banner4
16.04.2020, 23:04

SUÇLULUK SORUNU

Kemal Tahir “Kurt Kanunu” kitabında, “suçluluk sorunu” ile insanı, yüzleşmeye çağırır:“İnsanoğlunun dünyada başvurduğu en boş, en umutsuz, en aptalca iş, sorumluluktan kaçmaya çabalamasıdır. Çünkü sorumluluktan kaçması, insanın kendine ve topluma karşı işleyebileceği en sefil suçtur. Dünyada yalnız sorumluluktur ki, namuslu insanda, bunun, şuuru olmasa bile sezgisi mutlaka vardır” der.

Yıllar önce 20 Nisan 2014 de Adalet-org’da yaptığım bir değerlendirmede: “Eğer değer yargıları, ‘yoz bir kültürle’ veriliyorsa ve netice böyle bekleniyorsa, bu insanlar gelecekte hangi meslekte olursa olsun, aynı yanlış refleksleri gösterirler… Ülkemiz insanı, kültür, anlayış ve yaşayış olarak birbirinden çok uzak yetiştirilmektedir. Uzlaşmaz zeminin altında, farklı kültür anlayışları vardır… Herkes kendi değer yargılarını üstün tutarak, diğerlerini aşağılamaktadır” demiş ve “Artık birbirimizi suçlayıp, yargılamak yerine; neden sorunlarımızın tespiti için birbirimizi anlamayı denemiyoruz?“ diye sormuştum…

Suçluluk sorunumuza, ancak ‘kendimize bakarak ve arınarak’ bir çözüm bulabiliriz… Necip Fazıl’ın “Reis Bey” romanında söylediği gibi:“Ben diyorum ki her fert baş ucuna;‘Suçlu benim, herkes suçsuz!’ levhasını asmalıdır. Ben diyorum ki yegâne kurtuluşumuz, herkesin herkesi affetmesindedir. Daha ötesi kanunların sorumluluğuna girer. Ama görüyorum ki anlatamıyorum... Hissediyorum ama anlatamıyorum! Ne yaptım ben? Uykuda, baygınlıkta, annemin karnında, babamın kanında hangi cinayeti işledim? Hangi mukaddesi kirlettim ki kendimi gelmiş gelecek bütün fenalıkların tek sorumlusu biliyorum? Dışımda ne arıyorlar? İçime doğru suçluyum ben! Yapmadıklarımın, işlemediklerimin de suçlusu…” diyerek, bir arınma çeşmesi oluşturabiliriz…

Bu anlamda, içimde duyduğum eksiklikleri, 2016 yılında okuduğum Karl Jaspers’ın “Suçluluk Sorunu” kitabında buldum. Kitap, bir zihniyet sorgulaması yaparak:“Yalnızca dehşet, utanç ve suçluluk duyarak, susmalı mıyız? Nereye kadar?” diyerek bizlere sorular soruyor…Alman düşünür, bizi iç sesimize kulak vermeye, vicdanımızı önemsemeye davet ediyor.İnsanlarla açık iletişim kurarak, belirlenebilecek fikir birliğini teşvik ederek ve birlikte hakikati bulmak için çaba göstermek amacıyla…

İşte kitaptan bazı satır başları:

“Hepimiz kendimizi temize çıkararak ve karşıtlarımızı, hasımlarımızı, ‘ötekimizi suçlayarak’ yaşamaya devam etmek istiyoruz. Ama devam edemiyoruz. Bu da bizi daha öfkeli kılıyor. İyi ama neden bu kadar öfkeliyiz? Ve neden yaşadıklarımız, hissettiklerimiz, değer verdiklerimiz, kutsallarımız ve eylemlerimiz giderek birbirinden farklılaşıyor?..”

“Suçluluk sorunu ile meşgul olan herkes için gerekli olan ilk şey, kişinin kendisiyle meşgul olmasıdır. Kendimize sorular sormalı, kendimiz acımasızca analiz etmeliyiz. Nerede yanlış hislere kapıldım, yanlış düşündüm ve yanlış davrandım? Suçu başka şeylerde ve başkalarında değil, mümkün olduğunca kendi içimizde aramalı, acıya sığınmamalıyız. Bu, dönüş yapma-arınma- kararından sonra ortaya çıkacaktır…”

”Çoğunluk ve iktidara/devlete/egemene sırtını yaslayarak varlıklarına varlık katanlar, ‘hakikati tekellerine aldıklarından’ emin bir şekilde ötekilerin varlıklarının da kendi varlıklarına tâbi olmasını istiyorlar... Ama dışlananların, ezilenlerin, sessizleştirilenlerin acılarına körlüğün yol açacağı ‘derin adaletsizlik’, bir arada yaşama imkânlarını dinamitleyecek kadar toplumun her hücresine nüfuz ederse, bu durumda hepimiz kaybederiz.”

“İnsanların çoğu, sadece kendi çektikleri hakkında gerçek bir fikri vardır. Sürekli bir yıkma, bireyler ve gruplar arasında dağılmalara ve bölünmelere yol açar. Varoluşumuz, ortak bir etik-siyasal temelden yoksun olduğu sürece bu yıkım, bu dağılma ve bölünmeler artacak...Yıkım ve intikamdan suçlular kadar, suçsuzlarda payını alacak... Bizim için şiddet yolu umutsuz, kurnazlık yolu ise haysiyetsiz ve verimsizdir.”

