banner4
28.06.2020, 17:39

SÖMÜRGECİ FRANSA

Fransa 548.000 km2 yüz ölçümüne ve 2019 verilerine göre yaklaşık 67 milyon nüfusa sahip, Avrupa’nın Güney batısında yer alan bir ülke.

Bugün itibariyle Fransa’da yaşayan Türk nüfusunun yaklaşık 900.000 civarında olduğu, Türk işveren sayısının (büyüklü-küçüklü, ortaklı) 15.000 civarında olduğu, Türklerin toplam sermaye birikiminin minimum 10 milyar Euro civarında olduğu ifade ediliyor.

Ancak, Fransa’nın gelişmiş ülkeler arasında yer almasının en büyük nedeni Afrika’daki sömürgeleri. Kalkınması ve bunun devamındaki finansal lokomotif, Afrika’dan sömürdükleridir. 

İşte bu nedenle, son zamanlarda Libya’da karşımıza en çok çıkan devlet olarak Fransa’yı görüyoruz. Peki neden? Bu sorunun cevabını 2008’de Jacques Chirac vermiş aslında. Geçmişin Fransa Cumhurbaşkanlarından olan Jacques Chirac diyorki “Afrika gelirlerimiz olmasa, Fransa bir 3’üncü Dünya Ülkesi konumuna düşer”. Yani Afrika’yı sömürmeye devam etmezsek, amatör kümeye düşeriz diyor.

Fransa’nın bugünlerde Libya’daki asıl derdi, Türkiye’nin Libya’dan sonra Senegal, Nijerya, Fas, Tunus, Cezayir, Çad, Mali, Nijer gibi diğer Afrika ülkelerine de yardıma gitmesi ve Türkiye’nin bu hamleleri nedeniyle kendilerinin artık Afrika ülkelerini sömürememek endişeleridir.

Libya özelinde baktığımız zaman ise, Sirte ve Cufra bölgeleri, önemli petrol bölgelerine hakim durumdadır ve petrol hilali de denilen bölgeye hakimdir. Fransız petrol şirketi Total buralarda uzun yıllardan beri petrol çıkarmaktadır. 

Ayrıca Libya’yı kontrol eden, Doğu Akdeniz’de de önemli bir üstünlük ele geçirmiş olur.

Libya özelinde ve Afrika genelinde, sömürü denilince aklımıza hemen petrol ve doğalgaz gelmekle birlikte, olay petrol ve doğalgazdan ibaret de değildir. Afrika’da başta elmas ve altın olmak üzere, platin, kobalt, fosfat, krom, tantalit, manganez, uranyum ve koltan gibi yeraltı zenginliklerinde dünyada hatırı sayılır rezervlere sahiptir (ki bu rezervlerin dünya ortalaması % 50’lerin üzerindedir) ve Fransa (Osmanlı’nın zayıflamasıyla) 1630’lardan beri buraları sömürmektedir.

Afrika’nın (su kıtlığı çeken birkaç ülkesi dışında) bakir tarım alanları da, emperyalistlerin ağızlarını sulandıran başka bir çekiciliktir. Özellikle Çin, son 20-25 yıldan bu yana buralarda 49 veya 99 yıllığına büyük tarım arazileri kiralamış ve buraların halkını ucuz iş gücü olarak çalıştırarak, organik tarım faaliyetlerini sürdürmektedir.

Fransa 2’nci dünya savaşında harap ve bitap düşmesine karşın, 2’nci dünya savaşı sonrası mağdur rolünü iyi oynayarak, Afrika’daki sömürge alanlarını diri tutmakla kalmamış, genişletmiştir.

Bugün Afrika’nın önemli bir bölümünde resmî kurumlarda başta olmak üzere, kullanılan ortak dilin Fransızca olması tesadüfmüdür? Diğer tüm haçlılar gibi Fransızlar da dil ve kültür asimilasyonunu sonuna kadar uygulamışlardır. Halkın, kendi anadilinden daha iyi derecede Fransızcayı kullanması ve konuşması, bu asimilasyonun en somut ispatıdır.

Fransa, Libya’da ve Doğu Akdeniz’de bizimle birebir karşı karşıya gelmeye çekindiğinden, Mısır ve Yunanistan ile açıktan, Rusya ile de gizliden gizliye iş tutmaktadır. Bu gizli iş tutuş, Fransa’nın değil Rusya’nın tercihidir.

Fransa’nın en büyük endişesi, sahip olduğu finans kaynaklarının en başında gelen, Afrika’daki sömürgelerini kaybetmektir. Kaldı ki, sadece finansal kayıplar değil, tüm bölgede prestij ve nüfuz kaybı da yaşayacaktır.

Macron ve ekibi, bir yandan Türkiye’ye karşı yanına destekçiler ararken, diğer yandan da Avrupa’nın kötüye giden ekonomisi içerisinde kendini kurtarmanın derdindedir.

