banner4
07.12.2019, 13:29

SOĞUK BİR KIŞ MEVSİMİNDE TARİHE  SICAK BİR NOT DÜŞMEK!

Yaşadığımız gezegen bir zamanlar sıcak bir ateş kütlesi halindeydi. Zamanla dış katmanı soğuyarak  bugünkü durumunu aldı. İç kütlede ise yanmanın devam ettiği biliniyor. Dünyanın fiziksel yapısı böyle bir durumda  iken, beşeri topoğrafyası için  tam tersi bir durum söz konudur: Fiziksel dünya soğumaya çalıştıkça, beşeri dünya ısınarak flulaşmaktadır.

Fiziksel dünyanın üzerinde yaşayan insanların soğuk savaş düzleminden çıkıp, sıcak savaş düzlemine doğru yol almaya çalışmaları çok ciddi meselelere yol açmaktadır. Özellikle yaşadığımız gezegene baktığımızda, soğuk savaş düzeninden sıcak savaş düzenine geçişle birlikte modernizmin ve onun kurucusu olan rasyonalizmin ölmek üzere olduğunu görüyoruz.

Modern ve post modern çağa özgü bir çok sosyal ve siyasal  dikotomi ve anemi sözkonudur.Dikotomi anlamında; “ben ve öteki” arasında  sancılı,  ikircikli tutum ve yaklaşımlar sözkonusudur; anemi  anlamında ise siyasi, idari, beşeri ve iktisadi fay hatlarının yerel ve küresel düzeyde artmış  olmasıdır.

Kişisel ve ulusal çıkarlar, evrensel ahlakın ve toplumsal normların önüne geçtiği için hem insanlık hem de modern ulus/ devletler neredeyse işlevsiz bir şekilde çırpınıp duruyorlar.Seküler dünyanın düzeni oluşturan  modern ulus /devletlerin çöküşü bir çok meselelerin zuhur etmesine sebep oluyor. Toplumsal ve siyasal hayatta yaşanan bu anafor herşeyi etkiliyor. Belli bazı normlara sahip olan   modern devlet mekanizmasının yerine başka bir idari mekanizmanın  ikame edilmemesi belirsizliğe neden oluyor. Özellikle müphem ve muğlak alanların çoğalması  sancının derinlerden nüksederek  çoğalmasına; şirketlerin ve ulusların kendi çıkarlarını maksimum seviyeye ulaştırmaya, silahlanmaya, tüketime, koloniyal  davranmaya ve aklın araçsallaşmasına neden oluyor. Bunun doğal sonucu olarak,  devletler ve toplumsal örgütlerin çoğu evrensel  olgulara sistematik yaklaşmaktan kaçınarak  kolayca asimetrik davranış sergilemeye başlıyorlar. Çıkarlar skalasında olgulara yaklaşmaya çalışıldığı için, ister istemez  yerküre de kaotik bir durum söz konusudur.

Realitenin ölümü, popülizmi ve pöpülizmin yükselişi ise değerlerin ölümüne neden oluyor. Sonuçta, değerler anlamında insanlığın yerde sürünmesine ve küresel anlamda  ise şirketlerin kazancına dönüşüyor bu tutum.  Modern ulus devletlerin, şirketlerin emrinde operasyonel aygıtlara dönüşmesi, yerel ve küresel düzeyde insanlığın sefaletine sebep oluyor. Çıkarlar skalası, paylaşmayı değil, tek taraflı kazanmayı tetikliyor. Bu bizi Paretooptimimu teorisinin aksine  götürüyor. O halde  birileri fakirleşmeden diğerleri zenginleşmez.  Başka bir tabir ile bazıların sefalet içinde yüzmeleri, diğerlerin kazançlarına sebep oluyorsa  bu anormal bir ahlak ilkesi olarak görülmemeli deniliyor (!) Belki kısa vadeli bakış  grafiksel olarak öyle görülebilir, ama uzun vadeli sonucun öyle olamayacağı kesindir.

Herkesin kendi çıkarları için kutsadıkları politika  aslında “realist” olan politika da değildir. Reel olan, herkes için yaşamsal sonuçlar üreten politikadır.

Ahlakın ve değerlerin öldüğü bir dünyada, insanlığın ve medeniyetin  varlık gerekçesi söz konusu bile olamaz.

