğu yerde eminlik ve eminliğin olduğu yerde refah ve refahın olduğu yerde her zaman  huzur  vardır.

Kişiye bağlı işleyen bir yönetimde güven oluşmaz. Stabil bir düzen/mizan olmadığı için güven kendiliğinden ortadan kalkar. Kişiye bağlı işleyen bir sistemde kişinin değişmesiyle birlikte kararlarda değişir. Kurumsallaşmış bir sistemde bu durum söz konusu değildir. Bilakis kişiye bağlı olmayan normlar söz konusu olduğu için sistem kendiliğinde işler.

 Kişiye bağlı olan sistemlerde “keyfilik “neopotizm” her zaman olma ihtimali vardır. Bu durum, bu yönetimlerinin doğasında kaynaklanır.

 Günümüz yönetim dünyasında,  kişiden ziyade kişiyi de bağlayan bir hukuk sisteminin işleyişi öncelikli olduğunu görüyoruz. Hukuk sistemin olduğu bir yerde işler ehliyet ve liyakat üzerinde pay edildiği için herkes ister istemez hakkına razı olur.  Toplumda özgüven yükselir, bireyler kimselere minnet duymaz olurlar.  Kimse kişiliğinde ve onurundan kolay ödün vermez. Kula kulluk hor görülür. Zamanla toplum şahsiyetli bireylerden oluşmaya başlar. Herkes mevcut hukuk sınırları içerisinde hareket etmeye çalışır. Kimse kimsenin hakkını yemeye kalkışmaz. Bireyler kendi haklarını korudukları gibi başkalarının da haklarına saygı gösterirler. Böylece bireyler “ne zülm etmeye çalışır ne de zulme rıza gösterir”. Toplum erdemli ve korkusuz bireylerden oluşmaya başlar. Cemiyet hayatında refah ve şahsiyetin yükselişi devam eder.  Farabi’nin “ El Medinetü’l Fazıla”  eserinde beyan ettiği gibi toplumsal yaşamda “Şeriatın kestiği parmak acımaz” altın sözü bir yıldız gibi parlar. 

Hukuksal değerlerden yoksun toplumlarda nimetler iktidara yakınlık ve uzaklığa göre pay edildiği için kimse kendisini pek güvende hissetmez ve güvensizlik alır başını gider. Kaos ve ahlaksızlık normal görülmeye başlanır. İktisadi yaşam, rant ve sömürü üzerinde yürümeye başlar. Düzensizlik ve kargaşa beşeri hayata egemen olur. Kimin eli kimin cebinde olduğu çoğu zaman belli olmaz.

Hukuk devletinin olduğu yerde kişilerin bireysel donanımları her şeyden önce gelir. Kişinin belli bazı donanımlara sahip oluşu, ehliyeti ve liyakati kamusal yaşamda öncelendiği için herkes ister istemez hakkına razı olur.

Hak sahibine hak ettiğinin teslim edilmesi sosyal refahı ve toplumsal aidiyeti geliştirdiği gibi iktisadi gelişmeyi de pozitif etkiler.

Yorumlar (0)
12
az bulutlu