banner4
24.01.2020, 12:47

Öznenin Edilgenliği Bağlamında İnsan

Tarih insanın yeryüzü serüvenin alanı olarak karşılık bulmuştur.İnsanın metafizik düşüşü bu sürecin kökenidir.İnsan yeryüzüne yıldırım gibi düşmüş bir mültecidir. Bu hakikat ve değer aleminden bir düşüştür; insanî nesneleşmesi hikayesi bu anda kadem bulur. İnsanın hakikat ile olan bağı hep bu düşüşüsün hikayesinde mündemiçtir. Tarih insan hakikat ilişkisinde genellikle düşüşün yeryüzünde de devam ettiği görülmektedir. İnsanın hiçliğe olan eğilimi adeta  bir medeniyet  seviyesine ulaşmıştır.Modern  uygarlığın bir teknoloji ve meta-fetişizmine dönüşmesi ve  her geçen  gün  bu durumun daha da radikalleşmesi hiçliği ve düşüşü sadece görkemli hale getiriyor.

Varoluş adeta büyük  bir çölü andırıyor. İnsanın nesne karşısında sıradanlaşması ve tekno uygarlığın iştahı dünyayı ve hayatı tüketiyor. Sembolik olarak düşüş gerçeklik olarak hakikatten bir sürgündür.

Madde ve tutkularına teslim olmuş (ram olmuş) insanlığın mana iklimine ait hürriyet ve faziletten firar ve firkat ettiğini görünce aklımdaki zümrüt yeşili sorular kalbime kilitleniyor.İnsan hiçliğin sularında bir yok oluşa sürükleniyor.

İnsan yarasalar gibi başını taştan taşa vurarak ışığa koşuyor; kurtuluş ve kutsanışını arıyor. Eyvah ki maddenin esiri ve mananın kirleticisi bir zehri kusuyor. Zincirlerinden boşalmış kapitalizmin ve Protestan ahlakın icracısı olmak hükmünde. Köleleştirilmiş uysal bir figüran; nesneleştirilmiş bir özne; bir iyelik eki. Özgür ve eşit bir birey olarak yaşamak ve yaşatılmak zorunda iken üretim araçlarından ve üretimden payını alamadığı için kapitalist maddeciliğin ve faşist tahakkümün uysal kölesi. Elitlerin egemenliği devletlerin korteksine temel çivisi gibi saplanmış; ideolojik aygıtlarla özne olması hayal olan nesneleştirmiş bir gizli özne; işte İnsan! Egemenlik yöntemleri bilgi ve finansal varlıklara sahiplilikle mündemiç. Nesne insan kefenle doğuyor. Kefensiz ölüyor. Kapitalizm ve totaliter ideolojiler insana mahdut bir yaşam; mazbut bir hayal sunuyor. Kendini gerçekleştirme imkanları imkansızlıkla mühürleniyor.

Köleleştirilen yığınlara dönüşmüş, fikir dünyaları sığ ve vasatların sahte öznelikleri elitlerin zehirli örümcek tuzaklarında bekleşmelerine sebep oluyor. Sathî, duygusal ve kültür milliyetçileri ölüm komandosuna dönüştürmek istedikleri ırkdaşlarını haysiyetli bir şahsiyet olarak yaşatmak için fikir sistematiklerinde bir veri ve öngörüleri yok. Milli şuur, milli ülkü bir yol haritası olarak insanlığa “yaşa ve yaşat” temel emrini sunmadığı sürece bir politik şiddettir. Bu da ancak Tanrı Buyruğunu temel buyruk olarak kabul etmekle olur.Politik gücün kutsallaştırılıp  bir fetişe dönüştürülmemesi gerekir.Sembolik şiddetle narkozlanan insan bir meta-fetişe dönüştürülüyor.

Mülk ve fikir hatta sanat ve birçok insani faaliyet hakikatin ve varlığın unutuluşuna hizmet eder.İnsan  varlık sancıyla genellikle yapay gündemlerle bahşetmeye çalışır. Mülkiyet konusu bu açıdan temel bir yönelim olarak görünse de fikir ve sanatlara olan ilgi de bu konuda mülkiyet perestlikten geri değildir.