Evrende her şeyi kendi varlık gerekçesi ile sınırlı gören bir bakış açısı,  dayanışmanın, ahlakın ve uluslararası düzeyde standartların ölmesine sebep olur. Değerlerin öldüğü bir dünyada, ittifaklar da hükümsüz kalıyor. Hayata hep çıkarlar skalasında bakan bir anlayış, yaşamı hep mücadeleden ibaret olarak görür. Mücadele ise “sahiplenmeyi” ve sahiplenme güdüsü ise “savaş”mayı gerektirir. Barışın değil, savaşın kutsandığı yerde fıtrat bozulur; yaşamın sevinci yara alır ve kötülük sıradanlaşır.  Kötülüğün sıradanlaştığı bir yerde hakikat ölür ve  hakikatin göreceleştiği bir yerde kaos kaçınılmaz olur. Bunun sonucunda demokrasi yara alır ve milli çıkarlar ile evrensel değerler arasında savaş kaçınılmaz olarak nükseder. Bu durum A. Maalouf’un değişiyle bir nevi sahip olduğumuz uygarlığın bunalımı ve batışı anlamına geliyor.

Doğu ve Batı ikilemi arasından çıkıp, evrensel değerler doğrultusunda yeryüzünde  başka alternatifler  olabilir mi  sorusuna yeni cevaplar aradığımızda, bunun geçmişte bir yerde,  özellikle doğal zenginliklere sahip olmayan, fakat evrensel insani kıstaslara sahip bir oluşumun başardığını görüyoruz. Bu oluşumun adı; İslam’dı.

 İslam’ın Arap çöllerinden çıkıp özellikle hem bilim ve düşünce açısından hem de beşeri ve siyasi egemenlik açısından iki hegemonik güce (Pers ve Roma) karşı başarı sağladığını biliyoruz.

Pers ve Roma İmparatorluklarının İslam karşısında yenilmelerinin nedeni ekonomik değil,  İslam’ın beşeri ve sosyal hayatta ulaştığı ve  evrildiği aşama idi. “Bugün bu mümkün müdür ? “sorusuna cevaplar aradığımızda “neden olmasın” diyesim geliyor. Bunun birincil derecede koşulu;  dünyaya mis kokular yayan bir düşünce farklılığı ile insanlığın ufkunu aydınlatmaktır. Tüm beşeriyeti bağımlı unsurlardan kurtarıp yeryüzü sathına adaleti, refahı, özgürlüğü koyan bir sistemin inşasından geçtiğini görmektir. İkinci koşulu ise, bu misyonu yükleyenlerin önce kendi coğrafyalarında, maddi ve manevi estetik özgürlükleri geliştirip pekiştirmeleridir. Kendi sınırlar içinde barışı, refahı,adaleti geliştirmeden başka toplumlara örnek olmaya çalışmak savaşı başta kaybetmektir.  Özellikle günümüz dünyasının değer yargılarına karşı yeni değerlerin inşa edilmesi, yerkürede sessiz çoğunluğun sesi olma açısından, yen bir harekete ihtiyaç  vardır. Bu hareket yerli ve milli olamaz. Çünkü mevcudun içinde kalarak ve mevcuda benzeyerek yeni bir sosyal alanın inşası mümkün değildir. Kadim kültürümüzde çok güzel bir  kavram vardır: Mefhumu muhalifinden hareketle meselelere çözümler üretilebilir ve yeni bir sistem inşa ve  ihya edilebilir.

Birincisi, günümüzde  korumacı ekonomiler ön plandadır. Yani bazılarını koruyan bazılarını dışlayan sistematik  mekanizmalar söz konudur.  Gümrükler, vergiler, tarifeler, sübvansiyonlar, teşvikler  vb gibi  yapılar ulus/devletler kanalıyla korunmaktadır. İçeride; fakirden alıp zengine, devletler düzeyinde ise, zayıf devletlerden güçlü devletlere yönelik  kaynak transferleri / sömürü söz konudur. Bunun çaresi ise, ticareti serbest bırakan; sömürüyü ve insan sağlığını tehdit eden, gayri insani yapılara geçit vermeyen yeni bir iktisadi sistemdir.