Görünen odur ki, Fransa, Mısır’ı ve Yunanistan’ı tahrik etmeye ve öne sürmeye devam edecektir. Ancak Fransa, bu ülkelerin kendilerine bile mecali olmadığını bildiğinden ve ahı gitmiş vahı kalmış AB’den de umudunu kestiğinden Rusya’nın ve ABD’nin açık desteğini almanın hesaplarını da yapmaktadır. Bizim Afrika’daki başarılarımız Fransa için ekonomik çöküşün başlangıcı olacaktır. 

Oysa ki, Mısır’ı harekete geçirmeye Fransa’nın gücü de nüfuzu da yetmez, Yunanistan’ı da öyle. Bu 2 ülkeyi ancak ABD harekete geçirebilir ki, bu durumda Mısır da, Yunanistan da karışacaktır. Sisi koltuğundan olacak, Yunanistan ise en az 40-50 sene belini doğrultamayacak hale gelecektir. Bu durumları bilen bu 2 ülkenin liderleri de, ABD’den yeşil ışık yanmadan, hırlamadan öteye gidemezler. Mısır’ın darbeci lideri Sisi’nin Sirte ve Cufra için “kırmızı çizgimiz” demesi, kuru sıkıdan başka birşey değildir ve bu sesin sahibi esasında Sisi değil, Rusya, İsrail, Fransa ve kısmen de ABD’dir.

Kaldı ki, Mısır da dahil olmak üzere, Ortadoğu ve Afrika ülkelerinin tamamında, halkların Türkiye’ye ve Sn Cumhurbaşkanımıza oldukça özel ve samimi sevgi ve sempatileri olduğu da bir gerçektir ve bu gerçeği en iyi bilen de bu ülkelerin istihbaratları ve mevcut liderleridir. Dolayısıyla Türkiye ile açıktan bir sıcak savaşa girmeleri, kendileri için ancak intihar olur.

Fransa’nın diğer bir endişesi de, kendi ülkesindeki neredeyse 1 milyona yaklaşan Türk nüfusudur.

1974 Kıbrıs Barış Harekatında, yurt dışında çalışan/yaşayan vatandaşlamızın bir çoğunun kendi iradeleriyle Türkiye’ye dönerek gönüllü askerlik için askerlik şubelerine başvurduğu, tüm dünyanın hafızalarında tazeliğini korumaktadır. 

Neticede, evet ülkemiz kritik dönemden geçmektedir. Ama Allah’ın izniyle ve yardımıyla bu süreç sonunda ülkemiz kimsenin hayal dahi edemeyeceği noktalara gelecektir.

Eminim ki, devletimizin rahmani ve kurmay aklı herşeyi en ince detayıyla hesaplamıştır. Türkiye’miz artık Allah’ın izniyle devler ligindeki yerini alacaktır, gidişat bunu göstermektedir. İnanıyorum ki, Cenab-ı Allah da bu asil, necip, adil, fedakar, imanlı ve merhametli milletimizin yardımcısıdır.

Çünkü, tüm dünya bilmektedir ki, bizim milletimiz gittiği yere adalet ve medeniyet götürdüğümüzden, Türkiye’miz her zaman “beklenen ve özlenen” olmuştur. 

Dünyada sadece biz ordumuza “Mehmetçik” deriz ve ordumuzu Muhammed’in ordusu kabul ederiz.

Biz, tarihimiz boyunca sömüren değil öğreten, yıkan değil yapan, küçümseyen değil saygı duyan, köleleştiren değil emeğinin karşılığını veren, hakir gören değil onore eden, öldüren değil yaşatan olduk. Ve yine biz her dönemde mazlum milletlerin umudu olduk. İşte bu nedenlerle özlenen ve beklenen olduk.

Vatandaş olarak bizlere düşen ise, devletimizin ve milletimizin arkasında sımsıkı durmak ve gerekiyorsa her türlü fedakarlığa hazır olmaktır.

Bize, özgüvenimizi yıllar içinde sistemli olarak kaybettirerek, iç çekişmeleri körüklemek suretiyle enerjimizi tüketerek, peşpeşe kurdukları terör örgütleriyle uğraşmak zorunda bırakarak, kalkınma hamlelerimizi ise siz üretmeyin biz uygun fiyatla size veriririz diyerek engelleyerek, bize kaybettirdikleri son 2-3 asrı telafi etmenin zamanı gelmiştir. 

Bu tempoyla gidebilirsek, önümüzdeki 25-30 yıl sonrasının dünyanın süper güçlerinden birinin Türkiye olmasının önünde bence hiçbir engel yoktur. İçimizde ve dışımızda buna inanmayanlar, Allah izin ve ömür verirse göreceklerdir.

Devletimizin rahmani ve kurmay aklı, ve milletimizin birlik beraberlik içerisinde çalışması, üretmesi bunun için yeterli olacaktır.

Selam, sevgi ve saygıyla!..

Yorumlar (1)
Recep Koçer 4 yıl önce
İnşaAllah, Müsteşarım; Rabbim: Bizlere bu Dünya'dan, göçmeden o günleri göstermeyi nasip etsin. Selam ve saygılarımla, sağlıcakla kalın.
12
az bulutlu