Geniş anlamda devlet anlayışını hakim kılıp her bir sosyal oluşumu devletin parçası kabül edip, politik merkezin ruhsuz bürokratik bir aygıt  olmaktan devleti ve milleti arındırmak gerekir.  Sönümlenmiş ideolojiler insanlığa yol gösterici olmaktan çıktı. Bir yeni yol gerekir. Öyle bir gün gelecek ki  üretimi akıllı makinalar yapacak, bilişim ajanı yazılımlar insanların kaderlerine etki edecek. İnsanımsı yapay zekalar ezberleri bozacak. Dünya dönüşüyor ve gelecek daha da belirsizleşiyor

Din insana tarihsel ve ontolojik konumunu tezkire eder. Bu bir hatırlatmadır. Dini söylem insanın dünyaperestliğini sarsacak  nitelikte  hatırlatlamalar yapar. Mal ve mülkiyetin varoluşun asıl anlamı olarak görülmesi ontolojik bir sapma olarak dile getirilir. Metafizik kökenin unutuluşu dünyaperestlik olarak görülerek insan için bu durum adeta yeniden düşüş olarak görülebilir.

Kuran’ı Kerim, Haşr 7, “Allah’ın, (fethedilen) memleketlerin ahalisinden savaşılmaksızın peygamberine kazandırdığı mallar; Allah’a, peygambere, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. O mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir servet (ve güç) hâline gelmesin diye (Allah böyle hükmetmiştir). Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir.”  Mülkiyet ve servetin bir güç ve iktidar aracı olmasının engellenmesi ve reddedilmesi dinin temel bir amacı olarak öne çıkar. Servete dayalı bir güç politikası toplumsal yozlaşma ve çürümenin tetikleyicileri olarak görülebilir. Servet bir politik mekanizma olarak toplumsal adaleti perdeleyen ve gerileten bir etkinliğe dönüşmemelidir.

Bünyad-i Mustazafin’i (mazlumlar derneği) inşa eden İmam Humeyni, bu dernek aracılığıyla zenginlerin mallarına el konulup bunların fakirlere dağıtılmasını emretmiştir. Hadi bakalım. Mülkün belli zümrenin elinde temerküz etmesi  zulümdür. İncil ve Tevrat bu meyanda emirler varittir.Mülkiyetin tekelleşmesi böylece bir tahakküm aracı olmaktan çıkartılmış olacağı düşünülür.

Tevbe Süresi, 34; “Ey iman sahipleri! Şu bir gerçek ki, hahamlardan ve rahiplerden birçoğu halkın mallarını uydurma yollarla tıka basa yerler ve Allah'ın yolundan geri çevirirler. Altını ve gümüşü depolayıp da onları Allah yolunda harcamayanlara korkunç bir azap muştula!” Servet biriktirenleri Rabbimiz cehenneme göndereceğini ihtar buyuruyor. Allah (cc) Yolunda harcamak, insanların haysiyetli, özgür ve özne olarak yaşam sürmeleri Rabbin Rızasına uygun dünyevi ve uhrevi eylemlerde bulunmak anlamında. Bu ayetler karşısında, maddenin bölüşüm ve dağılımı ve sahipliğinin tüm fertler ait olduğu, müşterek mülkiyetin esas tutulması gerektiği; insanlığın iyiliği için servet unsurlarının biriktirilmeden harcanması lüzumunu ihtar eder. Bu ayet-i kerimi ihtiyat etmeyenlere itibar etmeyin. Çünkü bunlar kapitalizmin ve faşizmin unsurlarıdır. Toprak, sermaye müşterek olsa; özgürlük, eşitlik öncüllense; yeni bir yönetim biçimi olarak bireylerin iradeleri maksimal düzeyde iktidarı oluşturan otoriteye derç edilse insanlık nesneleşmekten özneleşmeye kanat çırpar.

