banner4
03.06.2022, 11:06

ÖZGÜRLÜK: BİREY Mİ, TOPLUM MU?

“Herkes aynı şeyi düşünüyorsa, hiç kimse bir şey düşünmüyor demektir.” Walter Lippmann (1889-1974)

İnsan kendi aklı ve tercihleri doğrultusunda mı yoksa mensubu olduğu toplulukçu (aile, mahalle, grup, parti, devlet) ilke ve değerlerine müracaat ederek mi davranışlarını belirlemelidir? Bireysel hakları esas alan bir toplumsal düzen mi daha sağlıklı bir yapıya sahiptir, yoksa ortak bir iyi anlayış etrafında örgütlenmiş bir toplum mu? Bireyin hayat tarzını ve ilişkilerini kendi dilediği şekilde belirlemesi bireyin yalnızlaşmasına/yozlaşmasına mı yol açar, yoksa tam tersine çok kültürlü ve huzurlu bir sosyal hayatı mı kurar?

Salih Zeki Haklı’nın “Özgür Toplumda Birey ve Cemaat” kitabı, Batı düşüncesinin son otuz yıllık döneminde birey ve topluluk arasındaki uyum ve gerilim ilişkisine değinmekte ve şu soruları sormaktadır: Tartışmada; toplumun en temel varlığı olan bireyin kimliğinin nasıl meydana geldiği ve hangi unsurlardan müteşekkil olduğu, bireyin hayatına şekil veren tercihlerinde hangi siyasî düsturların ehemmiyet arz ettiği, bireyin kendisiyle ve mensubu olduğu toplulukla nasıl bir ilişki kurması gerektiği ile birey kendi hayatını tanzim ederken siyasî iktidarın ve toplumun nasıl bir tavır sergileyeceği açıklanmaktadır. Bu itibarla, eserde her iki düşüncenin bireyle ilgili düşünceleri incelenmiş, komüniteryanların liberal bireyciliğe yönelttikleri eleştiriler ile John Locke'dan günümüze kadar gelen liberal düşünürlerin liberal bireycilikle ilgili görüşleri ve çağdaş liberal düşünürlerin eleştirilere verdiği cevaplar okuyucuya iletilmiştir.

Okuduğum kitap, kanaati serbest bırakarak, bir düşüncelerin tam olarak üstünlüğüne değinmeden, her iki düşüncenin sentezci yaklaşımını ön plana çıkarmaktadır. Benim düşüncem de her iki fikrin olumlu yönlerini almak, olumsuzluklardan kaçınmak şeklinde oldu. Yani liberal-komüniterlik düşüncesine birlikte bakmak suretiyle beni fikren geliştirdi.

Doğrusu ülkemizde "Komüniteryanizm/Toplulukçu" fikrin yaygınlığı çok fazla... ‘Bireylerin, amaçlar uğrunda kurban’ edildiği düşünce, insanın maddi ve manevi değerini azaltmakta, devlet, millet, kutsal değerler uğruna “şahsiyeti” hiçe saymaktadır. Bu anlayış Aydınlanma dönemine kadar, mükemmeliyetçi, üstün değer olarak gelenek ve görev düşüncesini esas alan devletler için geçerli olmuştu. 17. ve 18. yüzyılda gelişen Kantçı düşünce ile adaletçi, koşulsuz ödevci, özgürlükçü, tarafsız ve hoşgörülü liberal bakış bireyci düşünceye yeni kapılar açtı. “İnsanın kendinde amaç olduğu ve asla başkasına araç olmayacağı” görüşü ağırlık kazandıkça, “insan onuru” yükselme devrine girdi.

Neticede toplulukçu düşünceler; insanları sıkı sıkıya birbirine bağlayan, makinenin bir parçası hükmüne sokan ve tek başına bireyin bir hiç olduğu anlayışına insanı düşürmekte iken; bireyci düşünceler, insanın onur ve saygınlığını yükselterek, yaratıcı düşüncenin bireylerden çıkabileceği üzerinde durarak, daha esnek bir kültür ve üretken bir yapı sağlamaktadır. Kanaatimce toplumların gelişmesi, bireyci düşüncelerin çoğalmasıyla daha fazla mümkündür.

İlgili Kitap: Özgür Toplumda Birey ve Cemaat/ Salih Zeki Haklı / Liberte Yayınları

Yorumlar (0)
12
az bulutlu