İkincisi, insan; eğitim ve ideolojik değerlerin kurbanı olmuş durumundadır. Günümüzde birey kurumsal yapıların karşısında özne olarak değil, nesne olarak konumlanmış durumdadır. Özgüveni yok edilmiş ve kendini ifade etmekten korkar hale getirilmiş durumdadır. Mevcut insan tipi; İdeolojik olarak saldırgan, evrensel değerlerden uzak, nasyonel değerlere indirgenmiş ve tek taraflı kazanmayı önceleyen ve varlığı aşağıya çeken yapılar üzerinde konumlanmış durumdadır. Günümüz dünyasının nasyonalist/ milliyetçi değerlerine karşı her tür ayrımcılığı dışlayan; adaleti, hakkaniyeti, barışı ve fıtri olan şeyleri yücelten, önceleyen  yeni bir zihniyete ihtiyaç vardır.

Üçüncüsü, kaos ve kaotik değerleri üreten, istişare ve dayanışmayı rafa kaldıran, gücü merkeze alan politik  bir yükseliş söz konusudur. Bu durum ister istemez  denge   ve denetim mekanizmalarını hükümsüz bırakıyor. Yerel yönetimlerin işlevsizleştirildiği, kurumsal yapıların tarafsızlığını yitirdiği, evrensel değerlerin içeriğinin boşaltıldığı ve gücün merkezileştiği bir savrulmaya  karşı; insanın insan tarafından sömürülmediği /yönetilmediği/yönetilemeyeceği  erdemli bir sisteme ihtiyaç söz konusudur.  Bütün varlıkların haklarını ve hukuklarını gözeten; ne yöneten ve ne de yönetilen, insanı yeryüzünün halifesi kılacak siyasal bir sisteme ihtiyaç söz konudur.

Dördüncüsü, küresel düzeyde kurumsal yapıların mevcut olmayışı sorunları tetiklemektedir. Küresel kurumların işlevsizleştiği, Birleşmiş Milletler ve Dünya Ticaret Örgütü’nün olaylar karşısında hükümsüz kaldığı bir dünyaya karşı, yeni kurumların kurulması ve evrensel düzeyde her kesiminin haklarının korunduğu kurumlara ihtiyaç vardır. Yargının evrensel olduğu, insanlığa ve doğaya karşı suç işleyenlerin iç hukuka bakılmaksızın yargılanabildiği, yerel ölçekte güvenliği sağlayan militer yapıların dışında her türlü silahlanmanın yasaklandığı, gereksiz savunma bütçelerinin minimize edildiği, uluslararası hukukun yerkürede şamil kılındığı yeni kurumsal yapılara ihtiyaç vardır. Çünkü ulus devletler yerel meseleler karşısında  çok büyük, küresel meseleler karşısında  çok küçük kaldıkları için  küresel düzeyde yeni kurumlara ihtiyaç vardır. Küresel düzeyde olaylara yaklaşmayan bir hareket ölü ve lokaldir.

Beşincisi, tek taraflı işleyen bir medya iletişimi sözkonusudur. Farklı kültürel değerlerin öldüğü, evrensel değerlerin işlevsizleştirildiği, tüketim kalıplara uygun bireylerin formatlanıp yetiştirildiği,  homojenleştirici emtia kültürünün şırınga edildiği anti yabancı, içe kapalı, otarşi düşüncesinin önceliklendirildiği bir medya dünyasına karşı;  mazlumların ve sessiz çoğunluğun sesi olacak bir medyaya ve iletişim kanallarına ihtiyaç vardır.

Altıncısı; büyük kartellerin karlarını önceleyen, ekonomiyi sadece hacimsel büyümede gören bir anlayışsözkonusudur. Bugün dünyada her şeyin alıp satıldığı, kaynakların hoyratça tüketildiği ve tüketim olgusunun kamçılandığı, fakirlerden alıp zenginlere kaynak transferlerinin yapıldığı bir ekonomik sisteme karşı iktisadi kaynakların üretimi, tüketimi ve dağıtımı ile ilgili adil, paylaşımcı ve sosyal mutluluğu artırıcı bir kalkınma mekanizmasına  ihtiyaç vardır.

Yedincisi, yeryüzünde sadece insanın menfaatını önceleyen, kurgulayan bir zihniyete karşı, diğer varlıkların da haklarını ve hukuklarını içeren bütüncül, ekolojik bir bakışa ihtiyaç  vardır.

Kısacası, eski dünya düzeninin bittiği ve henüz yeni dünya düzeninin kurulamadığı; pragmatik çıkarlar skalasında olay ve olgulara bakmayan, evrensel değerlere sahip yeni bir sisteme ihtiyaç  söz konusudur.

Yorumlar (0)
12
az bulutlu