Bakara 219, “Sana ne infak edeceklerini de sual ediyorlar. De ki: «İhtiyacınızdan artanı.» Allah Teâlâ âyetlerini sizlere işte böyle beyan ediyor, tâ ki tefekkür edesiniz.” Artık değer (surplus) meselesini Kur’an-ı Kerim, Marks’tan önce ele alarak rikkat kesilinmesini emir buyurmuş. İnsanı nesneleştiren bir lanet. Marks’ a göre,” Artı-değer, işçinin emeğinin, işgücünün değerinin üzerinde yarattığı ve kapitalist tarafından karşılıksız olarak el konulan değerdir. Artı-değer (artık değer)  yasası, kapitalizmin ekonomik temel yasasıdır. (Politik Ekonomi Ders Kitabı s. 169). Mülkiyet arayışları hiçliğin evrenin de insanın bir hezeyanıdır. Tasavvufi söylemin  mülkiyete ilişkin ontolojik reddiyesi ve varoluşsal ilgisizliği, dünyaya düşüşü kabulleniş aynı zamanda tarih ve toplumun bu yitik olanı karşılama ve telafi etmedeki kifayetsizliklerini açıkça ortaya koyar. ‘Dünya yetmez’ mottosu yitik olanın telafi edilemeyeceğini deklare eder.

Baştan yitik olanlar, başkalarının aşkıyla başlayın yaşamağa.Yitik olan düşüş öncesinde kalmıştır. İnsanın ontolojik gerilimi bu yitik olanın şiddetidir. Yitik olan ele geçirilemez olandır. Kapitalizmin artı değeri bu yokluğu gideremez. İnsanın mülkiyet ve teknoloji arayışı bir anlamda sahte anlam dünyalarında ikametgah arayışları, ikame çabaları da yitik olanı yakalama denemeleridir. Bazen metaanlatılar ve ütopyalar da bu yitik olana bir dönüş çabası olarak görülebilir. Şiddet ve yıkım  hatta saldırganlık gibi yaşam dünyasındaki bireysel ve tarihsel olaylar da bu psikanatik dinamiğin bir parçasıdır. Tarihin ve toplumun psikanalizinde hakikatin yokluğu ve yitik olanın düşüş öncesinin dayanılmaz şiddeti hakimdir. Şairlerin sözleri de bu yokluğun fısıltılarıdır. Şair  kelimeler ülkesinden bu yitik olanı ve yokluğu inşa etmeye çalışır. Şairin dili  bu anlamda  hiçliğe bir bakıştır.

Nazım Baba,

“FEVKALÂDE MEMNUNUM DÜNYAYA GELDİĞİME

….

aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz.
Ve düşmanlar ki kanıma susamışlar
kanlarına susamışım.

Benim kuvvetim :
bu büyük dünyada yalnız olmamaklığımdır.
Dünya ve insanları yüreğimde sır
ilmimde muamma değildirler.
Ben kurtarıp kellemi nida ve sual işaretlerinden,
büyük kavgada
açık ve endişesiz
girdim safıma.
Ve dışında bu safın
toprak ve sen
bana kâfi gelmiyorsunuz.
Hâlbuki sen harikulâde güzelsin
toprak sıcak ve güzeldir.”

 Yukarıda ifade etmeye çalıştıklarımın şuur çağrısı gibi değil mi!

Ruhsuz ve aşksız  çirkinleşen yaşam depremlerde, sığınaksız öfke sağnaklarından; yeryüzü ezilenlere yurt oluncaya dek sürecek bu cedel.
 

ADNAN YÜCEL,

“YERYÜZÜ AŞKIN YÜZÜ OLUNCAYA DEK

……

bin kez budadılar körpe dallarımızı
bin kez kırdılar.
yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz
bin kez korkuya boğdular zamanı
bin kez ölümlediler
yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!”

Düşleri gecelerden karanlık olan insanlar, özgürlüğün yokluğu dünyevî cehennemin öbür adıdır.

Tarih ve toplum insanın ontolojik arayışlarının evrensel tanıklığıdır. İnsan bu süreçte hakikatin yerine ikameleremüracaat ederek derin bir düş kırıklığı ile yaşamaktadır. Bu bağlamda insan bir hayal kırıklığıdır. Dünya tarihsel durumda insan bu durumu yeniden yaşarak  ve tekrar ederek hiçliği derinleştirmektedir. Belki de uygarlığın bütün görkemi sadece hiçliğin sıradanlığıdır. Şair de bu  sefalete bir itiraz ve tin arayışı olarak varlık  seferinde kendini konumlandırır.

Yorumlar (0)
12
az bulutlu