 “Vatana karşı yükümlülüklerimiz, o an ki ‘otoriteye körce itaat etmekten’ çok daha derine iner. Kitab-ı Mukaddesteki şu sözün yanlış yorumlanması, bu suçları mümkün kılan şeylerden biridir: ”Senin üzerinde otoriteye sahip olan devletin uyruğu ol!” Bu söz askeri gelenekteki emir kavramına iliştirilen ‘tuhaf kutsallık’ vasıtasıyla tamamen yozlaştırıldı: ‘Bu bir emirdir’ sözü ‘yüce görev’ yerine getiriyormuşcasına heyecan verici bir söz gibi geldi! Bu davranış, ahlakı anlamda büsbütün durumları suç haline getiren, itaat etmeye duyulan isteklilik,-kendini vicdanlı sayan, gerçekte ise her türlü vicdanı bir kenara bırakan- bir içgüdüsel davranışa dönüştü…”

Yalnızca slogan ve itaat peşinde olan, sınayamaz ve kavrayamaz, bu nedenle ikna da edilemezler. Birbiri ile konuşmayı gerçekten öğrenmemiz yalnızca ‘çeşitliliğimizin farkına varmakla’ mümkün olabilir. Esas itibariyle farklı başlangıç noktalarından yola çıkan bizler, birbirimize karşı açık fikirli olmalıyız. Belki de ortak payda yalnızca vatandaşlığımızdır.”

“Olayların altında ezilenlere karşı takınılan körlüğün beraberinde getirdiği ‘derin adaletsizlik’ burada: ‘Galibin gücü’ hak yaratamaz. Başarı, hukuk ve hakikatin üzerinde merci olamaz.”

 “Biz birbirimize aidiz. Birbirimizle sohbet ederken, ortak bir sorunumuz olduğunu hissetmeliyiz. İnsanlar ya beraber yaşayacaklar ya da hiç yaşayamayacaklar...”

“O zaman güç isteme olmaksızın, şefkatli bir mücadele içinde hakikati tartışmayı ve hakikat içinde birbirimizle bağ kurmayı istemeliyiz. O zaman hakikatten başka hiçbir şey önem taşımayacak... Kurnazlığa kaçmadan, kaderimiz neyse ona katlanarak...”

İşte bu nedenlerle Karl Jaspers “Suçluluk Sorunu” (1946) kitabı ile “daha adil ve özgür bir toplumsal geleceğimiz için bütün sorunlarımız üzerine, birbirimizi suçlamadan ve kendimizi aklamaya çalışmadan, açık yüreklilikle konuşma ve “arınma daveti” yapıyor:

 “Arınma, kişinin bir insan olarak tutacağı yoldur. Arınma, özgürlüğe ilişkin bir sorundur. Herkes her seferinde saflıkla bulanıklık arasında bir seçim yapacağı yol ayrımına gelir. Aydınlanma, şeffaflaşma ile manevi yücelme, insan sevgisi üzerinde dayanışma ve ortak sorunluluk bilinci olmadan, özgürlük sözkonusu olmaz.”

 “Yeni yaşamımızın özümüzden kaynaklanan temeline, yalnızca kendi içimize eksiksiz bir bakışla erişebiliriz. Yanılsamalardan kaçınmak zorundayız. Ne kör bir reddiyeciliğe, ne de kör bir ümide saplanıp kalmalıyız.”

“Şimdi kolektif olarak hepimiz durumdan sorumluyuz. Toplumun genelinde yaygın olan durum ‘kölelik ruhu, yaltaklanma, özgürlük bilincinden ve demokratik ruhtan’ yoksunluktur...Burada yanılgının kendisi ahlaki suçtur. Halkın ödevi, dönüşüm, yeniden doğuş ve felaket getiren şeylerin defidir.”

“Manevi arınmada, suçluluk bilinci zemininde ne kadar ilerleme kaydettiğimizi, bize yönelik ‘ahlaki saldırılar’ karşısında, tavrımıza bakarak anlayabiliriz: İçten gelen bir titremeye yakalanacak olursak, dışarıdan bize yöneltilecek bir saldırı, canımızı yakıp, kalbimizi kırabilir ama ruhumuzun derinliklerine dek nüfus edemez… Suçluluk bilincinin sahiplenilmesi durumunda, yanlış ve haksız suçlamaları sükunetle karşılarız… Zira kibrimiz ve dik kafalılığımız eriyip gitmiştir. Arınmak bizi özgürleştirmiştir çünkü. Bu halde, suçlayan kişinin ne kadar ilgisiz ve bilgisiz birisi olduğunu görerek, daha ziyade onun adına kaygılanırız. Artık bizim payımıza düşen, alçak gönüllülük ve haddini bilmektir…”

Öyleyse gelin, kendimiz, birbirimiz, bir arada yaşayabilmemiz ve geleceğimiz için anlamlı bir uzlaşı ortamları kuralım! Kant’ın dediği gibi “Kendi suçumuz ile düşmüş bulunduğumuz ergin olmama durumundan, kendimizi kurtaralım ve artık aklımızı daha fazla kullanmaya cesaret ederek, aydınlanalım.” Aklımız, düşünmenin aydınlığı ile “ortak aklı” belirlesin. Kalplerimiz, başkalarının da acısını duyarak “vicdanı” içimize yerleştirsin. Böylece, aklın aydınlığı, vicdanın sesi ile hayatımıza daha iyi ve daha derin anlamlar yüklemiş olarak, mutluluğu hep beraber yaşayalım...

Faydalanılan Kitap: Suçluluk Sorunu / Karl Jaspers / İthaki Yayınları/ Basım yılı 2015

Yorumlar (0)
12
az bulutlu